A password will be e-mailed to you.

Zeki Müren Hattı’nın yaratıcısı belgesel sinemacı ve yeni medya sanatçısı Beyza Boyacıoğlu ile projesini ve bir transmedya karakter olarak kendi efsanesini her mecrada yenileyen Zeki Müren’i konuştuk. Müren’in Türkiye’nin kültürel ve sosyopolitik kırılmalarına nasıl eşlik ettiğini, yeniden bir direniş sembolüne dönüşümünü, Zeki Müren Hattı’nın kuir bireylerin seslerini duyurabilecekleri alternatif bir platforma dönüşme ihtimalini, Müren ile dertleşenleri, yapım aşamasında olan ‘Uzaydan Gelen Prens’ filmini ve interaktif hikaye anlatıcılığının çıkmazlarını tartıştık. Boyacıoğlu’nun gözünden yeni anlamlara bürünen Zeki Müren’in seyirciyle arasındaki 4. duvarı bir kez daha yıkışına tanıklık etmek üzere Zeki Müren Hattı’nın yakından takipçisiyiz.

Bu yılın !f Istanbul Yarın seçkisinde yer alan, Amsterdam IDFA’da birçok heyecan verici interaktif belgesel işi ile buluşan ve Salt’ın 2015’te Araştırma Fonu ile desteklenen Zeki Müren Hattı nasıl bir süreç sonunda ortaya çıktı?

Zeki Müren projesi bir uzun metraj belgesel olarak başladı. 2015 yılında Salt Araştırma Fonu’nu kazanmıştım Zeki Müren ile ilgili araştırma yapmak için. Bu araştırma, aynı zamanda Massachusetts Institute of Technology (MIT)’deki master tezimin parçası olacaktı. 2015 yazını Zeki Müren üzerine çekeceğim belgeselin ön çekimlerini yapmak amacıyla Türkiye’de geçirdim. Müren ile ilgili bir proje yaptığım yakın çevremde duyulmaya başladıkça sürekli telefonlar almaya başladım. Herkes arayıp onunla ilgili bir anısını paylaşıyordu. Böylece güçlü bir kolektif hafıza veritabanı olduğunu fark ettim. Bir ucundan açarsak içinden müthiş şeyler çıkacağına inançla Zeki Müren Hattı’nı kurmaya karar verdim. Hattı kurmak için Vojo ismindeki açık kaynak aracı kullandım. Vojo, telefon aracılığı ile bırakılan mesajları bir websitesine yöneltip biriktiren bir sistem. Akıllı telefon ya da internet erişimi gerekmeden, basit telefonlar kullanarak insanların hikayelerini toplamak için tasarlanmış bir araç.

Vojo daha önce bir çok aktivist projede de kullanıldı, örneğin New York’daki Sandy kasırgasında zarar gören bölgelerde yaşayan insanların mesajlarını biriktirdiği Sandy Storyline, ya da Peru’daki yerel halkların devlet tarafından zorla kısırlaştırılmasını konu edinen Quipu projesi. Ben de bu teknolojiyi Türkiye’nin en büyük pop starının hikayelerini toplamak amacıyla kullanıyorum. Vojo aracılığıyla şimdiye dek 1000’in üzerinde mesaja ulaştık. Telefon hattı üzerinden böyle bir hat oluşturmanın özgürleştirici bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Benim teker teker film yönetmeni olarak erişemeyeceğim yerlere ulaşmamı ve Zeki Müren’in sonsuz çeşitlilikte alımlamasına tanık olmamı sağladı.

Zeki Müren Hattı, bize bir toplumsal hafıza mekanı sunuyor. Müren ile ilgili kendi öykülerimizi ya da anılarımızı paylaşabileceğimiz, başkalarının hikayelerini birleştirebileceğimiz bir platform oluşturuyor. Hattı oluştururken nasıl bir içerik oluşmasını bekliyordunuz, karşılaştığınız tablo nasıl oldu?

Zeki Müren’in ölümünden 20 sene sonra halen devam eden ve bir anlamda yenilenen popülerliği nedeniyle, hattın hızla yayılacağını tahmin ediyordum ama ne tür hikayeler geleceğini çok tahayyül edemiyordum. Mesela arayanların çoğunun Müren ile birebir konuşmaya ve dertleşmeye başlamaları sürpriz oldu. Bu bence tasarım tercihinin yarattığı bir etki. Telefonu açınca Zeki Müren’in ‘Alo buyrun efendim’ dediğini duyuyoruz. Zeki Müren ile karşılaşacakmış gibi, “Ee cevap vermiyor?” diye şaşırıp Müren ile konuşmayı bekleyenler bile oldu. Telefon gibi, basit ve teknolojik olmayan bir arayüzü kullanmam ve arayan insanların ilk karşılaştıkları şeyin Müren’in sesi olması mesajların içeriğini de etkiledi. Bu etkileşim, eski zamanları hatırlatıyor ve daha samimi bir ortam oluşturuyor.

Mesajlar arasında sevgilileri ile ilgili dertlerini paylaşanlar, Türkiye’nin geçmiş günlerini yad edenler de var, günümüzün dertleri ile ilgili konuşanlar da. Mesela İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde patlama olduktan hemen sonra, üzüntüsünü paylaşmak için arayan biri var. O gün üzüntüsünü paylaşmak için aile dostunu aramaktansa hattı aramış. Bir kullanıcı kaybettiği annesini her gece Müren’in şarkılarıyla andığından bahsediyor. Bu yakınlığın, hattın yarattığı samimi ortamın getirisi olduğunu düşünüyorum.

Zeki Müren Hattı’na bırakılan mesajları dinlediğimizde, farklı sosyoekonomik geçmişlere sahip bireylerin yine bir çok farklı biçimde Müren’le özdeşlik ve bir duygusal bağ kurduğuna tanık oluyoruz. Birikmeye devam eden mesajların, bugünün Türkiye’sinde, hiç bir zaman açıkça politik bir görüş ya da muhalif bir duruş sergilememiş bir figürü politize ettiğini söylemek mümkün mü?

Hattı arayanlar arasında çok farklı sosyal ve kültürel arkaplandan gelen insanlar var.

Mesela bazıları Zeki Müren’i dinlemezdim ama Mehmetçik Vakfı’na parasını bağışlamasını çok önemli görüyorum, müziğini bilmiyorum ama yine de çok seviyorum diyor. Çok şairane olan kayıtlar var “Ben güzel konuşmayı Zeki Müren’den öğrendim” diye başlıyor. Birçok katılımcı arayıp Zeki Müren şarkısı söylüyor. LGBTİ bireylerden geri dönüş alıyoruz; Onur Yürüyüşü’nde Müren’in resmini gördüğünde hissettiklerini anlatanlar, kendisini büyürken Zeki Müren ile özdeşleştirdiğini ifade edenler var… Başka bir hikaye Müren’in bir gazino performansındaki sözlerinden yola çıkarak ne kadar inançlı bir insan olduğunu anlatıyor. Aslında farklı farklı Zeki Mürenler var elimizde. Milliyetçi, inançlı, bir yandan kuir…

Zeki Müren medyayı çok iyi anlayan bir insan olduğu için farklı platformlarda kendisinin farklı yüzlerini göstererek her kesimden insana kendini beğendirebilmiş bir figür. Onu, herkese mavi boncuk dağıtmış bir popülist olarak veya yaratıcı bir direnişle farklı bakış açılarını tek potada eritmiş bir direnişçi olarak kabul edebiliriz. Apolitik olduğunu söyleyebildiğimiz kadar, birleştirici bir figür olduğundan da bahsedebiliriz.

Neticede Zeki Müren 1950’lerde ortaya çıkan bir sanatçı. 1955 senesinde ilk kez gazinoya çıkıyor ve adım adım ‘Uzaydan Gelen Prens’ karakterine bürünüyor. 1950’lerde beliren bir figürün bunu yapabilmesi büyük bir hareket. Bunun üstüne, bir de o ünlü kostümlerini giyip sahneye çıktıktan sonra, açıkça “ben cinsiyet normları ile oynuyorum” diye ifade etmesine de gerek olmayabilir. Zeki Müren, David Bowie ya da Prince’den 10-15 yıl önce, üstelik de oldukça muhafazakar bir toplumun karşısında bunları yapıyor. Elbette apolitik tavrının eleştirilmesini anlıyorum. Ama belki de onunla çok fazla zaman geçirmiş olmamdan kaynaklanan bir yakınlıkla, ona hak vermeye biraz daha meyilliyim. Çağının sınırlarını olabildiğince zorladığını ve kendi limitleri içerisinde oldukça ilerici davrandığını düşünüyorum.

Peki bununla ilişkili olarak Zeki Müren’in son dönemlerde yeniden bir direniş sembolüne dönüşmesi ve sanatının ve görsel imgesinin yeni direniş anlamları kazanması hakkında ne söyleyebiliriz?

Zeki Müren 1950’lerde Cumhuriyet’in altın çocuğu olarak ortaya çıkmıştı ve modernleşme projesinin ve erken Cumhuriyet döneminin kültürel politikalarının bir nevi ürünüydü. Kültürel üretimin devlet tarafından desteklendiği bir dönemde Müren bir radyo sanatçısı olarak ortaya çıkıyor, her ne kadar sonrasında gazino aracılığı ile piyasaya dahil olsa da, kendisine radyo sanatçısı kimliği üzerinden bir statü yaratıyor. Türk Sanat Müziği’ni batı kanonlarıyla birleştirip popülerleştiriyor. Bu devletin ‘müzik reformu’ ilkeleriyle uyuşan bir yönelim. İstanbul’daki kültürel hayatın çok canlı olduğu gazino yıllarını düşündüğümüzde akla gelen ilk isim yine Zeki Müren.

Bütün bu nedenlerden ötürü, o zamanları yaşamış insanların, bugünden geriye baktıklarında, o günleri Zeki Müren ile özdeşleştirdiklerini söyleyebiliriz. Bugün, modernleşen ve yüzünü batıya dönmüş Türkiye idealini benimsemiş kitlenin, geçmiş günlere duyduğu özlem ve günümüzün Türkiyesi hakkında hissettikleri hayal kırıklıkları, Zeki Müren ve benzer dönem ikonlarına dair bir nostalji olarak su yüzüne çıkabiliyor. Bu, onun yaşamı sırasındaki popülerliğini, ölümünden 20 sene sonra daha da artarak  korumasının açıklaması olabilir.

Soru Zeki Müren’in bugün yeni anlamlar kazanması ise ona da şöyle bakabiliriz: Zeki Müren 1950’lerin Türkiyesi’nde ortaya çıkmış bir kuir ikon, aynı zamanda bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük yıldızı. Bu bayağı müthiş bir şey. Onu bir direniş sembolü olarak kabul edip, onun direnişini değişik konulara ve mecralara aktarmak bence çok doğal ve yerinde bir hareket. Zeki Müren’in yeni anlamlar kazanmasına katkısı olan bugünün genç yetişkinleri, yani, bugün söylem, sanat, kültür üreten ve sosyal medyada aktif olan insanlar, 80 ve 90’lı yıllarda, televizyonda Müren’in görüntüsünü izleye izleye büyümüş kişiler.

Belki de Müren’in bugün popülerleşmesinin bir diğer nedeni de bu kitlenin bilinçaltında olan renkli Zeki Müren imgesi. Benim de dahil olduğum bu jenerasyon, 80’lerin tek kanallı monoton televizyonunda, en canlı, en renkli, en fantastik bir karakter olarak Zeki Müren’i izleyerek büyüdü. Yaratıcılık, farklılık, hoşgörü ve özgüven sembolü olarak Zeki Müren’i, bilinçaltımızdan çekip çıkarmak ve bugüne taşımak bazen umutsuzluğa kapılmamızı engelliyor olabilir. Diğer bir deyişle Zeki Müren’i bir direniş mekanizması olarak bugüne uyarlamak istiyor olabiliriz.

Projenin sahibi Beyza Boyacıoğlu

Zeki Müren Hattı zengin bir etnografik veri ile oluşan bir sözlü tarih çalışması. Oluşan arşiv, Müren’in farklı kuşaklar tarafından nasıl alımlandığını gösterirken, Türkiye’nin yılladır yaşadığı kırılmaların da gündelik pratiklere izdüşümü haline geliyor. Siz arşivin Türkiye’nin siyasi tarihi ile bir diyalog içinde olduğunu düşünüyor musunuz?

Proje elbette popüler kültür ve Zeki Müren üzerinden bir Türkiye portresi çiziyor. Bütün dertlerimiz, değerlerimiz, kutsallarımız, önyargılarımız, çelişkilerimiz, mesajların satır aralarında su yüzüne çıkıyor. Zeki Müren’i kullanarak, Türkiye insanına dolaylı yoldan bir ayna tutmuş oluyoruz ama ortaya çıkan temsil de performans, şaka ve oyunla karışık ilginç bir portre.

Sanırım projenin politik tonunun yükseldiğine ‘Uzaydan Gelen Prens’ filmi ile tanık olacağız. Biraz filmden bahsedelim mi?

Uzaydan Gelen Prens’, Müren’in gazinoda giydiği kıyafetlerden birinin ismi. Mini etek ve  yüksek platform topuklu ayakkabı giydiği kostüme kendimi ayda yürüyen Neil Armstrong gibi hissediyorum diyerek bu ismi veriyor. Proje, ismi ile hem bu kostüme referans veriyor hem de Müren’in aykırı bir figür olduğuna, uzaydan gelmiş ve Türkiye’ye düşmüş bir prens gibi bizim dünyamızdan uzak, bize çok aykırı ama bir yandan da bir prens gibi saygıyla karşılanan bir figür olduğunu vurguluyor. Belgesel, Müren’in lensinden Türkiye’nin 1950’lerden bugüne dek geçirdiği siyasal, sosyal ve kültürel dönüşümlere dair bir bakış açısı sunmayı hedefliyor.

Daha önce de bahsettiğim gibi, Müren’in doğuşu ve de Türkiye’nin ilk ve en büyük pop starı konumuna yükselişi Türkiye’nin modernleşme projesi ile beraber ilerleyen ve birbirini destekleyen bir süreç. Müren’i anlatabilmek için mutlaka Türkiye modernleşme projesinden, kültürel reformlardan, TRT’nin etkisinden, dönemin müzik politikalarından, müzik endüstrisi ve devlet destekli kurumların etkisinden bahsetmek gerekiyor. Müren gibi cinsiyet normları ile oynayan bir karakterin Türkiye toplumunda ortaya çıkmasının ülkenin batılılaşma projesinin en hız aldığı zamanlara denk düşmesi de tesadüfi değil. Bir anlamda belgesel Zeki Müren’in ortaya çıkışını politik, sosyolojik ve kültürel yapısı bakımından inceliyor, ve Müren’in ölümünü takip eden ve günümüze kadar olan dönemde de Zeki Müren’in hayaletlerini takip ediyor.

Zeki Müren Hattı ile oluşan arşivin Zeki Müren’in yarattığı ve sanat hayatı boyunca da büyük özenle koruduğu mitolojisini görünür kılmak gibi bir misyonu olduğunu söylemek yerinde olur mu? Çalışmanın bu parçasının tüm proje içinde nasıl bir işlevi olduğunu düşünüyorsunuz?

Zeki Müren Hattı’nın farklı hikayeleri biriktirebilmek için ilginç bir kaynak ve deneysel bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Oradan gelecek hikayeleri, belgeselin içinde de üst ses olarak ya da bölüm ayraçları olarak kullanacağım. Zeki Müren Hattı aynı zamanda Müren hakkında söz söylemek isteyenler için demokratik bir platform. zekimurenhatti.com’a girip yüzlerce mesaj arasından seçilmiş 37 hikayeyi, çeşitli görseller ve etkileşim eşliğinde dinleyebiliyorsunuz. Bu web platformu aynı zamanda hatta gönderilen mesajların tamamını içeren bir arşive de sahip.

Zeki Müren Hattı interaktif belgesel projesini hala festivallerde gösterdiğimiz için, site henüz halka açılmadı. İnteraktif belgeseli, uzun metraj film ile eşzamanlı yayınlamayı düşünüyoruz. Bu şekilde belgesel ve hat birbirini destekleyen  projeler olacak. Umuyoruz ki filmi izleyenler aldıkları ilhamla hattı arayacaklar.

Aynı zamanda, Zeki Müren Hattı, Türkiye’de ana akım medyada çok da konuşulamayan konuların dile getirilebilmesi için samimi ve güvenli bir platform haline de dönüşebilir. Örneğin, Türkiye’de LGBTİ bireylerin sesini maalesef hiç bir ana akım medyada duyamıyoruz, televizyonda LGBTİ karakterler ve konuları sansürleniyor.  O yüzden projenin bir amacı da Müren’i bir kuir ikonu olarak gören kişilerin seslerini duyurabilmek.

Zeki Müren Hattı interaktif hikaye anlatıcılığından yararlanarak katılımcılara yalnızca görsel ve işitsel bir deneyim sunmakla kalmıyor. Hattı oluştururken edilgen bir izleme süreci yerine aktif bir katılım deneyimi yaratmayı da hedefliyorsunuz. Katılımcılara bu olanağı sağlayabilmek için tercih ettiğiniz görsel ve anlatısal özelliklerden bahsedelim mi?

Zeki Müren Hattı’nın interaktif web platformu kısmı Zeki Müren Hattı’na gelen mesajların içinden seçtiğimiz bir grup hikayeyi sergiliyor. Gelen bin mesajın hepsini bu platforma koymamız mümkün değildi o yüzden biz de bin mesajın arasından 37 mesaj seçtik. Özellikle, Zeki Müren Hattı projesi erişime açıldıktan sonra ve filmin gösterime girmesiyle birlikte bu mesajların daha da artacağını düşünüyorum. Daha çok mesaj elde ettikçe, Zeki Müren’in gazino hikayeleri, radyo günleri gibi tematik bölümler eklemeyi düşünüyoruz.

Web platformunda her mesajı Zeki Müren’in hayatından bir görselle eşleştirdik. Kullanıcı bu mesajlar ve görseller arasında dilediğince hareket edebiliyor ve Zeki Müren’in 1950’den 1980’lere kadar görsel olarak dönüşümünü bir animasyon şeklinde görebiliyor. Bunun yanı sıra, estetik olarak Zeki Müren telefon hattının yarattığı samimiyeti görsel olarak web platformuna tercüme etmek istedik. Projenin diğer yönetmeni Jeff Soyk ile beraber konuştuğumuz en önemli konsept Müren’in izleyicisiyle ile kurduğu yakınlık idi. Müren’in birçok farklı mecrada, seyirci veya dinleyici ile arasındaki dördüncü duvarı yıkmak gibi bir çabası olduğunu görüyoruz. Mesela radyoda program yaparken, gece program yapıyorsa, direk gece uzun yol şoförlerine hitaben mesajlar veriyor; gözünüzü yoldan kulağınızı benden ayırmayın diyor.

Çok iyi bildiğimiz gazinonun T şeklindeki sahnesi, yine seyirci ile arasındaki duvarı yıkmak için Zeki Müren’in yarattığı bir icat. İnsanlara bir duvar ardından ve uzaktan seslenmeyi değil onların içine karışmayı, insanlara eğilmeyi, onlar ile etkileşim içinde olmayı hedefliyor. Gazino izleyicileri orada paralı müşteri değil, Zeki Müren’in özel davetlisiymiş gibi hissetsin istiyor. Ya da sosyal medyada çok fazla gezen Müren’in 1984 yılbaşı videosunu düşünelim. Orada kameraya parmağı ile işaret edip iyi seneler dedikten sonra “Siz de gülün! Şimdi siz de gülün!” diyor. Böylece evdeki izleyici, Müren’in kendisi ile direk bir iletişim içinde olduğunu düşünüyor, bu da dördüncü duvarı yıkma örneklerinden biri.

Müren kitle iletişim araçlarını çok iyi anlıyor. Şu an hepimizin aşina olduğu kişiselleştirilmiş kullanıcı deneyiminin bir illüzyonunu Zeki Müren bu teknolojinin olmadığı bir zamanda kendi yöntemleri ile yapmaya çalışıyor. Müren’in bu farkındalığı Jeff ve beni çok etkiledi ve bunu interaktif web platformuna uyarlamak istedik. Yaptığımız tüm estetik tercihler de Müren’in dördüncü duvarı yıkmak için geliştirdiği bu görsel ve işitsel dili sürdürmek üzerine kuruldu.

Belgesel film yapım ve yönetimi alanında birikiminiz var. MIT’de Karşılaştırmalı Medya Çalışmaları programında yüksek lisansa başlamadan önce Sebastian Diaz Aguirre ile UnionDocs aracılığı ile gerçekleştiğiniz proje ‘Tonita’nın Klubü’ birçok uluslararası festivalden ödülle döndü ve MoMA ve Anthology Film Archives  gibi prestijli kurumların film seçkisinde yer aldı. Ancak Zeki Müren projesi ile birlikte, interaktif hikaye anlatıcılığı mecrasında çalışmak sizin için de yeni bir deneyimdi. Bu süreç size sinemanın yeni medya ile ilişkisine dair neler gösterdi?

İnteraktif hikaye anlatımı hem yapım süreci açısından hem de yarattığı deneyim anlamında sinemadan çok farklı. Sinemacı, eğer sinemanın estetik kurallarına hakimse ve kendi diline güveniyorsa, bir auteur olarak, izleyicinin tepkisini çok da öncelik olarak görmez. İnteraktif projelerde ise kullanıcının deneyimi her zaman ön plandadır ve yönetmenin estetik seçimleri ve istekleriyle eş değerdir.

Sinema izleyicisinin filmi nasıl alımlayacağını elbette düşünürsünüz ama onun her adımını hesaplamanıza gerek yoktur; çünkü sinema öyle çalışan bir şey değil. Filmin hiçbir noktasında izleyici filmin dilini çözemediği için kalakalmaz. İnteraktif hikayelerde ise, her adımın kullanıcı için net olmasın ve anlamlı bir deneyim sunması çok önemli. Mesela bu amaçla, kullanıcı testleri yapıyoruz. Bu testlerden aldığımız geri dönüşüm üzerinden projeyi geliştirmeye devam ediyoruz.

İnteraktif hikaye anlatıcılığının en büyük zorluğu ve en büyük güzelliği, her projenin, estetiğini ve kurallarını kendinin icat etmesi. Ne de olsa web üzerinden her formda hikaye anlatabilirsin. Şablonlar elbette var ancak özgün bir deneyim yaratmak için işe sıfırdan başlıyorsun. Bu alanın hem özgürleştirici hem de zor yanı bu. Her yeni film yaptığında, montaj yazılımını, kamerayı, projeksiyon makinasını, ve filmin gösterileceği sinemanın tüm mekansal tasarımını yeniden icat etmeye benziyor. Tam da bu yüzden interaktif hikaye anlatıcılığında iş birliği çok önemli hale geliyor. Zeki Müren Hattı için birlikte çalıştığım, projenin diğer yönetmeni Jeff Soyk’un uzmanlık alanı interaktif tasarım, ben daha çok hikaye anlatımı, araştırma ve bir parça da tasarımda uzmanlaşıyorum. Sitenin kurulumunu da Türkiye’den web programcısı Can Usta üstlendi. Hepimiz bu süreçte sıkı bir iletişim ve iş birliği içinde çalıştık.

Yeni belgesel deneyimleri ile ilişkimiz henüz çok taze. İnteraktif sinema alanında sizin projenize yakın hissetiğiniz ya da ilham aldığınızı söyleyebileceğiniz başka projeler var mı?

Şu an proje yöneticisi ve yapımcı olarak çalıştığım MIT Open Documentary Lab’de, interaktif ve kurmaca olmayan projeler üzerine araştırma yapıyoruz. Bence bu alanın en iyi örneklerinden birisi Katerina Cizek’in  Highrise projesi. Dünyanın çeşitli yerlerinde gökdelenlerde yaşayan insanların hayatlarını ele alıyor. Cizekin ilgi alanlarından biri de co-creation yani beraber üretim. Belgeselini çektiği insanlarla beraber üretim yapıp onları da belgesel projesinin parçası haline getirmek ile ilgileniyor.

Yine telefon hattı yoluyla çalışan Journal of Insomnia projesini çok beğeniyorum. Websitesi üzerinden uyuyamadığınız saat aralıkları içinde bir randevu saati alabiliyorsunuz ve o saatte telefonunuz çalıyor. Uyku problemi olan insanlar Journal of Insomnia üzerinden hikayelerini anlatıyor, birbirleriyle dayanışıyorlar. Web üzerinden, bu kadar kişisel bir deneyimi yabancılarla paylaşma fikri ilgimi çekiyor.

Sanırım bu tarz teknolojik projeler arasında ilgimi en çok çeken örnekler, genelde analog veya kişiselleştirilmiş yöntemler kullanıyor. Zeki Müren Hattı’nda bizim yaptığımız gibi.

Zeki Müren çalışması aynı zamanda MIT’de Karşılaştırmalı Medya Çalışmaları programı için hazırladığınız yüksek lisans tez projeniz. Zeki Müren’i hem erken Cumhuriyet dönemi sonrası Türkiye’sinin modernleşme projesinin önemli bir figürü olarak görüyorsunuz, hem de son on yılın sosyopolitik ortamı içinde özellikle de LGBTİ hareketi çerçevesinde değerlendiriyorsunuz. Çalışma Zeki Müren’e nasıl bir kuramsal çerçeveden bakıyor. Tez çalışması süresince öne çıkan temalar ya da kavramlar neler oldu?

Tezimde özellikte kullandığım iki kuram vardı. İlki Henry Jenkins’in transmedya kuramı. Transmedya, Jenkins’e göre bir hikayenin farklı platformlar üzerinden parça parça ama büyük bir bütün oluşturacak bir biçimde anlatılması. Bu parçaların hepsi farklı bir hikaye anlatabilir ve kendi başına ayakta durabilir hikayeler olmalarına rağmen bir araya gelince bir tek hikaye dünyası oluşturuyorlar. Yararlandığım diğer literatür ise Richard Dyer ve onun yıldızlar üzerine olan akademik çalışmalarıydı. Dyer, yıldızların oluşumunu ve dönemin baskın ideolojisinin ve toplumun kültürel sosyolojik politik arkaplanının yıldızların oluşturduğu efsane ile nasıl paralel olarak ilerlediğini anlatıyor.

Tezimde Henry Jenkins’in bahsettiği transmedya konseptinden yola çıkarak Zeki Müren’in bir transmedya karakter olduğunu iddia ediyordum. Müren bir transmedya hikaye gibi farklı platformlarda kendi personasına dair farklı yorumlar ortaya çıkararak, sonunda çok büyük ve kapsamlı bir Zeki Müren personası yarattı. Bugün Zeki Müren hattına gelen mesajlardan gördüğümüz üzere Müren’le kendini ilişkilendiren çok farklı görüşten insan var; miliyetçiler, muhafazakarlar, daha liberal görüşlü insanlar var, LGBTİ kitlesi var, yaşlılar var gençler var, üç farklı jenerasyon var Müren hakkında söyleyebilecek sözü olan. Bu çeşitliliğin sebebi de bence Müren’in kendisi için hazırladığı altyapı. Radyo ile başlayan, gazino, televizyon ve sinema mecralarına uzanan bir kariyer içerisinde, Müren kendisine öyle çok katmanlı bir karakter yaratmış ki, herkes bir şekilde Zeki Müren ile bağ kurabilir.

Geçtiğimiz yıl tamamladığınız bu akademik çalışma radyonun gelişimi, sinema ve televizyon alanındaki değişimlerin Türkiye’nin politik tarihine izdüşümü, gazino kültürünün ortaya çıkışı gibi temalardan Müren’i inceliyor, biraz bu tarihselleştirme biçiminden bahsedebilir misiniz?

Kronolojik olarak Müren’in farklı platformlardaki geçişlerini, kariyerinin gelişimini ve ölümünden sonra yaşananları ele alıyorum. Radyo günlerinden başlıyorum ve Müren’in devlet destekli bir radyo sanatçısı olarak ortaya çıkışını ve de bunu hazırlayan o dönemin koşulları ve devletin kültür politikalarından bahsediyorum. Sonrasında Müren’in sinemaya geçişi ve müzikli filmleri popülerleştirmesini ele alıyorum ve bunu yaparken sinemanın büyüsü ile nasıl kendi efsanesini sağlamlaştırdığından bahsediyorum. Müren neredeyse tüm filmlerinde ‘Zeki Müren’ isminde çok onurlu, naif ve yetenekli bir müzisyeni canlandırıyor. Bu hikayelerde Zeki Müren hem kendi biyografisindeki eksik yanları filmdeki karakterlerin güçlü yanları ile destekliyor, hem de kendi kariyerinde yaşanan olayları filmlerde yeniden canlandırarak seyirciye yeniden hatırlatıyor. Mesela ilk radyo programını Beklenen Şarkı filminde yeniden oynuyor.

Bu filmlerin çoğunda uzun uzun şarkı söylüyor, Müren’in sesini radyodan bilen insanlar, neredeyse bir konser gibi onu canlı canlı şarkı söylerken görmek için sinemaya gidiyorlar. Daha sonra da Müren’in altın çağını yaşadığı gazino günlerini değerlendiriyorum. Gazinonun ortaya çıkışından ve bu mecranın sosyolojik kültürel altyapısından, sonrasında da ölümü ve ölümünün ne kadar mitolojik bir hale dönüştüğünden bahsediyorum. Müren’in televizyon günlerini ve ölümünden sonra imgesinin ve sanatının farklı kitleler tarafından nasıl yeniden sahiplenildiğini ve de yeni anlamlar kazandığını tartışıyorum. Son olarak da kendi projemi tüm bu sağladığım arka plan doğrultusunda kavramsallaştırıyorum.

Zeki Müren Hattı, yakın zamanda Amsterdam IDFA Belgesel Festivalinde gösterildi. Birçok uluslararası festivalde atölyelere ve gösterimlere katılıyorsunuz, MIT’de Open Documentary Lab’da da belgesel biçimlerinin değişimine yakından tanık olabildiğiniz bir ortamda çalışıyorsunuz. Giderek büyüyen ve gelişmeye başlayan bir mecranın da Türkiye’deki ilk örneklerinden birini gerçekleştirdiniz.  Zeki Müren projesini belgesel sinemacılıkta yeni yönelimler çerçevesinde nasıl konumlandırıyorsunuz? 

Aslında biraz lüks ve zor bir hikaye anlatım şekli. Ben şanslıydım çünkü Jeff Soyk ile Open Documentary Lab’da tanıştım ve beraber çalışmaya başladık. Jeff, Emmy ödülü kazanmış, çok başarılı bir yeni medya sanatçısı. Ben projeyi Jeff’e götürdüğümde zaten Zeki Müren Hattı’nda yüzlerce mesaj birikmişti. Jeff de bu hikaye ile çok ilgilendi ve projenin ortak yaratıcısı olmayı kabul etti. Web geliştirmesi ve tasarımı çok masraflı işler olduğu için, lab bizi bir araya getirmeseydi böyle bir takım kurmam çok zor olabilirdi. Bu tarz projelerin dağıtımı da henüz çözülemeyen sorunlardan biri, finansal açıdan ve dağıtım ve gösterim açısından hala gelişmeye ihtiyacı olan bir alan interaktif sinema anlatıcılığı. Birçok proje yapılıyor ama çoğu güçlü kurumlar tarafından desteklenebildiği için var olabiliyorlar. Kanada’da National Film Board of Canada, Fransa’da Arté gibi büyük kurumlar, interaktif projeleri biraz da prestijli işler olduğu için destekliyorlar. New York Times ve The Guardian da gazetecilik ile belgeselciği karıştırarak bu formattaki projeleri destekleyebiliyorlar.

Bağımsız bir sanatçı olarak böyle projelere baş koymak çok zor. Elbette belgesel sinemacılık da zor ama en azından sinemada dağıtım, gösterim, fon, yapım konularında yerleşmiş standartlar var. İnteraktif hikaye anlatımında bunlar biraz sorunlu. Çok başarılı bir interaktif proje yaptıysan bile, mutlaka bu projenin, bir festival ya da kurum tarafından desteklenmesi gerekiyor. Yoksa iyilik yaptım denize attım gibi bir durum ortaya çıkıyor. Tribeca, Sundance, Sheffield ya da IDFA gibi büyük festivaller interaktif hikayelerin yer aldığı sergiler organize ediyorlar. Her ne kadar sınırlı olsalar da, bu festivaller işleri görünür kılmak için imkan sunan platformlar. Bu sene de İstanbul’da Deniz Tortum’un kürate ettiği !f Istanbul’daki Yarın sergisi benzer bir görev üstlendi. Tabii başka bir mesele de, festival gösterimlerinden sonra bu projelerin bakımı ve desteklenmesi. Bunlar da masraflı ve zahmetli işler.

“Bir Zeki Müren hayranına dönüştüm”

Projenin Zeki Müren ile çocukken kurduğunuz daha kişisel bir bağdan ilham alarak başladığını biliyorum. Zeki Müren’le geçirdiğiniz bu uzun sürecin sonunda çocukken ekranda gördüğünüz o şatafatlı figüre dair neler değişti? Bugün, özellikle de hattın arşiviyle bir araya gelen bu çok katmanlı Zeki Müren imgesi ile de birlikte, siz onu nasıl bir yerden görüyorsunuz?

Zeki Müren’e olan merakımı, büyürken anneannemle beraber sık sık Zeki Müren’in müziklerini dinleyip televizyon programlarını izlediğime borçluyum diyebilirim. Anneannem gibi klasik ve muhafazakar bir Türk kadınının aynı zamanda büyük bir Zeki Müren hayranı olması beni hep şaşırtmıştır. Projeye başlamama neden olan soru bu olmasına rağmen Zeki Müren’i araştırdıkça karşıma farklı farklı Zeki Mürenler çıkması tabii ki bu çalışmanın kapsamını genişletti.

1987 senesinde doğmuş biri olarak, Zeki Müren benim için, televizyondan bildiğim, ilginç kıyafetli, ağır ve ağdalı şarkılar söyleyen, biraz gülünç ama aynı zamanda saygı duyulan, arkadaşlarımın değil ama anneannemin sevdiği eski moda bir ünlüydü. Ama bu 1990’ların Zeki Müren’i. 50ler, 60lar, 70ler’in Zeki Mürenler’i ise her zaman sanatında öncü, karizmatik, kitleleri peşinden sürükleyen efsanevi bir karakter. Bunun nedeni de hem müziği hem kitle iletişimini çok iyi anlaması ve yeteneğinin yanında müthiş çalışkan bir insan olması. Bu nedenle, bence Zeki Müren Türkiye’nin gerçek anlamda ilk pop starı. Bugün onu nasıl görüyorsun sorusunu şöyle cevaplayabilirim: Üç sene önce ben Zeki Müren’i bir fenomen olarak incelemeye başlamıştım, bugün ise bir Zeki Müren hayranına dönüştüm.

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 12:47:22