A password will be e-mailed to you.

Salt’ta açılan İşveren Sergisi, fikir düzeyinde yeniliği ve uygulamada özeniyle ayrışan hemen her yapıda hevesli bir mimara, tutkulu bir işverenin karşılık geldiğine işaret ediyor. Sergi, mimarın bozması gereken ezbere; beceri, uzmanlık ve çabasının üstün bir eser yaratmaktan çok ortak bir üretime aracılık etme ihtimalinin bir adımı olarak işveren profilini de dâhil etmesi gereğini hatırlatıyor.

Altuğ-Behruz Çinici, Cengiz Bektaş ve Ali Saim Ülgen arşivlerinden seçili belgeler, Kalebodur tarafından desteklenen SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım Arşivi kapsamında sergileniyor.

İşveren Sergisi sayesinde arşivinden yaptığı projelerin belgelerine eriştiğimiz Altuğ-Behruz Çinici’nin TBMM Cami projesine ilişkin açıklamaları bugün hala taze.

TBMM Cami, devlet tarafından finanse edilen ilk camiydi. Diğer camiler dernekler, vakıflar vs. tarafından yaptırılmıştı.

Behruz Çinici’nin 2008 yılında yaptığı bu konudaki açıklamaları, günümüzdeki pek çok camii nasıl olmalı tartışmasına ilginç entelektüel ve mimari katkıda bulunmada kusur etmiyor.

Ankara TBMM Cami

“TBMM camii, yeniden tanımlanmış bir simgesellik ve ayrıcalıklı bir felsefenin ürünüdür”

 

Bizim için çevre ve doğa önemlidir. Bu proje bana teklif edildiğinde Meclisin tepenin arkasındaki Dikmen – halkın da girip çıkabileceği bir cami projelendirilmesi için bir ulusal yarışma açılmasını Dönem Meclis Başkanı Sayın Karaduman’a önerdim. Kendileri yalnızca bir cami yapmak için cami fikrinden yola çıkmadıklarını Ana yapı önündeki ayakkabı ve takunyalara işaretle. “Bu bir ihtiyaçtır, buna bir çözüm bulmalıyız dedi. “Halkla İlişkiler yapısını da siz tasarladınız. Şu karşı tepeyi size versek? Ne dersiniz” dedi. Durum böyle olunca, ben de bunu düşünebileceğimi belirttim ve bu tepeye adeta bir kurtarıcı olarak dört elle sarıldım. Camiyi tepeye gömülü olarak çözdük yanımdaki Can da henüz 22 yaşında idi. Hazreti Peygamber de Bilali Habeşi’ye “Çık tepeye, söyle!” demiştir değil mi? Ne minare, ne de kubbe. Dolayısıyla bizim yapımız, yeniden tanımlanmış bir simgesellik ve ayrıcalıklı bir felsefenin ürünüdür.

“Holzmeister Hocam ile Salzburg’da bir akşam”

Holzmeister hocam 93 yaşlarında idi. Salzburg gecelerinde, elimizde kalemler “Nasıl bir cami olabilir?” diye düşünürdük. Hoca Salzburg’da bir akşam, klasik bir kubbe ile yanında da bir minareyi çizdiği zaman, ben de ona, yerden hareket eden bir duvarla hem toplanma mekanını, hem namaz mekanını içine alan bir form çizdim. Hoca, yaptığım eskizi boyayarak zevkle daha da güçlendirerek “seninki daha doğru” dedi. O gece bol bol eskiz yaptık. Fakat ben Holzmeister hocama da bu işin laik ülkemiz için çok tehlikeli olduğunu, çok iyi etüd edilmesi gerektiğini savundum. Yalnızca hocanın söylediği bir şey vardı:”Abartılı değil, yalın ve mütevazi olmalı dedi.” Zaten bizde, ilk cami olan peygamber evinin şemasına yönelmenin ilhamı ile çevresiyle sakin bir diyalog içinde olmasına çalıştık.

“Minare, Suriye çan kiliselerinden gelmiştir, bizim dinimize aykırıdır.”

Etüdlerimiz sürecinde milletvekilleri sık sık büroya gelirler, çalışmaları izler ve benden ısrarla minare ve kubbe isterlerdi. Ben de onlara ‘hayır’ diyerek, Ata’nın Çankaya’da çizdiği aks üzerinde minareyi kabul etmiyordum. Bana “O zaman tekrar ne yapalım?” diye sorduklarında, “Mimarınızı değiştirin efendim” dedim; “Benim kalemim bunda yürümez!”. “Füzelere, NASA’ya sözde (!) ilham kaynağı olmuş minareyi bu mimar neden kabul etmiyordu?” O zaman da söyledim, şimdi de söylüyorum: Minare, Suriye çan kiliselerinden gelmiştir, bizim dinimize aykırıdır. Nitekim rahmetli Vedat Dalokay da bana bir gün sormuştu, “Üstad, bugün bir cami tasarlasan, nasıl yaparsın?” diye. “Bir kilometre duvar yapardım” diye cevaplamıştım. Hoşuna gitmişti rahmetlinin ve beni bu konuda daim desteklemişti.

Mimar Behruz Çinici (1932-2011)

“Başlar için ahşaptan bantlar kullanmak isterdim”

Yine fırsatım olsa, safları daha da uzatarak mekanı mihraba doğru meyillendirir; rükuda, başlar için ahşaptan bantlar kullanmayı isterdim. Hiç olmazsa kim başını nereye, ayağını nereye koyacağını bilirdi.

“Yenilikçi bir dil lazım”

Ülkemizde her şey eski camilerin kopyası olarak devam ediyor, hiçbir yeni fikir yok. Bugünün sorun ve ihtiyaçlarına cevap veren yeni bir dil de yok. Demek ki yenilikçi bir dil lazım. Bunun için de bazı cami sembollerinden kopmak gerekir. Mekana gereksiz şeyler giriyor. Çeşitli süsleme, gregoryan sütunlar, kandiller, bezemeler, yazılar v.s gibi. Tasarım ilkeleri açısından kuşkusuz yenilikçi tipolojiler önemli. Kare taban yapıp üzerine kubbe koyuyorsunuz, Neden ? İslam başını göğe kaldırmaz ki… İslam’da doğru ritüel, doğrusal düzendir. Safları mihraba ve imama yakın tutmak asli bir tutumdur.

“Minare artık kolumuzdaki saattir”

Evvela laik bir devlette bir caminin mimarisini unique hale getirmek için ne yapılması gerektiği düşünülmelidir. Örneğin öne çıkardıklarımız şeffaf mihrap, gömülü bahçe, revakta sütunların, minare ve kubbenin olmamasıydı. Meclis Cami’nde ise bir çağrı olmadığı için, minareye de gerek duyulamazdı zaten. Biz de, tamamen sembolik olarak iki şerefeyi üst üste koyarak tepeyi vurguladık. Minare yerine koyduğumuz kavak ağacı ve yanındaki selvi de, büyüdüğünde minare simgesi o olacak. Aslında minare artık kolumuzdaki saattir.

“Bugünün uzay kafesi eskiden kubbeydi”

Bir din yapısı tasarlanırken asırlardır süre gelen cami mimarlığının evriminde nelerin yapılageldiği, hangi kültürlerden nelerin eklenerek değiştiği incelenmelidir. Sosyal ve dini ritüeller ise çoğu zaman değişmiyor: Mesela yapının yönü, saf düzeni ve imamın yeri… Buna bağlı olarak işlevsel ögeler, yer ve kullanışları açısından hep statik kalıyor. Oysa dönemin şartları düşünüldüğünde kubbe, açıklığı geçmek için elbette statik bir gereklilik ve tek çareydi. Adeta bugünün uzay kafesiydi. Fakat bugün camilerde çağdaş strüktürler kullanılmalı, farklı çağdaş tasarımlara yönelinmelidir.

 

Kaynakça: http://www.mimarizm.com/makale/behruz-cinici-dinde-bir-devrimin-gecirilmemesi-caminin-kare-tabanli-merkezi-ve-yuvarlak-kubbeli-olarak-surmesinin-nedenidir_113523

Daha fazla yazı yok
2024-04-19 17:00:09