NFT sanat piyasasındaki eserlerin ‘biricik’ olması hususu, bize Benjamin’in tanımladığı gibi kült değeri ile bütünleşen bir ‘aura’ kıstaslarına uymadığını mı gösteriyor? ‘Aura’ yoksa tamamen ortadan kaybolmadı mı? Dijital ortamda yeniden biçimlendiriliyor olabilir mi?
Ortaya konuş şekliyle bir sanat eseri, amaç, konu, mekan, kullandığı malzeme ve teknik ile deneyimlerini gerçekleştirir ve böylece sanatın varoluş amacına uygun olarak toplumun güncel durumuna dair saptamalarda bulunur. Günümüz teknolojisinde sanat eseri ya geleneksel yöntemlerle üretilerek dijitale dönüştürülür ya da tamamen dijital ortamlarda üretilir ve üretim süreci içerisinde çoğu zaman yeni formlardan etkilenir. İçinde bulunduğumuz çağın teknolojisine, ekonomik durum, kültürel ve teknik düzeyine göre beslenen günümüz sanatı da dijital teknolojilerin özellikleriyle donatılarak varlığını sürdürmektedir. Güncel sanat dünyasının teknoloji ile melezleştiği, sanat üreticilerinin de disiplinlerarası kolektif çalışmalar ürettiği, izleyicinin ise bir teknoloji kullanıcısı olarak zaman zaman eserin tüketicisi zaman zaman da eserin bir parçası olarak etkileşim içerisinde olduğu günleri sürmekteyiz.
Korona günlerinin bir getirisi olarak hayatımıza katılan NFT (Non-Fungible Tokens) terimi, bugünlerde sanat dünyasının tanımlamaya çalıştığı ve bir yatırım aracı olarak yaygınlaşan merkeziyetsiz bitcoin (BTC) gibi kripto paralar ile gelişen bir dijital teknoloji olarak karşımıza çıkar. NFT’ler, bitcoinlerden farklı olarak benzersiz bir dijital öğeyi temsil eden, biri diğerinin yerine geçmeyen ‘biricik’ kripto varlıklar olarak tanımlanır. NFT’ler sanat, ses, video ya da video oyunlarındaki öğeler ve herhangi bir yaratıcı çalışma biçimlerinden oluşan dijital dosyalardır.
Peki, sanat piyasası NFT teknolojisi ile neden bu kadar ilgili? Bilirsiniz ki sanat sektörü de diğer sektörler gibi geleceğini tüketicilerin tercihlerine göre şekillendirir. Son birkaç yıldır dijital sanatın yaygınlaşmasıyla üretilen eserler, bugünlerde NFT olarak, blockhain altyapısına bağlanarak satılmaya başlamıştır. NFT sisteminde üretilmiş bir eserin taklit edilme durumu ortadan kaldırılırken, aynı zamanda sanatçıların eserleri korunmuş oluyor ve yine aynı eserin yüksek miktarlara satışı sağlanıyor. Burada üretilen eserlerin kopyalarına dijital platformlarda rastlayabilecek olsak da NFT teknolojisi, eser sahibine orijinal olanı saklama veya bir başkasına devretme imkanı sunabiliyor. Böylece NFT sanat piyasası, yerleşik sanat piyasasından farklı olarak sanatçıların, galeri ve müzayede şirketlerini aracı kullanmadan, doğrudan eserlerin satılmasını ve satıştan elde edilen gelirin tamamının sanatçıya kalmasını sağlamaktadır. Ayrıca ismi duyulmayan sanatçıların işlerini de sanat dünyasının yıldızlarının eserlerine ödenen miktarlardan daha fazlasına satabilme imkanı sunmaktadır. NFT pazarının bu şekilde yeni yatırımcılara kapılarını açması, sanatçıları ve koleksiyonerleri, birbirlerine yakınlaştıkları bir ortama davet etmektedir. Geçtiğimiz günlerde, “Beeple” adıyla tanınan Amerikalı grafik tasarımcısı ve animasyon sanatçısı Mike Winkelmann adındaki bir “dijital sanatçı”, tamamen dijital ortamda bulunan bir eserini, ünlü Christie’s Müzayede Evi’ne 69 milyon 300 bin dolara satarak, bir sanatçının henüz hayattayken ulaştığı en yüksek miktarı elde etmesi, bu yakınlığı anlatmaya güzel bir örnek olabilir.
Biricik, orijinal eserin yerini kopyaları alırken, eserin kült değeri de sergileme değeri ile yer değiştirir. Artık, eserin kendisi değil, eser ile ona bakan arasındaki ilişki önemlidir. (Benjamin, 2012: 61)
Teknolojinin ilerlemesi, aynı zamanda sanatta özgünlük durumuna dair belleklerimizde kalan kavramları da paramparça etmeye devam ediyor. Dijital üretim çağında, yeniden üretim tekniklerinin de dijitalleşmesiyle bir sanat eserinin geleneğinin değiştirilerek, biricikliğinin dijital ortama taşınması, Walter Benjamin’in bahsettiği ‘hale’ kavramını yeniden tartışmaya davet eder gibidir. Benjamin’in ‘Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretim Çağı’nda Sanat Eseri’ adlı makalesinde bahsetmiş olduğu yeniden üretim, sanatın doğasında temel değişime sebep olurken, sanat eserini de tarihsel olarak bulunduğu ritüel ve geleneksel ortamdan uzaklaştırır. Dolayısıyla eserin hakikiliği, biricikliği hatta Benjamin’in deyişiyle ‘aura’sı yok olur. Bir sanat eserinin ‘aura’sı, dijital NFT ortamda üretilen sanat işleri bağlamında ele alındığında farklı bir yapıya bürünür (mü)?
Benjamin’in ‘Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretim Çağı’nda Sanat Eseri’ adlı makalesinde bahsetmiş olduğu yeniden üretim, sanatın doğasında temel değişime sebep olurken, sanat eserini de tarihsel olarak bulunduğu ritüel ve geleneksel ortamdan uzaklaştırır.
Sanat yapıtının belirli bir yerdeki benzersiz varlığı ve yapıtın ait olduğu dönemin izlerini (tarihini) taşıyan sanat eserindeki ‘benzersiz’ kavramı, sanatın değer denkleminin bir parçası olduğu düşünülürse, kopyaların orijinalinin yerine geçmediğini ve geçmiş taşımadığı için ‘aura’sını kaybettiğini söyleyebiliriz. Halbuki gerçek bir sanat eserinin önünde durmak, ona dokunmak, onunla etkileşim halinde olabilmek, eserin çekiciliğini ve piyasa değerini artırmaktadır. Buradan hareketle NFT sanat piyasası benzersiz olmanın ötesinde, alıcılara ve koleksiyonerlere hitap edebilmeyi sürdürmek için dijital sanat için de ‘aura’ kavramını yeniden yaratma olanağı sunabilir.
Sanat eserinin varoluş sürecini bir ritüele dayandıran Benjamin, ‘biricik’lik kavramını, eserin asıl kullanım değerinin gerçekleştirdiği yere dayandırır. Ayrıca Rönesans dönemine kadar din ağırlıklı eserlerin yapıldığı dönemi işaret ederek, eserin yeniden üretim ile çoğaltıldığında ‘hale’sinin kaybolduğunu söylemektedir. Buna göre eserin kült değeri, gizli kalmasıyla ilişkilendirilir ve bu görüş günümüzde de devam etmektedir. Bu sebepledir ki bazı tanrı heykelleri ya da sanat eserleri sadece rahipler tarafından görülebilir. Diğer bir önemli konu da sanat eserinin temelinin, törende ve ritüelde olmasıdır. Dolayısıyla sanat eserinin, hangi şartlar altında üretildiği önem kazanmaktadır. Saray ve kiliseler tarafından sanatçılara sipariş edilen resimler, genellikle dini konulardan oluşmaktaydı. O dönemler sanatçı ve üretimi için özgünlükten bahsetmek mümkün görünmüyordu. O dönemin şartlarında, kullanılan ‘teknik’ sanat eserini değerli kılmaktaydı. Rönesans dönemi ile birlikte sekülerleşmenin başlaması ve ‘sanatçı’ olarak değer görülmesi sonucunda, yapılan işlerde yaratıcılık da önem kazanmıştır. Artık sanatçı tekniğin yanında, sanat eserinin konusu ve malzeme gibi durumlarla gücünü ortaya koymaya başlamıştır. Ayrıca Benjamin, ‘ritüel değer’ kavramından bahseder ve geçmiş dönem sanatını işaret ederek, sanat eserinin belirli bir dini gelenekle nasıl ilişkilendiğini ortaya koyar. Bir sanat eserinin aurası, hem eserin benzersizliğini hem de izleyiciden bir tür uzaklığı gerektirir. Benjamin, bahsi geçen ‘aura’yı “ne denli yakın olursa olsun, benzersiz bir uzaklık görünümü” olarak tanımlar. Buradaki ‘uzaklık’ kavramı, sanat izleyicisinin orijinal eser karşısında hissettiği saygı ve erişilmezlik duygusu olarak tanımlanır. Çünkü bir sanat eserine yakın olmak, onun biricik tarihine dokunabilmek anlamına gelmez. Bir anlamda sanat eserinin aurası, bir ritüel gelenek içinde bırakılmıştır. Bu ritüelin erozyona uğraması, gizemli ve bizi hayranlıkla dolduran aura’nın gücünün kaybolması, başka bir anlamda halka daha yakın hale getirilmesine izin vermektedir. Bu ritüelin içindeki heyecandan uzak bir şekilde halkın sanatla buluşması, onların sanatla daha yakın bir ilişki içine girmesine olanak sağlamaktadır.
Korona günlerinin bir getirisi olarak hayatımıza katılan NFT (Non-Fungible Tokens) terimi, bugünlerde sanat dünyasının tanımlamaya çalıştığı ve bir yatırım aracı olarak yaygınlaşan merkeziyetsiz bitcoin (BTC) gibi kripto paralar ile gelişen bir dijital teknoloji olarak karşımıza çıkar.
Bu bakımdan kripto sanat dünyasının eski hiyerarşilerden uzak şekilde piyasada hakimiyet kurması, ortadan fiziki mekanı kaldırarak sanatçının direk koleksiyonerle ya da izleyici ile muhatap olması; bununla birlikte sanatçı ve koleksiyonerlere toplumda en üst kademelere çıkabilecek kadar para kazandırıyor olması ve orjinal eserlerin dijital ortamda kolayca dolaşıma sürülüyor olması da ‘demokratik’ bir ortamı çağrıştırıyor. Öte yandan NFT sanat piyasasındaki eserlerin ‘biricik’ olması hususu, bize Benjamin’in tanımladığı gibi kült değeri ile bütünleşen bir ‘aura’ kıstaslarına uymadığını, fakat ‘aura’nın da tamamen ortadan kaybolmadığını, hatta dijital ortamda yeniden biçimlendirildiğini gözlemleyebiliriz. Yani ‘aura geri dönmedi!’ ama dijital dünyada ‘aura’ kavramı yeniden biçimlendirildi. Bitcoin piyasası, içinde yaşadığımız dünyaya dair algılarımızı yeniden oluştururken, NFT sanat dünyasında ‘aura’nın kült değerine ihtiyaç duyup duymaması ise ilerleyen zamanların tartışması olabilir.