"…filmin ana çatışması her ne kadar caz dünyasında anlatılan bir şehir efsanesi üzerine kurulmuş olsa da Whiplash’in asıl derdi cazdan ziyade egoyla, hırsla ve iktidar savaşıyla ilgili."
Özellikle Amerikan sinemasında, bir öğretmenin sorunlu öğrencilerine kılavuzluk edip onu doğru yola soktuğu ve hayatlarını düzene koymalarında yardım ettiği pek çok film vardır. Dead Poet’s Society, Dangerous Minds, Freedom Writers ve daha pek çoğu neredeyse aynı hikâyeyi takip eder. İdealist bir öğretmen, ailevi sorunları olan, uyuşturucu bağımlılığıyla boğuşan ya da gelecek hayalleri olmayan öğrencilerine umut aşılar bu filmlerde. Geçtiğimiz hafta ‘Başka Sinema’ salonlarında vizyona giren Whiplash ise adeta bu bildik hikâyeyi paramparça ediyor. Çünkü bu kez ortada ‘doğru’ yolu şaşırmış, sorunlu bir öğrenci yok. Aksine ne istediğini bilen, ailesi tarafından sevilen, çalışkan bir öğrenci var. Andrew adındaki bu genç adamın başarılı bir caz davulcusu olmaktan başka bir derdi yok. Müzik eğitimi aldığı konservatuvarda gece geç saatlere kadar bu yüzden çalışıyor zaten. Babası, biricik oğlu Andrew’a inanıyor ve elbette Andrew da bir gün en iyilerden biri olacağının hayaliyle yaşıyor. Fakat gelin görün ki Andrew’in karşısındaki öğretmen bunlarla yetinen bir tip değil. Hatta ‘yetinmek’ onun lügatinde yok. Zaten Whiplash’i farklı kılan ve bir film olarak üzerine düşünmemizi sağlayan da ‘Fletcher Öğretmen’in bu sınırları zorlayan kusursuzluk arayışı.
Fletcher’ın Andrew’le tanışıp onu kendi sınıfına kabul ettikten hemen sonra genç adama anlattığı bir hikâye var. Bu hikâyede efsane caz davulcusu Jo Jones, o sıralarda onunla birlikte çalan saksafoncu Charlie Parker’ın kafasına – parçayı yanlış ritimde çaldığı için – bir zil fırlatıyor. Yaşadığı bu üzücü olay üzerine Charlie Parker da çok utanıyor ve hırslanıyor. Daha çok çalışmaya başlıyor ve tüm zamanların en başarılı caz müzisyenlerinden biri oluyor. İşte bu hikâye, Fletcher’ın Andrew üzerindeki bütün motivasyonunu oluşturuyor aslında. Çünkü Fletcher da hayatı boyunca kafasına bir zil fırlatabileceği kendi Charlie Parker’ını aramış durmuş. ‘O’nu bulmak için de sınırları sonuna kadar zorlamaya kararlı. Bu yüzden de Andrew’i konservatuvarda gecenin bir saatinde davulları döverken gördüğü ilk anda kolları sıvıyor ve bugüne dek beceremediğini bir kez daha becermeye girişiyor. Üstelik elinde bu kez öğretmeninin elinde hamur olmaya ve yoğrulmaya dünden razı bir talebesi var.
Andrew ve Fletcher’ın hikâyesinde, her ne kadar bu iki karakter sürekli bir iktidar çatışması içinde olsalar da aslında onları birbirlerine çeken son derece kuvvetli ortak bir hisse sahipler. Bu da bitmek tükenmek bilmeyen bir başarı hırsı ve açgözlülükten başka bir şey değil. Andrew, elbette genç olduğu için kendisinin yaşıtlarından farklı olduğu ve günün birinde dünyayı değiştirecek şeyler yapacağı inancına sahip. Ondaki bu bir türlü üzerinden atamadığı ‘11 yaş’ sendromu, beraberinde parmakları kanatacak ve davulları parçalayacak ölçüde şiddetli bir hırsı yaratan şeyin kaynağını oluşturuyor. Andrew, kazara bir başka idealist öğretmen – sorunlu öğrenci filminin ana karakteri olsaydı muhtemelen karşısına onu bu hırstan arındıracak bir öğretmen çıkacak ve Andrew’i huzura ve mutluluğa kavuşturacaktı. Fakat burada karşısında öğretmen olarak Fletcher gibi biri var ki, aslında Whiplash’i izlemesi son derece eğlenceli bir film kılan da senaryodaki bu çatışma hilesi zaten. Çünkü Fletcher hiç öyle türün diğer filmlerinden alıştığımız gibi hayatı yalayıp yutmuş bir öğretmen değil. Onun durumu aslında öğrencisinden de vahim. Fletcher’ın hırsı, muhtemelen bu yaşlı kurdun içinde yıllardır yer etmiş olan bir yalnız başına başaramamanın getirisi. Kısaca özetlemek gerekirse; Fletcher, şu meşhur Charlie Parker – Jo Jones hikayesini hiç ağzından düşürmüyor ve bir gün hep Charlie Parker’ı bulacağına inanıyor inanmasına ama atladığı önemli bir ayrıntı var. Fletcher, bir Jo Jones değil. Başaramamış, zamanında en iyilerden biri olamamış. Belki de bu yüzden onun için Charlie Parker’ı bulmak bu denli saplantılı bir hale gelmiş. Çünkü eğer bir gün onu bulursa palavradan da olsa kendini yeni Jo Jones olduğuna inandırabilecek bu emekliliği gelmiş öğretmen. Dolayısıyla Andrew ya da bir başka hayalperest yeni yetmeyi bu yolda harcamak onun için sorun edilecek bir şey değil. Ne de olsa tarihe geçmek o kadar da kolay değil!
Göründüğü üzere, filmin ana çatışması her ne kadar caz dünyasında anlatılan bir şehir efsanesi üzerine kurulmuş olsa da Whiplash’in asıl derdi cazdan ziyade egoyla, hırsla ve iktidar savaşıyla ilgili. Cazın sadece filme tempo tutturmaya yarayan bir havası var burada. Elbette film boyunca Duke Ellington ya da Buddy Rich parçaları işitiyor olmak son derece keyifli; ama bu kesinlikle Whiplash’in bir caz filmi olmaya ya da o dünyaya ayna tutmaya çalışması anlamına gelmiyor. Whiplash’in hikayesi bir eskrim okulunda ya da dans okulunda da geçebilirdi. Bir caz okulu ve caz dünyası burada tamamen filmin atmosferini yaratan bir arka plandan ibaret sadece. Daha fazlasını kurcalayıp Whiplash’i bir caz tarihi sınavına çekmeye ve bu yüzden sınıfta bırakmaya hiç lüzum yok. Çünkü filmin temel derdi Andrew ve Fletcher’ın sıradışı ve hastalıklı öğrenci – öğretmen ilişkisi ve bu ilişki de son derece sağlam kurulmuş filmde. Öyle ki Andrew’in yan komşunda verilen kalabalık ve gürültülü partiye göz ucuyla bakıp başını çevirmesi ya da yoluna engel olduğunu düşündüğü için kız arkadaşından ayrılması hep ‘birileri’nin aklındaki Charlie Parker olabilmek için yapılan fedakarlıklar. Unutulan şu ki; Charlie Parker olmak ya da Jo Jones olmak belki mümkün. Fakat Charlie Parker ‘mutlu’ muydu? İşte orası önemli.