14 Şubat yaklaşmışken 1900’lerden bu yana bir çoğu Türk Edebiyatının klasiği sayılan romanlarımızda aşkın farklı halleri… N. Zeynep Kürük’ün sanatatak.com’daki ilk yazısı aşktan yana.
İnsanın varoluşu kadar ezelî bir konu olan aşk, edebiyatın da vazgeçilmez motifleri arasında olageldi hep, en eski edebiyat geleneğinden modern edebiyatın örneklerine kadar… Bizde 19.yy’da başlayan roman geleneğine şöyle bir bakınca ‘aşk’ çoğu romanda bazen merkezde bazen kıyıda ama genellikle her hikâyede, farklı şekillerde satırlarda var oldu. 14 Şubat yaklaşmışken 1900’lerden bu yana bir çoğu Türk Edebiyatının klasiği sayılan romanlarımızda aşkın farklı halleri…
Halid Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu,1900
Halid Ziya’nın unutulmaz romanı her ne kadar tarihsel olarak ilk romanımız olmasa da ayağı yere basan, roman türünün edebiyatımızdaki inşasında önemli rol oynamış ve kendisinden sonraki birçok romancıyı etkilemiş bir eserdir. Bihter ve Behlül’ün yasak aşkı hâlâ okunası, Halid Ziya’nın satırları eskimeyendir. Bihter’in annesiyle, toplum kurallarıyla, hatta kendisiyle çatışması bir var oluş mücadelesidir aynı zamanda, o bizim Madam Bovary’mizdir.
Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu,1922
Çalıkuşu Feride’nin romanı kırık bir aşk hikâyesinden doğar, Kamran’dan kaçıp Anadolu’da öğretmenliğe başlayan Feride’nin yaşadıkları romanın merkezinde yer alır. Çalıkuşu’nu dönemin diğer aşk romanlarından ayıran en büyük özelliği ise Feride’nin Kamran’a duyduğu aşkın ötesinde tüm romana hakim olan gururlu, özgür ve aslında bir o kadar ince karakteridir. Böylece bir erkeğin kaleminden çıkan Feride kadın olma mücadelesini verirken akıllara kazınır.
Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna, 1943
Tefrika olarak 1940’ta yayınlanmaya başlayan Kürk Mantolu Madonna 1943 yılında kitap olarak basılır. Ve Maria Puder ile Raif Efendi’nin hikâyesi yıllar sonra çok satanlar listesinde yerini alır. Raif Efendi, bir sergide gördüğü tablodaki kadına, Kürk Mantolu Madonna’ya platonik bir aşk beslerken daha sonra aşkı gerçek hayatta karşılık bulur, ancak bu aşk yarım kalır. Kürk Mantolu Madonna hem bu aşkı hem de dominant bir karakter olan Maria Puder üzerinden kadını ve insanı anlatır. Belki de Sabahattin Ali insanın içindeki duyguları, güçlü ve zayıf anları her türlü süsten arındırıp yazabildiği için romanları hâlâ okuyucusuna en yakın yerdedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, 1949
Tanpınar’ın Huzur’u şüphesiz salt bir aşk romanı olarak nitelendirilemez, ancak Mümtaz ve Nuran’ın İstanbul’un eşsiz dekorunda, musiki eşliğinde geçen aşkları, Mümtaz’ın kafasındaki soru işaretlerine ve huzursuzluğa rağmen romanda önemli yer tutar. Üstelik Mümtaz ve Nuran’ı bir yana bırakacak olursak Huzur’u okurken Tanpınar’ın İstanbul’una aşık olmak da işten değildir.
Yusuf Atılgan, Aylak Adam, 1959
Yusuf Atılgan’ın Flaneur ruhlu aylağı C.’nin aradığı kadın ve tek gerçeklik romanda B. olarak vücut bulur. Bir imkansızlığın temsili olan B. bulunamayan gerçek sevginin de karşılığıdır. Ancak, aranan kadın, bir türlü bulunamaz, C.’nin hayatına farklı mevsimlerde farklı kadınlar girer, ama nihayetinde hep yalnız kalır. Aylak Adam aylaklıkla beraber yalnızlığın, arayışın ama sürekli arayışın romanıdır. Belki de romanda asıl olan bu arayış ve arananın imkansızlığıdır.
Vedat Türkali, Bir Gün Tek Başına, 1974
Vedat Türkali’nin 1974’te yayınlanan romanı 27 Mayıs 1960 öncesi dönemin siyasi atmosferini incelikle yansıtır. Kenan’ın kafa karışıklığı, küskünlüğü, kendisini ve hayatını sorgulaması, devrime tutkuyla bağlı olan Günsel’e aşık olmasıyla eş zamanlı ilerler. Tabii bu aşkın bir de üçüncü köşesi vardır: Kenan’ın karısı Nermin. Türkali, bu üç karakter üzerinden dönemin farklı siyasi görüşlerini, insan ilişkilerini irdeler.
Leyla Erbil, Mektup Aşkları, 1988
Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar adlı kitabının önsözünde Erbil, Özlü’yle birbirlerine söz verdiklerini, evlilik kurumunu, kocalarını, eşlerini anlatacak birer roman yazacaklarını ve kendisinin bu sözü Mektup Aşkları’nı yazarak yerine getirdiğini söyler. Bir mektup-roman olan Mektup Aşkları’nın büyük çoğunluğu başkişi Jale’ye yazılan mektuplardan oluşur, bu mektuplarda aşk, bireysellik, sadakat, özgürlük kısaca kadın-erkek ilişkilerine dair birçok başlık sorgulanır.
Barış Bıçakçı, Bizim Büyük Çaresizliğimiz, 2004
Barış Bıçakçı’nın romanında evlerine yerleşen genç kıza aynı anda aşık olan orta yaşlı iki ev arkadaşın hali hikâyenin bel kemiğini oluşturur. Bu iki arkadaşın, Ender ve Çetin’in Nihal’e aşık olmaları aslında masumiyete duydukları özlemdir, nitekim romanda da çocukluğa, geçmişe duyulan özlem inceden inceye sezilir.
Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, 2008 & Kafamda Bir Tuhaflık, 2014
Aşk romanı denince herhalde yakın zamanda akla ilk gelen romanların başında Masumiyet Müzesi gelir. Kemal ve Füsun’un aşkından ziyade, Kemal’in içinde beslediği, giderek bir takıntı, saplantı haline getirdiği aşktır romanda anlatılan. Füsun’a ait ve onun değdiği eşyalardan mütevellit müze ise Kemal, sahiden Füsun’u bu denli büyük bir aşkla mı sevmişti yoksa geçmişe duyduğu özlem, nostalji aşkı mı daha gerçekti diye düşündürür.
Son olarak yine Pamuk’tan Kafamda Bir Tuhaflık listeye en yeni roman olarak dahil edilebilir. Boza satıcısı Mevlüt’ün hayatını konu alan romanın en vurucu sahnelerinden biri romanın hemen başında yer alan karısı Rayiha’yı kaçırışıdır. Bu, romanın ve Mevlüt’ün hayatının da dönüm noktası olur. Hayatta ve aşkta niyet mi daha önemlidir yoksa kısmet mi, sorusu bizim toplumumuza çok da yabancı olmayan bir şekilde yanıt bulur; Amor Fati, Kaderini Sev!