A password will be e-mailed to you.

"’Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı Ailesinde Temsil, Kimlik, Hafıza’, bizleri, yitip gitmesinin önüne geçmek için olabildiğince yaşama iliştirilmiş bir geçmişe, şimdi ve buradanın penceresinden bakmaya davet ediyor."

SALT Araştırma ve Açık Arşiv Sergileri

SALT Araştırma, Açık Arşiv  sergilerinden ilkini, 22 Kasım 2011’de sanatseverlerle paylaşmıştı. Araştırmacılığını Tayfun Serttaş’ın yürüttüğü Foto Galatasaray  adındaki bu sergiyi, sırasıyla, Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi , 1946-1977Modern Türkiye’nin Osmanlı Mirasını Keşfi: Ali Saim Ülgen Arşivi  ile O Zamanlar Konuşuyorduk  adlı arşiv sergileri izlemişti. 

21 Ocak 2014 itibariyle başlayan Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı Ailesinde Temsil, Kimlik, Hafıza  başlıklı sergiyse Açık Arşiv sergileri dizisinin beşinci sergisi olarak kamuoyunun ilgisine sunuldu.

Bu sergiye ilişkin ayrıntılara geçmeden önce, SALT Araştırma’nın benimsediği arşiv yaklaşımına kaynaklık eden düşünceleri ve sonucunda elde edilen kazanımları, Açık Arşiv sergileri mantığından hareketle ortaya koymakta yarar var. “Açık Arşiv” sergileri, adlarından da anlaşılacağı gibi, geleneksel sergi(leme) anlayışından daha farklı bir anlayış izliyor.  Gerek SALT Beyoğlu, gerek SALT Galata, gerekse de SALT Ulus’taki tüm sergi, gösterim ve söyleşilerin ardındaki “mutfağın” bulunduğu SALT Galata’daki Açık Arşiv mekânında yer alan sergiler, belirli bir tarihte başlayıp biten ve izleyicisinin –genelde– “seyirci kaldığı” ve zamanla unutulan sergiler olmaktan çok; izleyicisini bir araştırmacıya, dahası bir yorumcuya dönüştürerek, kendi varlıklarını da sürekli kılan sergiler. Sergiye bakmak/sergiden okumak ayrımından daha derin bir ayrım üreten bu yaklaşımda, serginin içeriğini oluşturan öğeler, aynı zamanda birer araştırma nesnesine dönüşüyor.

Temelde belirli bir arşivin “sergilenmesi” üzerinden kurulan sergiler, çeşitli teknolojik olanaklar yardımıyla bu arşivlerin sergi sonrasında da erişime açık olması sağlanarak uzun vadede yaşar kılınıyor. Ancak buradaki temel mesele, sergilerin belirli zaman aralıklarınca sınırlandırılmış varoluşlarını aşıp, onları “sürmekte olan” bir şeye dönüştürmek değil. Asıl mesele, bu sergilerin birer sergi olmadan önce birer arşiv olduklarının her aşamada ön planda tutulması ve baştan itibaren tüm düzenlemelerin bu çerçevede yapılması.

SALT Araştırma’nın ortaya koyduğu arşiv söyleminin temelinde, birbirini sürekli olarak besleyen iki düşünce var: Bunlardan ilki, arşivin sürekli gelişmekte olduğu düşüncesi; ikincisi de arşivin açık olması gerektiği. Arşivin, onu incelemek, yorumlamak, ondan yola çıkarak bir şeyler ortaya koymak isteyenlerin katılımıyla zenginleşecek olması düşüncesi, onun böylesi bir katılıma/erişime açık olması gerektiği düşüncesini beslerken;  açık arşiv düşüncesi de onu, –ancak belirli kimselerin erişimine açık olduğu– sınırlandırılmışlıktan kurtararak, arşivi gelişmeye ve zenginleşmeye açık kılıyor. Bu anlamda, söz konusu sergilerin her biri, SALT Araştırma’nın benimsediği ve “Açık Arşiv” ifadesiyle nitelendirilen arşiv söyleminin birer manifestosu niteliğinde.

Açık Arşiv sergilerinde yer alan belgelerin kataloglanması ve dijitalleştirilerek çevrimiçi erişime açılması; sergiye paralel olarak yapılan sözlü anlatımların ve söyleşilerin ses kaydı  ya da video şeklinde çevrimiçi olarak  paylaşılması; bazı sergilerin ardından oluşturulan elektronik yayınlar  ve veri tabanları  da bu söylemin birer sonucu olarak ortaklaşa kullanıma açılıyor. Dahası, 2014 Ocak ayı itibariyle, SALT Araştırma’nın çevrimiçi erişime açtığı güncel ve tarihsel belge sayısı, 1,7 milyona ulaşmış durumda. Kurumun, Google Cultural Institute  gibi dev bir çevrimiçi platformla giriştiği işbirliği de arşiv(leme) meselesine yaklaşımlarındaki ciddiyetin başka bir örneği.    

SALT Araştırma’nın ortaya koyduğu arşiv söyleminin diğer bir önemli özelliği de “sahiplenici” bir dilden özenle sakınılması. SALT bünyesinde ortaklaşa kullanıma açılan hiçbir belge, SALT’ın kendisine ait bir mülk olarak görülmüyor. SALT’ın bu süreçte yapmaya çalıştığı, öncelikle söz konusu belgelerin korunması, ardından da olanaklar el verdiğince ilgilenenlerin erişimine sunulması.

Jacques Derrida’nın, Archive Fever: A Freudian Impression adlı kitabında vurguladığı gibi, arşivin oluşturulması ve yorumlanmasına süreçlerine katılım ve erişim, demokratikleştirmenin ölçülebileceği temel bir kıstas olarak öne çıkıyor.  Bu anlamda, SALT Araştırma’nın, her defasında profesyonel işler üreten amatör ruhunun, şeffaflık ve demokratikleştirme anlayışına katkılarının da altını özenle çizmek gerekiyor.


Arşivi Parçalamak

23 Mart 2014’e kadar SALT Galata’nın Açık Arşiv mekânında, incelenebilecek Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı Ailesinde Temsil, Kimlik, Hafıza  başlıklı sergiye dönecek olursak, serginin çarpıcı ve ayrıntılı başlığının, onun çoğul ve parçalı karakterine gönderme yaptığını söyleyerek başlayabiliriz.

Serginin, özgül ve meta (üst) olarak nitelendirilebilecek iki alt karakteri mevcut. Serginin meta karakterinin altında, bir arşiv sergisi olması bakımından, arşiv(leme) meselesinin neliğine ilişkin söyledikleri yatıyor. Her tikel arşiv(leme) girişiminin, söz konusu girişimin doğasına ilişkin olası bir önerme niteliği taşıması gibi, bu sergi de hem tarih yazımı hem de arşiv(leme) pratiklerine ilişkin kendi ifadesini ortaya koyuyor.

Bu kapsamda serginin, hem biçim hem de içeriğiyle, “Neden ve niçin arşivleriz?”, “Arşiv, düzenli ve bütünsel midir; yoksa rastlantısal ve parçalı mı?”, “Neler arşive dâhil edilmeli; neler birer arşiv-fazlası olarak dışarıda tutulmalıdır?” ve “Bireysel tarih, genel tarihin değerlendirilmesine ilişkin neler vaat eder?” gibi sorulara bir tür yanıt niteliğinde olduğunu söylemek olanaklı.

Serginin meta karakterinin diğer bir uzantısının da yine ortaya konulan arşiv(leme) pratiği üzerinden, serginin içinde bulunduğu mekânın (SALT Galata) kimliği ve söylemine yaptığı atıf olduğu söylenebilir. Bu anlamda Arşivi Parçalamak…, SALT Araştırma’nın “hafızayı paylaşıma açma” pratiğinin bir diğer somut örneği niteliğinde.

Bir arşiv sergisi olduğu sürekli olarak göz önünde bulundurulması gereken serginin özgül karakteri de tıpkı meta karakteri gibi çoğul ve parçalı bir yapıya sahip. Serginin maddi (arşivsel) temelini, Said Bey’e* ait olan ve uzun yıllar boyunca onu koruyan Hatice Gonnet Bağana tarafından SALT Araştırma’ya bağışlanan arşiv oluşturuyor. Geç Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinde (1900-1940), üç kuşaktan izler taşıyan arşiv, çeşitli nesne, yazı, fotoğraf ve belgelerle bir ailenin kendi kimliğini temsil ve ifade etme çabasını yansıtıyor.

Serginin özgül karakterinin diğer bir parçasını oluşturan kavramsal içeriğinin ardındaysa, Said Bey’in arşiviyle 2009 yılında karşılaşan Ece Zerman’ın yüksek lisans tezi ve sergiyi Ece Zerman’la birlikte hazırlayan Lorans Tanatar Baruh  bulunuyor.

Mehmed Said Bey (1865-1928), yaptığı her şeyi, günü gününe ajandasına aktarmaya çalışmış sıradan bir insan; fakat tarihin karmaşık bir dönemine yaptığı tanıklık, Said Bey’i ve arşivini ayrıcalıklı bir noktaya taşıyor. Söz konusu arşivi ayrıcalıklı kılan diğer bir nokta da onu inceleyenlere, tarihe bir başkasının tanıklığı üzerinden bakma olanağı tanıması. Tarih ve tanıklık… Temsil, Kimlik, Hafıza … Bir yandan, bugün çeşitli kaynaklardan okuyabileceğiniz, büyük T harfiyle Tarih, ciddi değişimlere sahne olarak akıp giderken; diğer yandan hem bu değişimlere ayak uydurmaya çalışan hem de kendi kimliğini ve bütünlüğünü korumaya çalışan bir ailenin, kırk yıla yayılmış ve kaydına başka hiçbir yerde erişemeyeceğiniz tanıklığı.

Bu serginin en güçlü yanı, belki de burada yatıyor; Tarihe bir seçenek olarak tanıklığı öne sürmesinde… Sözü edilen olay ve gelişmeleri, yaşayan insanların kim olduklarına; o sırada neler yaşadıklarına; yaşadıklarının onlara nasıl göründüğüne yer ver(e)meyen Tarih, ister istemez, içinde insanın olmadığı bir soyutlamaya dönüşüyor. İşte Arşivi Parçalamak…, Tarihi bir soyutlama olmaktan çıkaracak olan tanıklığa, yani Tarihin bireysel izdüşümüne yer vermesi bakımından büyük bir önem taşıyor. Dolayısıyla Ece Zerman’ın, Derin Terzioğlu’nun tarihi insanlı yazmak düşüncesine yaptığı atfın ve serginin –aynı zamanda– bir tarih yazımı denemesi olduğunun da altı mutlaka çizilmeli.

Şu âna dek, serginin özgül karakterini oluşturan iki parçadan söz edildi: Bunlardan ilki, serginin maddi (arşivsel) temeli, ikincisiyse serginin kavramsal içeriğiydi. Söz konusu özgül karakterin üçüncü parçasıysa serginin tasarımı.

Yazı, fotoğraf ve nesne gibi birbirinden farklı nesnelerle; bireysel ve tarihsel olmak üzere farklı anlatılarla; bir ailenin, kırk yıla yayılan farklı kuşaklarıyla örülü olması bakımında zaten parçalı bir yapıya sahip olan bir arşivi, bir sergiye dönüştürmek için belki de tek çıkar yol olan sergi tasarımı da serginin üzerinde durulması gereken niteliklerinden.

Bir arşivi sergilemekteki en büyük güçlüklerden biri olan ve yukarıda fazlasıyla üzerinde durulan çoğul karakter ve parçalı yapı, serginin tasarımını üstlenen Future Anecdotes Istanbul  (Aslı ve Can Altay) tarafından serginin harikulade tasarımına dâhil edilerek bir avantaja dönüştürülmüş. Bu amaçla, Açık Arşiv sergilerinin yapıldığı, SALT Galata’nın uzun salonu, geçişe olanak tanıyan perdelerle çeşitli bölümlere ayrılmış ve Said Bey’in arşivinin farklı parçalarına karşılık gelen bölümler, farklı renk ve başlıklarla çeşitli kategoriler haline getirilmiş. Kategoriler arası geçiş ve bütünlük ise yönlendirici nitelikteki göndermelerle sağlanıyor. Hem Said Bey’in arşivinin tanıklık ettiği dönemin çok dilli yapısından, hem de Said Bey’in kendisinin de bir Frankofon olmasından hareketle, sergiye kılavuzluk eden açıklayıcı metinlerin Fransızca ve İngilizce çevirilerine de yer verilmiş. Sergi tasarımındaki diğer bir dikkat çekici nokta da serginin, beş duyudan –tat alma dışındaki– dördüne hitap eden öğelerle zenginleştirilmiş olması.

Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı Ailesinde Temsil, Kimlik, Hafıza, bizleri, yitip gitmesinin önüne geçmek için olabildiğince yaşama iliştirilmiş bir geçmişe, şimdi ve buradanın penceresinden bakmaya davet ediyor. Sıradan bir insanın hiç de sıradan olmayan arşivini incelemek, tarihi bir başkasının tanıklığı üzerinden okumanın farklılığını deneyimlemek, en önemlisi de bir arşiv içinde kendi rotanızı çizmenin büyüsü yaşamak için Arşivi Parçalamak… mutlaka incelenmesi gereken bir sergi.

 ykemaliz@gmail.com

 

* Mehmed Said Bey (1865-1928), Mekteb-i Sultânî (bugünkü Galatasaray Lisesi) mezunlarındandır; aynı okulda hocalık yapar, sarayda tercüman olarak çalışır. Evinde bir piyano bulunur, her gün neler yaptığını ajandasına not alır, sinemaya gitmeyi sever, çocukları bir matmazelden Fransızca dersi alır, 1920’lerde ailesiyle Şişli’de bir apartman dairesine taşınır. Fransız tarihçiler François Georgeon ve Paul Dumont’un tanımıyla adeta bir “İstanbullu burjuva karikatürü”dür. [Sergi basın bülteninden]

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 15:41:08