Aslında kent, taşra, bunlar hep iç içe… Buradan çıkış yok canım!
Kentli bir adam, bir gün hiç bilmediği bir kasabada uyanır. Oraya nasıl geldiğini hatırlamıyordur, oranın neresi olduğunu dahi bilmiyordur. Amerikan FOX kanalının bu ay yayınlanmaya başlayacak olan yeni dizisi Wayward Pines’ın hikayesi de tıpkı böyle başlıyor işte! Seyircinin daha önce pek çok örneğini izlediği bir hikaye yapısını yeniden inşa etmeye çabalayarak açıyor perdesini. Bir Gizli Servis ajanı olan Ethan Burke, Wayward Pines adlı bir kasabanın ormanlık arazisinde açıyor gözlerini. Uzun süredir kayıp olan iki Gizli Servis ajanını bulmak için yola çıkmışken kendisinin de kaybolduğunu anlıyor. İçine düştüğü bu kasabanın neresi olduğu ve oraya nasıl geldiği sorularını sormaya başladığında ise Wayward Pines’ın tuhaf sakinleriyle tanışmaya başlıyor yavaş yavaş. Kısa süre sonra da – biz izleyicilerin ezbere bildiği – kaçınılmaz gerçeği öğreniyor zavallı Ethan: “Buradan çıkış yok canım!”
Çıkışı olmayan kasaba hikayeleri, Amerikan Sineması içinde bugün artık bir alt-tür olarak sayılabilecek mertebeye ulaşmış durumda. Bu alt-türün televizyon ekranlarında da pek çok örneği var. AMC’nin mini dizi projesi The Prisoner ya da NBC kanalının istenilen reyting başarısını yakalayamayan (NBC’nin makus talihi malum) dizisi Persons Unknown yakın tarihte gösterilmiş örnekler olarak hatırlanabilirler. Anlayacağınız, kentli kahramanın kasaba kabusu oldukça tanıdık bir motif. Bu nedenle Wayward Pines’ın akrabası da çok. Peki, tüm bu sinema filmleri ve televizyon dizilerinde kullanılan bu ‘kasabaya hapsolma’ hikayeleri neden bu kadar yaygın ve alttan alta bize ne demeye çalışıyor? Meseleyi Wayward Pines özelinde irdelemeye girişecek olursak karşımıza hemencecik bir cevap çıkıyor aslında. Kasabanın ortasında siyah takım elbiseleriyle beliren yabancı bir adam. Kiminle konuşsa iletişim kuramayan, derdini anlatamayan ve herkesin birbirini tanıdığı bu tuhaf yerden bir an önce basıp gitmek isteyen bu adamın tek bir korkusu var elbette; Taşranın ta kendisi!
Gizli Servis ajanımız Ethan’ın büyük şehirlerden gelip kendini bir anda ABD’nin Idaho eyaletine bağlı olan Wayward Pines kasabasında bulmuş olmasından ne gibi bir korkunçluk doğabilir diyebilirsiniz elbette. Fakat Ethan (ya da Ethan gibiler) için durum hiç de öyle sandığımız gibi basit değil maalesef. Çünkü Ethan karakterini kasabaya yolu düşmüş kentli karakterler galerisinden bir örnek olarak okuduğumuzda, karakterin kişisel korkusunun daha kasabaya girdiği ilk anda, yani kasabada ‘bi tuhaf’ haller henüz baş göstermeden çok önce başlamış olduğuna tanık oluyoruz. Ethan, kasabanın girişinde denk geldiği bir kafeye giriyor ve “neresi burası” diye soruyor. Aldığı cevap “Idaho’nun bir kasabası” olunca da yere yıkılıveriyor zaten. Ortada henüz bulunduğu mekana dair hiçbir tuhaflık görmemiş ya da sezmemişken, sadece ülkenin kuzeybatısında yer alan unutulmuş bir eyalette bulunduğu gerçeği bile yeterince korkunç geliyor Ethan’a. Taşraya sıkışıp kalma ve hatta belki de sadece taşrayla yüzleşme fikri, ‘kentli’ esas adamımızın kendisini bir kabusun içinde hissetmesine sebep oluyor. Böylelikle hikayede ana karakterimize tehdit oluşturacak herhangi bir karşıt karakter ya da sıra dışı bir durum görmeden, mekanın kendisi ana tehdide dönüşüveriyor bir anda. Bir kasaba olarak Wayward Pines ve eyalet olarak Idaho, Ethan’ın kentliliğini tehdit eden ana unsurlar olarak önümüze konuyor. Bu noktada neden ABD’nin 50 eyaleti içinden Idaho’nun seçilip, dizinin hikayesinin geçtiği mekan olarak tercih edilmiş olduğu sorusunu kendimize sorduğumuzda meseleyle ilgili resim daha da netleşiyor. Idaho öyle bir eyalet ki en büyük şehri Boise’nin nüfusu bile yaklaşık iki yüz bin kişi. Yani en büyük şehri bile aslında neredeyse büyük bir şehir bile değil. Tanıdığımız ve bildiğimiz anlamıyla kent yaşamına çok uzak bir yer. Daha çok bir kasabalar toplamı, bir taşra eyalet Idaho. Bu yüzden de Ethan’a taşra kabusları yaşatmak ve onu kan ter içinde bırakmak için son derece uygun.
Ana karakterimizin en büyük korkusunun taşranın kendisi olduğu fikrini didikleyerek dizinin ilk bölümünü okumaya çalıştığımızda, Wayward Pines’ın tamamen Ethan’ın kentli kimliğini savunmaya çalışmasının hikayesini anlattığını işaret eden pek çok başka göstergenin de dizide yer aldığını görmek mümkün. Ethan’ın henüz bölümün başlarında hastanede uyandığı ilk andan itibaren ısrarla telefonuna ve cüzdanına ulaşmaya çabalaması, kahramanımızın onu geçmişine bağlayacak olan iletişim araçlarına ulaşma çabasından başka bir şey değil, örneğin! Daha henüz uyanır uyanmaz “bana ne oldu” ya da “ben iyi miyim doktor” gibi doğal soruları sormak yerine cüzdanını ve telefonunu soran Ethan için bu nesnelerin bu denli önem taşımasının sebebi; bu eşyaların aslında onu kentli kimliğine bağlayan birer hatırlatıcı görevi üstleniyor olmaları. Çünkü Ethan, cüzdanını kaybederse kimliğini kaybeder ve kimliğini kaybederse de kentliliğini kaybedebilir. Üzerine telefonunu da kaybederse kentle irtibata geçme umudunu yitirir ve taşraya ebediyen hapsolabilir. Yani Ethan’ın kendi ‘akıl sağlığı’ adına kente olan bağlılığını muhafaza etmesi onun için son derece hayati. Bu yüzden de ona nereden geldiğini unutturmayacak olan her nesneye ve düşünceye sarılabilir. Tıpkı, kirlense de yırtık pırtık da olsa kentliliğini temsil ettiği için üzerinden hiç çıkarmadığı siyah takım elbisesi gibi. Kasaba ahalisinin ona tuhaf bir yabancı gibi bakmasına sebep olan o siyah takım elbise, Ethan’ın bakış açısıyla meseleyi ele alırsak açık bir mesaj aslında; bir “ben sizden değilim” mesajı!
Wayward Pines’ın anlatısında yaratmaya çalıştığı bu kent ve taşra karşıtlığı genel olarak Ethan’ın taşra yaban(cı)lığı üzerinden işliyor olsa da dizinin Ethan karakterinden bağımsız olarak sadece mekanlar arasındaki farklılıklar ilgili saptamalar yaptığını da görmek mümkün. Bu noktada Wayward Pines’da yani taşrada geçen zamanla kentte geçen zamanın birbiriyle örtüşmüyor olması, bu saptamaların en belirgin olanı belki de. Ethan’ın kasaba ahalisiyle konuştuğu sırada fark ettiği, zamanın Wayward Pines’da kente göre yavaş aktığı gerçeği; dizinin “taşrada işler farklı yürür” vurgusuna güzel bir örnek oluşturuyor. Bu sayede, dizinin anlatısında zamansal olarak kentle olan senkronunu yitirmiş bir yere dönüşüyor taşra! Ethan’ı kentten mekansal olarak kopardığı gibi zamansal olarak da koparmış oluyor böylelikle.
Peki, Ethan kentten kopsa ne olacak ki? Geri dönmek için bu kadar mücadele etmesi neden? Taşrayı onun için bir ‘korku filmi’ne çeviren ne? İşte bu soruları kendimize sorduğumuzda – henüz ilk bölümünü izlemiş olsak da – Wayward Pines’ın asıl derdi gün yüzüne çıkıyor büyük ölçüde. Ethan’ın kasabadan çaldığı bir arabayla son sürat kaçmaya çalışıp, daireler çizerek yine kasabaya dönüyor olmasını boşuna izlemiyoruz elbette. Taşra açık bir biçimde Ethan’ın geçmişine dair bir mekan ve belki de sapına kadar kentli sandığımız adamımız aslında bir ‘sözde’ kentli! Mesele eğer gerçekten bundan ibaretse, olayları Ethan için bir kabusa dönüştüren de bu geçmişle hesaplaşma durumu olabilir tabi. Sonuçta, daha henüz dizinin ilk bölümünde kasaba ahalisinden ‘mühim’ biri çıkıp Ethan’a “sen burada yaşasaydın aslında çok mutlu olurdun” diyor ve Ethan’ın geçmişte taşrayı reddetmiş olabileceğinin altını çiziyor. Kim bilir, belki ‘esas oğlan’ımız bu sessiz sakin kasabadan hemencecik çıkmak için bu kadar diretmese ve bir gayret travmasıyla yüzleşse, belki de kendiliğinden ortadan kalkar adamımızı kentten alıkoyan tüm o engeller. Ethan da görür böylece; aslında kent, taşra, bunlar hep iç içe!