16 Kasım’a dek Galeri Manâ’da görülebilecek “Anlamlanan Bedenler” adlı serginin sanatçılarından Basel Abbas ve Ruanne Abou-Rahme ile Lal Bahçecioğlu görüştü.
Lal Bahçecioğlu: Sanat alanında bir ikili olarak anılıyorsunuz: Basel Abbas ve Ruanne Abou-Rahme. Ne zamandır birlikte çalışıyorsunuz?
Rouanne Abou-Rahme: Basel ile 15 yaşında Filistin’de tanışmıştık. Eğitimim için Londra’ya gittiğimde tekrar karşılaştım. O zamandan beri birlikte çalışıyoruz ve bir şeyler yaratıyoruz. İlk başlarda birlikte canlı ses ve video performansları yapıyorduk. Ama son dört yıldır ciddi anlamda birlikte çalışıyoruz diyebiliriz. İkimizin birlikte çalışma ortamı organik bir şekilde gelişti. Biz bir “duo” olarak çalışıyoruz. Bazen başka sanatçılarla işbirliği de yapıyoruz ama hep bir “duo” olarak.
Sanat üretiminizin tamamını Ramallah’taki atölyenizde mi gerçekleştiriyorsunuz? Hiç yurtdışına yerleşmeyi veya orada da bir atölye açmayı düşündünüz mü?
Ramallah’ta yaşıyorum aslında, ama şu sıralar New York’a taşınmaktayım; Basel da öyle. Ramallah’ı terk etmiyorum yani. Araştırmalarım için sık sık bir oraya bir buraya gideceğim. Yurtdışında çok vakit geçiyoruz. Mesela geçenlerde Köln’de “Academy of the Arts of the World”da dokuz aylık burs programına katıldık.
Filistin ve çevresindeki sosyal/politik olayların işleriniz üzerindeki etkisi nedir?
Aslında bu sorunun yanıtı, politikayı nasıl gördüğünüze bağlı. Benim için politikacılar ve politika sadece bir alan. Yaşamınızı, haysiyetli bir şekilde, belli bir bütünlük derecesinde yaşayabilmek. Karşılaştığınız meselelerle birlikte; birçok adaletsizlik, eşitsizlik ve insanlar arasında tutarsızlığa dayalı küresel bir sistemde, yaşamınızı idame ettirmeye gayret etmek. Bu, meseleyi benim nasıl deneyimlediğim. Aslında temel şeylerle ilgili; insanların gündelik yaşamı nasıl deneyimledikleriyle. İşlerimiz büyük oranda, insanları ve çoğu zaman da bizleri etkileyen acil meselelerle ilgili.
Yaratıcılık ve içerik açısından yurtdışında çalışmanız, Filistin’dekine göre daha farklı sonuçlar yaratıyor mu?
Araştırma olarak Filistin önemli bir alan, çünkü bizim işlerimiz araştırmaya dayalı işler. Filistin’den birçok ham malzeme toplama fırsatımız oluyor ve bu bizim işlerimiz için tabi ki çok önemli. Fakat iç yaratıcılık anlamında nerede olduğumuz fark etmiyor. Yaratıcılığımız her yerde aynı ve içimizde. Yapıtlarımızdaki itki, genelde şu sıralar somut olarak yaşadıklarımız, konuşmak ve paylaşmak zorunda olduğumuz olaylar ve anlar.
Hem 13. İstanbul Bienal’inde, hem de Galeri Manâ’daki Anlamlanan Bedenler isimli karma sergide yapıtlarınız sergileniyor. Bu eş zamanlı sergilemede çalışmalarınız birbiriyle bağlantılı mı; yoksa izleyici bunları ayrı ayrı mı okumalı?
Bienaldeki işimiz en yeni işimiz, bu sene bitirdik. Burada sergilenen işimiz ise 2010 yılına ait bir çalışma. Fakat içerikleri arasında güçlü bir bağ var.
Aslında bu iki isi karşılaştırmak biraz ilginç, çünkü şu an Galeri Manâ’da sergilenen işimiz (Arzunun Kayıp Nesneleri) Arap dünyasındaki önemli siyasi devrimden önce yapılmıştı. Çok ağır ve karanlık bir yapıt bu; büyük bir baskı altında yaşadıklarında, insanların imgeleminde neler olduğuyla ilgili. Özellikle, sömürgesel bir durum yaşayan ve bir dönem, artık sahip olmadığı, devrimci bir karaktere sahip olan Filistin için: Siyasi özgürlükçüler başarısız olduğunda ve baskıcı hale geldiklerinde neler olur? Arzunun Kayıp Nesneleri’nde ortaya çıkamayan bir ses var. Gürültü, akış, çarpıklık, ufku ya da engellenmiş ufku görmedeki acizlik.
Bienalde sergilenen Tesadüfi İsyancılar ise, insanların farklı olanakları ve potansiyelleri düşlemeye çabalamaya başladıkları, sorunlara karşı oldukları bir dönemde, devrim sonrasında yaptığımız bir çalışma.
Ancak bu iki çalışma arasında ilginç bağlantılar görebilirsiniz. Aslında bu meselelerle uzun süredir ilgiliyiz. Siyasi anlayışımızı yeniden düşünmeye ve yaşamanın olanaklarını yeniden tasavvur etmeye ihtiyacımız vardı.
Arzunun Kayıp Nesneleri’nde duyduğumuz kesik cümle alıntıları ve altyazı, bana biraz film fragmanlarını anımsattı. Filmin en önemli ve insanda merak uyandırabilecek sahneleriden alınan kesitlerin oluşturduğu bir ön izleme gibi. Kullanılan kesik cümleler çok sert ve dikkat çekici. Karşımıza olabilecek en sade halleriyle çıksalar bile derinden dokunabiliyorlar insana. Hem içimi ürperttiler, hem de garip bir gerginlik ve korku yarattılar. Bir yandan da daha fazlasını görmek ve duymak istedim. Bu video işinizdeki çekimler ve sesler size mi ait; yoksa araştırmalarınız sonucunda elinize geçen şeyler mi? Bize biraz burada sergilenen işinizi anlatır mısınız?
İlk ve son sahnedeki görüntüler dışında tüm videolar bulunmuş [found] videolar, eski reklamlar vs. Mesela Budweiser’ın eski bir reklamını da kullandık. Yapıt, birçok video parçasından oluşuyor. Biz bunları ayırdık ve farklı bir alanda tekrardan kullandık. İlk ve son sahneyi biz çektik. O görüntüler eylem görüntüleri. O sırada eyleme katılmış olan bir kadın, bana eylemde neler yaşadığını anlatıyordu. Sesler de hem eylemden kaydettiğimiz sesler, hem de başka eski ses kayıtları. Mesela derinlerde, 70’lerden kalma ataerkil ve milliyetçi çocuk şarklıları duyuluyor. Veya 60’lardan “Bir varmış bir yokmuş” ile başlayan çocuk hikâyeleri duyuyoruz. Bunlar arka planda karşımıza çıkıp ara ara kayboluyorlar: “Bir varmış bir yokmuş… Az gittiler, uz gittiler; ta ki kimsenin ulaşamadığı derin bir ormana ulaşana dek…” Çalışma, görüntüler ile sesin anlatısı üzerine kurulu ve anlatının akılcılığını sorguluyor.
Bu çalışmanızın fikri ne zaman oluştu kafanızda? Yani malzemeleri toplarken böyle bir fikir var mıydı; yoksa önceden bu malzemeleri toplayıp, sonra mı bir şeyler derlediniz?
Bu videoyu oluştururken çıkış noktamız, çektiğimiz eylem görüntüleri oldu. Sonra toplamış olduğumuz videoları ve sesleri kullanarak bir bütünlük yarattık.
Son olarak Tasweesh isimli, ses ve imge performans kolektifinize gelelim. Bize biraz bu gruptan bahseder misiniz?
Tasweesh, her türlü müzik türünü kullanabildiğimiz ve o sıralar ilgilendiğimiz ve istediğimiz malzemeleri içine katabildiğimiz bir performans grubu. Müzik pratikleri ve yerleştirmeler arasında deneysel bir performans da diyebiliriz. Geleneksel sanat sınırlarının biraz dışarı çıkmak, farklı alanlarda olmak istiyoruz. Bu bizim için önemli bir nokta. Ve grup, bu açıdan bize her şeyi sağlayan sunan çok açık bir oluşum. Kuralları olmayan bir alan gibi. Farklı bağlamlarda olabilmemiz ve yalnızca başkalarıyla paylaştığımız anlarda orada olan şeylerle ulaşabilmemiz açısından ilginç. Grubun gücü buradan geliyor.
Tasweesh’i sanat ortamından daha ayrı tutuyor musunuz? Mesela bu grup sadece müzik performansı yapacak diye bir kuralınız var mı?
Zaten sadece müzik ile kısıtlı bir grup değil. Daha çok o âna ve mekâna uygun açık bir performans sunmak üzerine kurulu. Hatta sırf kavramsal olarak değil; fiziksel olarak da belirli bir başlığın altına koyamayız performanslarımızı, çünkü mesela barlarda ve sinemalarda da performanslarımız oldu. Grubumuz müzik festivallerine de sanat olaylarına da davet ediliyor. O yüzden sanat değil veya müzik değil diye ayıramayız.
Tasweesh olarak İstanbul’a gelmeyi düşünüyor musunuz? Bence İstanbul sokaklarına çok yakışır grubunuz.
Tabi ki! Burada da bir Tasweesh performansı yapmayı çok isteriz, neden olmasın!