biriken’in Şişli’de Blackout Talimhane Tiyatrosu’nda sahnelediği Tatyana, kurduğu atmosfer, dinamik sahnelemesi ve güncel yorumuyla sezonun izlenmesi gereken ortalamanın üzerinde bir gösterisi olarak dikkat çekiyor.
Araştırmacı, eleştirel ve bağımsız yaklaşımlarıyla tiyatroseverlerin haklı beğenisini kazanan “biriken”, geçtiğimiz Mayıs ayında 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nde ilk gösterimi yapılan “Tatyana” isimli yeni oyunlarını bu sezon Şişli’de yer alan Talimhane Tiyatrosu’nda sahneliyor. Melis Tezkan ve Okan Urun tarafından 2006 yılında kurulan biriken’i, kurucuları Melis Tezkan ve Okan Urun, “beraber ya da ayrı biriktirdiklerimizden yola çıkan ve baştan sona ortaklaşa yürüttüğümüz bir yaratım sürecine dayanan bir sanat topluluğu” olarak tanımlıyor. biriken, disiplinlerarası bir tavırla; görsel iletişimin sunduğu tüm araçları da ele aldıkları metinlerin hizmetine sunarak güncel, yüksek tempolu, tiyatronun belirlenmiş kalıp ve sınırların dışına taşan performatif işlere imza atıyor.
Tatyana, Rus yazarlar Anton Çehov ve Aleksey Suvorin’in yazdığı aynı isimli oyunlara dayanıyor. Suvorin ve Çehov, 19. Yüzyıl sonunda zehir içerek intihar eden ve zamanın sosyal ve kültürel ruhu üzerinde derin bir etki yaratan Rus opera sanatçısı ve oyuncu Yevlavia Kadmina’dan esinlenirler. Kadmina’nın çalkantılı hayatı ve trajik ölümü, Çaykoski’den Turgenyev’e kadar dönemin pek çok sanatçısına ilham kaynağı olmuştur. Kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte söylentiye göre Kadmina, bir intihar sahnesinde seyircinin karşısında gerçek zehir içerek acılar içinde hayatına son vermiştir.
Suvorin, Tatyana Repina isimli oyununda bu hikayeyi ele alarak sanatçıyı intihara sürükleyen ilişkiler ağını anlatır. Çehov ise Suvorin’in bıraktığı yerden devam ederek, Tatyana’nın ölümü sonrası yaşananları işlemek üzere merceğini onun intiharı sonrası evlenen sevgilisi Peter ve Vera’nın düğününe çevirir.
Suvorin ve Çehov’un oyunları ilk kez beraber sahnelenirken, biriken kendi Tatyana hikayesini bir geçmişe dönüşle (flashback) anlatıyor. Salona girerken Defne Halman ve Fırat Çelik’in canlandırdığı Peter’le Vera karşılıyorlar bizleri. Kilisedeki nikah törenlerinin konukları olarak ortadaki boş alanı çevreleyen koltuklarda yerlerimizi alıyoruz. Peter ve Vera’nın nikahını kıyan üç papaz dışındaki diğer oyuncular da bizlerle beraber seyirci koltuklarından devam eden nikaha laf atarak katılıyorlar. Kutsal kitaptan okunan bölümlerle sırayla tanrı, isa, kutsal ruh, çar, çarın ailesi, egemenliği, Rusya, evlenen çift, doğacak çocuklarını sırayla kutsayan bitmek bilmeyen seremoni uzayıp gidiyor.
Artan sabırsızlık ve tedirginlik, görmediğimiz ama varlığını hissettiğimiz siyahlı bir kadının varlığıyla daha da büyüyor.
Kim bu siyahlı kadın? Bu evliliği protesto eden biri mi yoksa Tatyana’nın hayaleti mi?
Patlama noktasına doğru tırmanırken nikah kalabalığı adeta kaçarcasına dağılıyor. Sonrasında ortalığı toplayan kilisenin hademesi (ya da sahnede izlediğimiz güncel haliyle nikahı videoya çeken nikah dairesi görevlisi) söyleniyor: “40 senedir bu kilisede çalışıyorum tanrının sesini bir gün bile duymadım. Sabah bir cenaze töreni vardı, şimdi nikah, yarın vaftiz töreni… hep aynı şeyler okunuyor, söyleniyor…
Peki bunun faydası kime? Hepsi boş işte… boş…” Çehov’un -belki de kilisenin sansüründen çekinerek yayınlamamak üzere kaleme aldığı bu oyununda başrolde kilise ve Rus kilisesindeki evlilik seromonisinin ta kendisi var. Çehov’un, kilisenin dayatmacı kurallarına karşı bir eleştirisi olarak okunabilecek bu tek perdelik oyun, biriken’in yorumunda günümüz bir Türkiye’sine açık bir gönderme yapıyor.
biriken’in “Tatyana”sı bu kısa açılışın ardından Suvorin’in metnine odaklanıyor. Tatyana’yı bir oyun sonrası onuruna verilen davette izliyoruz. İçkinin su gibi aktığı gecede Tatyana bir yandan tebrikleri kabul ederken diğer yandan kendiyle, hayatla ve geceye katılanlarla hesaplaşıyor: kendine sadık olmamakla ve şöhreti için onunla beraber olmakla suçladığı sevgilisi Peter; Peter’in gözü parasında olduğu için peşinden koştuğu Vera; Peter’in satmak istediği arazi üzerinden komisyon kapmaya çalışan para babası; hırslı genç oyuncu ve fırsatçı gazeteci… Tatyana tüm davetlilerin maskelerini birer birer çıkarıp onların riyakarlıklarını yüzlerine vuruyor. Para, statü ve şöhret için çevrilen oyunlar ortaya serildikçe oyunu biraraya getiren kolajın parçaları da birbirinden ayrışıyor.
Tatyana’nın “artık tahammül edemiyorum” diyerek haykırdığı çevresindeki her iğrenç insanlık hali seyircinin önüne bir kitabın sayfaları gibi açılıyor.
biriken’den Melis Tezkan ve Okan Urun’un uyarlayıp, yönetip, sahne tasarımını üstlendikleri Tatyana’da başrolde Meral Çetinkaya yer alıyor. Defne Halman ve Fırat Çelik’in yanısıra Kanbolat Görkem Arslan, Mehmet Bilge Aslan, Yelda Baskın, Pınar Göktaş, Okan Urun ve Ahmet Yaşar rol alıyorlar. Seyircinin oyun alanının üç yanına yerleştiği sahne düzenlemesi dairesel bir hareketi takip ediyor. Aksiyonun bir kokteyl parti üzerine kurulu olduğu mizansen düzenleme her oyuncunun tüm yönlere rahatça hareket edebilmesini sağlıyor.
Oyunun giriş bölümündeki kilise düzenindeki frontal yerleşim de dahili bir kamera sisteminden ekrana yansıyan görüntülerle içerikle özdeş bir çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Sahnenin ortasında yer alan plastik camdan yapılmış, 1×1 metrelik, sürekli beyaz ışıkla aydınlatılan odacık bir itiraf alanı gibi, dışarıda yaşanan ikiyüzlülüğün içine sızmadığı bir dürüst alan olarak kullanılıyor. İçeriye yerleştirilmiş mikrofon aracılığıyla duyduğumuz bu alan, içerisi – dışarısı ve mahrem – kamusal arasında oluşturduğu karşıtlıklarla bir tür tanrısal makina (deus ex machine) işlevi görüyor. Güncel dans parçalarının kullanıldığı Tatyana’da, Fırat Çelik’i gitar eşliğinde Bob Dylan’ın “knockin on heaven’s door”u söylerken dinlemek de mümkün…
Gerçi bu şarkının ya da bu anın oyunda ne işlev taşıdığını söylemek zor.
Suvorin’in dört, Çehov’un tek perdelik oyununu bir saatlik bir gösteriye uyarlamakla oldukça zor bir işin altına girmiş Tezkan ve Urun. Görselliğe ve beden diline yüklenen güncel bir yorumla metinlerin damıtılmış özünü izleyiciye aktarmak üzere kurgulanmış bütünlüklü bir performans ortaya çıkmış. Ne var ki, uzun metinler içinden cımbızlanmış kısa parçalar birbirine eklemlenmediği ve seçilmiş olan bölümler bütünden koparılmış halde çok spesifik kaldığı için yan hikayeciklerin takip edilmesi zorlaşıyor.
En önemlisi de çok yüksek bir tempoyla başlayan oyunun bir finale erişmeden son bulması seyircide bir yarım kalmışlık hissi yaratıyor. Bu saydıklarıma benzer aksayan noktaları dışında Tatyana; dinamik sahnelemesi ve güncel yorumuyla sezonun izlenmesi gereken ortalamanın üzerinde bir gösterisi olarak dikkat çekiyor.
Oyun bir plaktan gelen Rusça bir aryayla sona eriyor.
Dinledikçe bu aryanın Puccini’nin Tosca operasından ünlü “Vissi d’arte, vissi d’amour” olduğunun farkına vararak salondan ayrılıyorsunuz.
“Ben sanatım için yaşadım, aşk için yaşadım” diye bize seslenen Kadmina mı yoksa Tatyana mı?
Yoksa artık tahammül edemeyen bir başkası mı?