Ünlü İtalyan filozofun en büyük özelliği sanırım herkesin çoktan vazgeçtiği dünyayı değiştirme sevdası ve umuduna hala sahip olması. Negri, 40 yıl aradan sonra geldiği İstanbul’da performans sanatının imkanlarına dikkat çekti…
-Konuşmanızda ekonominin artık biyoekonomi, politikanın da biyopolitika olduğunu ifade ettiniz. Aynı koşullar sanat için geçerli. O halde biyokültür hatta biyosanat kavramlarından da söz edebilir miyiz?
Aslında bu soruyı iyi yanıtlayabilir miyim bilmiyorum. Sanat, yalnızca var olan toplumsal düzenin normlarını ve hiyerarşilerini ifşa etmekle kalmaz, aynı zamanda bir zamanlar tamamıyla olanaksız gibi görüneni büsbütün gerçekçi kılarak yeni bir düzen icat etmenin kavramsal araçlarını da bize sunabilir. Biyopolitik olanı hem iktidarın bir parçası olarak hem de ona bir direnme biçimi olarak öznelliğin üretilmesi olarak alıyorum. Dolayısıyla hayatın pek çok alanına tekabül edebilir. Örneğin, enformasyon, kodlar, bilgi, imgeler, ve duyguları içeren yeni hâkim üretim biçimlerinde, üreticiler, giderek artan bir şekilde, daha fazla özgürlüğe ve ortak olana, özellikle iletişim şebekeleri, enformasyon bankaları, ve kültürel çevrimler gibi ortak olanın toplumsal biçimlerine açık erişime ihtiyaç duymaktadırlar. İnternet teknolojilerindeki yenilikler, doğrudan ortak kod ve enformasyon kaynaklarına erişime ve kısıtlandırılmamış şebekelerde başkalarıyla bağıntı kurmaya ve etkileşime girme kabiliyetine dayanmaktadır. Biyopolitik ve biyoekonomi bununla şekillenir . Paris’te yaşayan bir arkadaşım ısrarla bana performans sanatının biyopolitikliğini anlatıyor. Sanırım artı değer üretimi açısından bakarsak performans sanatının bugünün dünyasında anlamlı değerler üretebileceğini iddia etmek mümkün.
-Sanatçının alacağı pozisyon önem kazanıyor. Ne yapıyorsa yapsın bir performans sanatçısı gibi yapmaya çabalaması gerekliliği… “Proleterya biyopolitik olmalıdır” diyorsunuz. Sanatçı da öyle ve bu nasıl mümkün olacak?
Aslına bakarsanız sanatçının rolü hep çelişkili. Bu 19. yüzyıldan beri çelişkili bir sorudur ve çelişkili kalmaya mahkumdur. Yerleşmiş değerleri sökmek, onlarla uğraşmak değerli gibi görünüyor. Performans sanatının imkanları da bu anlamda geniş. Alenen politik olmayan sanatsal deneyler ve yaratılar bile, bazen hayal gücümüzün sınırlarını açığa çıkararak, bazen de hayal gücümüzü körükleyerek, ciddi politik işler görülebilir. Bunu da görmezden gelmemeliyiz.
-Özel ve kamusal ayrımından söz ederken özel kamusallaşmıştır diyerek bittiğini ilan ediyorsunuz. Öte yandan medyatize olmuş insandan, o ağ içindeki mahpusun imkanları olduğunu ifade ediyorsunuz. Peki twitter özel alan mıdır, kamusal alan mıdır?
İkisi de değildir. Ortak alandır. Medya ve iletişim teknolojileri giderek daha fazla her türlü üretici pratik için merkezi önem kazanırken günümüz biyopolitik üretimi için zorunlu işbirliği türleri açısından da vazgeçilmez bir hal alıyor. Dahası özellikle egemen ülkelerdeki birçok işçi, sosyal medya onları aynı zamanda hem işlerinden özgür kılıyor. Hem de işlerine zincirliyor. Akıllı telefonunuz kablosuz bağlantınızla her yere gidebiliyorken aynı zamanda da işiniz başında kalabiliyorsunuz. Nereye giderseniz gidin yine de çalışıyorsunuz… Medyalaştırılma işle yaşam arasındaki ayrımın giderek belirsizleşmesinde ana etkendir. Bu yüzden böylesi işçilerin yabancılaşmasından değil, medyalaştırılmasından söz etmek daha doğrudur. Yabancılaşmış işçinin bilinci ayrılmış, bölünmüşken medyalaştırılmış işçinin ağ ortamına tabii kılınmış. Ya da özümsenmiştir. Medyalaştırılanın bilinci gerçekte yarılmamıştır. Parçalanmış ve dağılmıştır. Daha da önemlisi medya artık sizi edilgen kılmaz. Tam tersine medya sürekli olarak katılıma neyi istiyorsanız seçmeye fikirlerinizle katkıda bulunmaya hayatınızı yorumlamaya davet eder. Medyalaşmaktan kurtulduğumuzda ise medyayla iletişime son veremeyiz. 2011 hareketleri Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal medyayı kullanmalarıylü ünlüdür. Ancak medyayla ilişkimiz değişir. Öncelikle sürüler oluşturur yeni yolları izler ve yeni biçimlerde birleşimlerde toplaşırız. Politik örgütlenme biçimi burada merkezi önem taşır. Tekilliklerden oluşan ademi merkezi bir çokluk yatay olarak iletişime geçer. Sosyal medya onlar için faydalıdır. Çünkü onların örgütsel biçimine denk düşer.
-İmparatorluk var bir de ondan beslenen bir canavar kavramınız. Bu canavar bir gün gelir imparatorluğu yer mi dersiniz?
Çok şiirsel bir soru. Canavar kavramı benim ürettiğim bir şey değil. Teolojik olarak da çok tanınmış, bilinen eski bir tema. Bu canavarın her gün dönüştüğü, transforme olduğu kesin. Ama neye dönüşüyor bilmiyoruz. O yüzden bir gün gelip bizi kurtarıp kurtarmayacağını söylemek mümkün değil. Göreceğiz hep birlikte. Umarım öyle yapar
. -Avrupa krizde ama biz seviniyoruz krizde değiliz diyerek… Ne diyorsunuz? Ortak olanı bu nasıl etkilemektedir?
Dünyanın pek çok farklı noktasında krizde olmayan ülkeler var. Bunlar hızla modernleşen ülkeler. Bugün krizde olmadıkları yarın olmayacakları anlamına gelmiyor
. -Sanat gibi futbol dünyasının da alternatif bir varoluşa ihtiyacı yok mu? Sizin eski bir Milan A.C taraftarı olduğunuzu biliyoruz. Futbolun eski futbol olmadığını söylediğinize pek çok kez tanık olduk. Peki futbolun içinden niye isyan sesleri yükselmiyor?
Doğrusunu isterseniz bir futbolcu kontratlara imza atarak çok zor bir hayata sahip oluyor.
-Bir gladyatör gibi…
Evet. Tıpkı bir gladyatör gibi… Haftada çok fazla antrenman yapıyor. Hazırlık çok önemli eskiye oranla. Maçtan daha çok maça hazırlık süreci çok önemli. Bu boyut çok önemli. Henüz kimse bu hazırlanışta futbolcuların başvurduğu ilaçlar konusunu ciddiye almıyor. Bu oysa ciddi temel bir problem. Ama aslında bahsettiğim sorun sadece futbola özgü değil. Basketbolda da böyle. Diğer spor dallarında da… Antropolojik olarak bu işin modifikasyonunu nasıl olacak? Bilmiyorum inanın.
-Maça gidiyor musunuz?
Sık Sık televizyonda izliyorum. Stadyuma gitmek zor geliyor takdir edersiniz ki…
-İtalyan futbolu efsanesi bitti mi?
Futbol hızlandı. İtalyan futbolu ise çok tuhaflaştı. Defansta çok statik ama kontra atak yaptığı zaman çok hızlı. İspanyolların başka bir karakteristiği var örneğin. Onlarda mesela Barcelona gibi, oyuncuların hızlılığına değil topun hızlığından söz edebiliriz.
-Türkiye’deki futbol? Türkiye’yle ilgili soru kabul etmiyorsunuz ama…
Kabul etmiyorum çünkü bilmiyorum. Tanımıyorum. Türk futbolunu geçen akşam seyrettim.
“FABRİKALAR ARTIK HAYATIMIZ OLMUŞTUR"
-Ortak bir zenginleşme ancak öznellikten yola çıkarak yaşanabilir. -İçinde yaşadığımız toplumsal ve ekonomik kriz Avrupa’da genç kuşakların gelecek düşünmelerini engelliyor. Gelecek onlar için büyük bir belirsizlik. Bu belirsizlik içinde nefeslerini kaybediyorlar.
-Kamu tükendi mi? Kamuoyuna ters bir güçle mi karşı karşıyayız? Bunlar en güncel sorular…
-Kriz, bir tür Tanrısal süpürge darbesi gibi… Tarihte silmeler yapıyor. Eski kavramsallaşmaları bozdu. Yönümüzü şaşırdık. Ve uzun bir bekleyiş anına girdik.
-Kriz, yoksulluk direnmeyi beraberinde getirebilir. Beraberce bir yapma, biz keşfediliyor. Bunu kaybetmiştik.
-Rant keyfi, spekülasyon eski zamandaki cesur müteşebbisin romantik kılığını kaldırdı.
-Özel, kamusallaşmıştır. Devletin içindeki ayrıcalıklar, ayrıcalıklılara verilmiştir.
-New York, Madrid, Londra sokaklarında kamu mekanını ele geçirme eylemleri görüyoruz.
-Dört insandan bahsetmek istiyorum size… Borçlanmış insan, medyatize olmuş insan, emniyete alınmış insan ve politik insandan…
-Fabrikalar artık hayatımız olmuştur. Hayatımız birer fabrikadır. Artık 24 saat çalışmaktayız.
-Kapitalizm birikimini fabrikalarda gerçekleştirirdi. Artık hayatın bütün özelliklerinde bunu yapıyor. -Ekonomi bioekonomi, politika biopolitika oldu.
-Mahpus olduk bu ağın içinde… Hayaletler dünyasında… Görüntüler dünyası çevremizdeki. Biz de bunu üretiyoruz. Formatlıyoruz.
-Demode bir kavramla iletişim açısından bir ağ içine sokulmuş halimizi açıklamamız mümkün: yabancılaşma.
-Orasından burasından delinmiş mekanlarda hakiki ile hakiki olmayan ayrımını yapmak imkansız.
-Ağ içine konulmamız önemli bir güçtür direniş açısından.
-Yeni hakikatler aramamız gerekir. Gerçek dil, bağlantı, duygu ilişkileri bulmak ve eyleme geçmek gerekiyor.
-Hayatın gücü biziz. Biz bir şey değiliz. Sabitleşmiş, tek bir halk, birlik değiliz. Ortaklığın adıyız biz.”
-Ortak üretim süreçleri özerk bir toplum garantisi verebilir. Ortak çalışmanın sonucu ve motoru olabilirler.
“POLİTİK OLARAK TEMSİL EDİLMİYORUZ”
Bugünkü anayasa koşullarında mutluluk hakkı arayan vatandaş, ne elde etmektedir? Anayasa geçersizleşmiştir. Dolayısıyla vatandaş, onun için en az kötü olanı seçmek zorunda kalmaktadır. Bunu genç Fransız seçmenler 2002 seçimlerinde yaşadılar. Le Pen’i istemedikleri için, sağcı bir partiye oy vermemek için istemedikleri Chirac’a oy verdiler. İnanmadıkları Chirac’a oy vermeleri temsili demokrasinin bir yenilgisidir.