A password will be e-mailed to you.

74. Berlin Film Festivali’nin Onursal Altın Ayı ödülü Martin Scorsese’ye verildi.

Ödül gecesinde Köstebek / The Departed adlı filmi gösterildi. 1967 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi Kapımı Çalan Kim? / Who’s Knocking at My Door ile başlayan; 81 yaşında yaptığı, bu yıl En İyi Film ve Yönetmen dahil dokuz dalda Oscar adayı olan Dolunay Katilleri ile devam eden 60 yıllık bir kariyere sahip. Taksi Şoförü / Taxi Driver ve Masumiyet Yaşı / Age of Innocence misali bazıları başyapıt olan birçok farklı türde filme imza atan Scorsese, hem sinemacı hem insan olarak film endüstrisinin en sevilen kişiliklerinden biri.

Scorsese, sinema tarihinin bu kadar önemli bir yaratıcısı olmasının yanı sıra sinema tarihinin önde gelen koruyucularından biridir. Sinemayı, Scorsese kadar tutkuyla seven çok az sinemacı vardır.

1990 yılında kurduğu ve halen başkanlığını yürüttüğü The Film Foundation (Film Vakfı) arşiv ve müzelerle işbirliği yaparak binden fazla filmi restore etti ve izlenebilmeleri için dolaşıma soktu. Vakfın Dünya Sinema Projesi / World Cinema Project de 30 ülkeden 58 filmi restore etti. Bunların arasında 2008 yılında Cannes Classics bölümünde -Fatih Akın işbirliğiyle bulunup- gösterilen Susuz Yaz da var. Vakfın kurduğu The Story of Movies bugüne dek on milyon gence ücretsiz film dili ve tarihi eğitimi verdi.

Ödül gecesi öncesinde düzenlenen basın toplantısında Scorsese’nin bu yönü öne çıktı. Toplantıya Berlinle Sanat Yönetmeni Carlo Chatrian ve Berlin Film Müzesi Sanat Yönetmeni Dr. Rainer Rother ile katılan Scorsese, restore edecekleri filmleri nasıl seçtikleri sorusunu “Bizi etkileyen filmleri seçiyoruz, ben, De Palma, Paul Schrader… Kopya arıyoruz. Film kadar onu yapanın da mistik olması tercih sebebi. Sanatta, sinema sanatına keşif önemlidir,” diyerek yanıtladı.

Chatrian’ın sorusu üzerine “Bir film festivalinin rolü benim için hep yeni seslere dikkat çekmek olmuştur. Bireysel seslere, bireysel sinemacılara dikkat çeker. Belki o filmi bir daha izlemeyeceksiniz… Zaten bir filmi otuz yıl sonra izlediğinizde değişmiş bulursunuz. Film aynıdır elbette ama siz değişmişsinizdir. Beethoven senfonisi dinlemek gibi. Asla iki kere aynı şekilde dinleyemezsiniz. Sinema salt eğlence de olabilir, o da mümkün. Ama festival filmleri farklı bakış açılarını yansıtır, dünyayı yakınlaştırır, küçültür,” dedi.

Ne sinema ne festivaller ölüyor, sadece dönüşüyor. Biz film izlemek için salonlara giderdik, ortak bir deneyim yaşardık. 

Teknoloji çok hızlı değişti ve yorucu bir değişim oldu, bu. Tek tutunabileceğiniz bireysel sesler. Teknoloji bizi korkutmamalı.

Kölesi olmayalım, kontrol edelim, ona yön verelim, tüketilip atılan bir şey haline gelmesin filmler,” sözleri alkışlarla karşılandı.

Genç bir eleştirmenin sorusuna da “Özgün bir bakış açısı sunan, belli bir noktaya odaklanan eleştirmenlik yapın. Böyle söyleyince aklıma küratörlük geliyor,” dedi. Film eleştirmenlerinin de rolünün bu kadar çok alandan bu kadar çok filmin gösterime sunulduğu, bütün bir sinema tarihinin erişime açıldığı bir dönemde özellikle gençlere rehberlik etmek olduğunun altını çizdi. “Dünya sinemasını anlatın. Modaya uyan bir günde ölür. Eleştiri, gençlere belli bir yöne konsantre olmaya yardım edebilir,” dedi.

Komedi Kralı / King of Comedy’den bu yana artık seçimlerinde daha titiz, daha dikkatli olduğunu, her çerçeveyi, her kamera hareketini sorguladığını söyleyen Scorsese’ye göre onu tanımlayan sözcük “gizem”. Martin Scorsese bu günlerde hangi proje üstünde çalışıyor diye merak edecek olursanız geçen yıl Mayıs ayında Papa Francis ile görüştüğünü anımsatalım. İtalyan-Katolik bir aileden gelen, bu eğitimle büyüyen Scorsese, İsa hakkında bir film yapmayı düşündüğünü açıkladı. 1988’de yaptığı Nikos Kazancakis uyarlaması Günaha Son Çağrı / Last Temptation of Christ, tepkiler çekmiş, bazı Hristiyan çevrelerde açıkça lanetlenmiş, hatta 1989 İstanbul Film Festivali’nde filmin gösterildiği Emek Sineması’nın bulunduğu Yeşilçam Sokağı’na bir grup protestocu gelmişti… 2016 yaptığı 17. yüzyılda Japonya’daki bir Cizvit manastırında geçen Sessizlik / Silence ise Scorsese ile Vatikan arasındaki buzları eritti. İlk Cizvit Papa olan Francis, filmin gösterimini yapıp Scorsese’yi de davet etti. Scorsese son ziyareti için “Hristiyanlığın temel değerlerine taze bir yaklaşım hakkında konuştuk. Belki düşündüren belki eğlendiren bir film olabilir,” diyor.

Sinema Büyüsü

74. Berlin Film Festivali’nin Berlinale Special bölümünde gösterilen Made in England: The Films of Powell and Pressburger belgeseli Scorsese’nin Michael Powell ile kişisel ilişkisine ve onun senarist Emeric Pressburger ile yaptığı filmlere sevgisine dayanıyor. Yönetmen koltuğunda David Hinton var, fakat bu bir “Martin Scorsese sunar” belgeseli.

Sinema büyüsü dediğimiz şey, Scorsese’ye göre bu filmlerin ta kendisi: Hoffmann’ın Masalları / The Tales of Hoffmann, Kırmızı Pabuçlar / The Red Shoes, Kahraman Subay / The Life and Death of Colonel Blimp… Hasta olup evde televizyon izlediği günlerde Scorsese’yi sinefil haline getiren filmler. Belgeselde Scorsese, Amerikalı dağıtımcılar televizyona film vermediği için hep İngiliz yapımlarının gösterildiğini, Michael Powell – Emeric Pressburger ikilisinin çalıştığı The Archers yapım şirketinin logosunu görünce “fantezi, hayranlık, büyü – hakiki sinema büyüsü” dolu bir dünyaya gireceği için heyecanlandığını anlatıyor. O dönemin siyah beyaz yayının yapan televizyonun küçücük ekranında bile bu büyünün hissedildiğinin altını çiziyor. Belgeselde hem filmlerin parlak renkleriyle ünlü orijinal görüntülerini hem de televizyon yayınlarını bir arada gösterip aradaki farkı görmemizi de sağlıyor. Scorsese, kendi dönemlerinde bile flamboyant bulunan bu filmleri öyle bir içtenlikle anlatıyor ki dinledikçe onun gözünden görmeye başlıyoruz.

Made in England: The Films of Powell and Pressburger’da Scorsese iki sinemacının da yaşamöykülerini dolu dolu anlatıyor, filmlerinden bol bol fragman sunuyor ve onları yorumluyor. Ancak, bu filmin içinde bir de vefa öyküsü var ki en dokunaklı kısmı o: Powell ile Pressburger yollarını ayırdıktan sonra birkaç kişisel iş daha yaptı ama devir de değiştiği için başarılı olamadı. Özgür Sinema akımı İngiltere’de Fransa’daki Yeni Dalga misali bir etki yaratmış ve onların romantizmine noktayı koymuştu… 1960 yapımı Peeping Tom döneminde çok sert bulunsa da bugün bir kült film olarak görülüyor. Hayranları da Scorsese ve dostları Francis Ford Coppola ile Brian de Palma. Kırmızı Pabuçlar ve Hoffmann’ın Masalları

Scorsese, kendi de sinemacı olduktan sonra İngiltere’ye gittiğinde arayıp Powell’ı buluşunu, ustası sayıp kariyerinin bir parçası haline getirmesini içtenlikle anlatıyor. “Gerçek mi Michael Powell? Böyle bir adam var mı?” diye sorduğunu söylüyor şakayla karışık… Bir karavanda yaşadığını söylemişler. Esasen bir çiftlik eviymiş, arazisi içinde bir karavan da bulunan! Taşrada sakin bir hayat süren Powell’ı ABD’ye gittikten sonra, 1984 yılında Scorsese’nin 50 yıllık kurgucusu Thelma Schoonmaker ile evlendi; 1990’daki vefatına kadar orada yaşadı. Filmde onun ABD yıllarından görüntü kayıtları da var.

Sinema sevgisiyle dolup taşan ve sinema tarihinden değerli bir kesit sunan bu belgeseli MUBI’nin satın aldığı müjdesini de verelim.

Daha fazla yazı yok
2024-04-26 04:58:39