Kimilerine göre performans sanatının kraliçesi kimilerine göre divası kimilerine göre duayeni. Sanırım kimden bahsettiğimi anladınız, 26 Nisan’a kadar “Akış” başlıklı sergisiyle Sakıp Sabancı Müzesi’nde işlerini ve metodolojisini deneyimleyebileceğimiz Marina Abramović karşımızda. Peki onu tanımlayan tüm bu tamlamaları bir kenara bırakıp İkinci Dünya Savaşı Avrupa’sından günümüze doğru sosyo-kültürel bir yolculuğa çıksak ve sonrasında kendisinin üretimlerinin iyi mi kötü mü olduğuna karar versek. Şimdi derin bir nefes alın ve yanınızda bir bardak su bulundurun. Sizi andan çıkaracak telefonlarınızı da lütfen sessize alın. Yıkımın, acının, beklemenin ve yeniden var olmanın yolculuğu başlıyor.
Bir performans sanatçısı olarak sıkça şu soruyla içli dışlıyım: “Neden performans sanatı?” Bu soruyu o kadar çok duydum ki sağ olsunlar pozitif ve negatif merak güdüleriyle beni 2017’den beri çok severek yaptığım “Nasıl bir şey bu performans sanatı?” isimli atölyemi yapmaya teşvik ettiler. Cevabıma dönersek, aslında çok basit. Performans sanatının toplum için ne kadar hayati bir önem taşıdığını deneyimleme imkanım oldu. Hem kendi performanslarım hem de incelediğim birçok performans bana “beden kalırsa hayat devam eder” diye hatırlatır. Yerinizden edilmiş olsanız, eviniz, atölyeniz, sanat işleriniz yok edilmiş olsa bile geride kalan bedeniniz tüm bu işlevleri yerine getirebilmek için sizinledir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan performans sanatı işte bunun kanıtıdır.
Çocukluk günleri, peri masalları ve kabuslar
1946 yılında Belgrad’da dünyaya gelen Marina Abramović de hem doğum yılıyla hem de ailesinin Yugoslavya’daki statüsü ile İkinci Dünya Savaşı’nın izlerini derinden yaşamaktadır. Anne ve babasının tanışma hikayesini bir peri masalı gibi tanımlayan Abramović’in çocukluğu kabuslar diyarı gibidir. Hadi biz önceliği peri masalına verelim ve hikayeye doğum öncesinden başlayalım. Annesi Danica, babası Vojin. Birisi güzel ve zengin diğeri yakışıklı ve fakir. Nazilerle işbirlikçilerine karşı direnen partizanlar olarak cephedeler. Danica cephede tifoya yakalandığında onu yakındaki bir köye taşıyarak hayatını kurtaran Vojin, Vojin cephede yaralandığında onunla aynı kan grubuna sahip olup kanını ona vererek hayatını kurtaran Danica. İşte hikaye böyle başladı.
Savaş bitti, evlendiler, Marina doğdu. Vojin, Tito’nun seçkin muhafızlarından biri Danica da Sanat ve Devrim Müzesi’nin direktörü oldu. Uyurken yataklarının başında içi dolu silahlarla uyuyan çiftimizin evlilikleri diye başlayıp sizi kabuslar diyarına davet ediyorum. Tüm bu duygusal karmaşanın ortasında Yugoslavya’daki statüleri nedeniyle birçok aileye göre ayrıcalıklı bir apartman dairesine sahip olmalarıyla da zıtlıklarının tam anlamıyla göründüğü bir hane oldular. İşte bu hanede geceleri yatağını bozmamak için sadece tek bir yöne yatıp nefes almaya çalışan bir çocuk olan Abramović annesinin kutsal saydığı sanat sayesinde arada suyun derinlerinden yüzeye yönelip aradığı nefese ulaştı.
Annesi tarafından birçok kez fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan Abramović için ergenlik de pek kolay geçmedi. Uzun, sıska, çirkin gibi sıfatların eşlik ettiği akran zorbalığı her devrin ve her ideolojinin içinde kendine yer buluyordu. Bilenler bilir hem aileniz hem ergen akranlarınız tarafından dışarıda bırakılan olmak pek kolay değildir. Sıkıntılı günlerini apartman dairelerindeki stüdyosunda yaptığı resimlere anlatan biri olarak (bana) hissettiren Abramović kendine Yugoslavya’nın katı rejimi içinde esnek bir oda kurdu. Belgrad Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki yıllarında ise 1968 hareketinin Yugoslavya’da da etkini göstermesiyle talepleri için direnen gençlerin içinde yer aldı.
Eski-yeni, esnek-katı, güzel-çirkin tartışmalarının yoğun bir biçimde düşünüldüğü arkadaş grubuyla tutkulu konuşmalarına olaylar bittikten sonra da devam eden Abramović bu zamanları hayatında gerçekten mutlu olduğu an demetlerinden biri olarak tanımlıyor. Tabii tüm bu felsefi ve sanatsal hale aşk da eşlik ediyordu. Nesa belki de onun ilk aşkı ve ilk eşi. Onun zekasına hayran olan bir kadın Marina. Tabii evlenmelerine rağmen her gece 22:00’da evde olması gerekiyor çünkü ekonomik olarak ailelerine bağlı olan çiftimizi Danica onaylamıyor. Zagreb’de eğitimine devam eden Marina Abramović için aile apartmanları dünyaya açılması için de bir geçit özelliği taşıyor.
Annesinin konumu gereği onlara gelen katalogları, mektupları, davetleri inceleyip bazılarına kendi sanatsal pratiğini anlatan geri bildirimler yazan Marina Abramović 1974 yılında Napoli’de yer alan Studio Marra’da “Rhythm 0” performansını gerçekleştiriyor. Yani hem ülkesinin dışında hem de geri bildirimlerine olumlu bir dönüş, “oh sonunda bir mutluluk” dediğinizi duyar gibiyim. Duran bir beden, önünde yer alan masada gülden silaha kadar 72 nesne. Ve siz izleyiciler ona istediğinizi yapabilirsiniz. 6 saatlik performansın ilk iki saatinden sonra başlayan şiddetin derecesi giderek artarken sanatçının olanlar karşısında tepkisiz kalmayı tercih eden bedeni üzerinden birçok okuma yapmak mümkün. Ancak tüm bu okumaların belki de en önemlisi “bir topluluk kendini nasıl inşa eder?” sorgulaması.
Bazılarınızın Lars Von Trier’nin Manderlay filminden de hatırlayacağı gibi bazı topluluklar bazı travmalarını reddettikleri için iflah olmuyor. “Artist is Present” belgeselinde Abramović performans sonrası otel odasında ertesi sabah uyandığında bir tutam saçının beyazladığını fark ettiğini söylüyor. Evet sevgili okuyucu performansta olanlar gerçektir ve kişinin hissel dünyasında geri döndürülemez etkiler yaratır. O yüzden Sabancı Müzesi’nde yer alan Rhythm 0 performansının videosunu izlerken şu cümleyi kendinize hatırlatın: “Bu videodaki tüm karakterlerin ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi vardır.”
Küçük bir parantez Marina Abramović bedenin sınırları zorlayan ya da abject unsurları üretimlerinde kullanan ne ilk ne de son kişi. “Viyana Aksiyonistleri ” yazıp bir “Google”layın derim. Tabii birbirine yakın bu ülkelerde neden bu kadar şiddet üretildiğini merak edenleriniz olabilir. Nedenler katman katman ama belki de tek merkezli birçok öğretinin sonucu!
Marina-Ulay Dönemi
İkinci kez “aşk” diyorum ve bu sefer karşımızda Marina-Ulay dönemi. Beraber üretim süreçlerine ilişkilerinin sonuna kadar devam eden iki sevgilinin ayrılık hikayesini ve sonrasındaki ilk karşılaşmalarını etrafımdaki birçok kişiden o kadar duydum ki. Sanırsam insanların bir bölümü ilişkinin güzel günlerinden çok ayrılık ve ayrılık sonrası ilk karşılaşmayı mitleştirmeye eğilimli. Çiftimizin beraber ürettikleri birçok performanstan beni en çok etkileyen “breathing in/breathing out”. Özetle 17 dakika boyunca birbirlerini öperek o andaki nefesleri ile yaşama devam ediyorlar.
Bazı dönemler vardır ki birinin nefesi olabileceğimizi düşünürüz ve o da bizim nefesimiz olur ancak her şey anla ilişkilidir. Bir aralar bu performansa her rastladığımda Mary Oliver’ın Yolculuk şiirindeki şu dizelerini hatırlardım “Kurtarabileceğin tek yaşam uğruna –kendi yaşamın uğruna…” Çin Seddi’nin iki ucundan birbirlerine doğru yaklaşık 6 bin km. yolu 90 günde yürüyen Marina ve Ulay birleştikleri noktada ilişkilerine son verdi – tabii masalsı sona Ulay’ın Marina’yı aldattığını eklemekte fayda var.
2010 yılında Abramovic’in adından pek söz ettiren “The Artist is Present” performansı MoMA’da gerçekleşirken Ulay gelip karşısına oturup tıpkı diğer katılımcılar gibi gözlerinin içine baktı. Sanat çevrelerinde çok konuşuldu. Ancak unutmayalım bazı duygulanımlar geçmişteki hayaletlerimizin tortularıdır. (1975-1988)
Kutsal üçlü
Sıra geldi kutsal üçlüme. Beden-mekan-zaman deyip Marina Abromovic’in üç performansından bahsetme zamanı.
Beden-“Balkan Baroque”
Yıl 1997. Venedik Bienali. Bir kadın kanlı hayvan kemiklerini temizlemeye çabalıyor. 4 gün boyunca sergileme alanının ısısının giderek arttığı bir yerde ölümün kokusunu içine çeken Abramović “Balkan Baroque” isimli performansıyla savaşları ve getirdiği yıkımı insanlara bir kez daha hatırlatıyor. Sırp kökenli bir sanatçı olarak Sırp-Hırvat veya Ortodoks-Katolik çatışmasından elbet payına ne düşüyorsa almıştır. Görece eski zamanların her devirde çıkmaya hazır bekleyen meselelerinden biridir din savaşları. Çoğu zaman mesele dinin getirdiği öğretiden çok monarklık yolunda yanıp tutuşanların histerik krizleridir.
Mekan- “Human Nests”
Terk edilmiş bir kum ocağının yüzeyine oyulan ve sadece bir kişinin oturabileceği yedi boşluk. Her biri birbirinden farklı yükseklikte yer alan boşluklar aklımıza inziva ritüellerini getirebilir. En yükseği 30 metreyi bulan yuvalarda asılı duran merdivenlerin yere kadar ulaşamaması ise aklınızda bir soru işareti yaratabilir. Ancak sürecin önemini vurgulayan bir sanat dalı için yere ulaşmayan merdiven ne güzel bir seçim. Performans sanatı diğer sanatsal disiplinlere göre zihinsel bazı egzersizleri veya farkındalık çalışmalarını sanatçıdan daha çok talep eder. Uzun süreli ve bedenin sınırlarını zorlayan performanlar üreten Abramović için bu performansı izleyici ile arasına epey mesafe koyup kendi içindeki izleyicilerle baş başa kalmasına vesile olmuş.
Kendisinin ifade ettiği “Performans benim başka alanlara ve boyutlara atlamama izin verdi” önermesine katılmamak mümkün değil. Performans sanatı o anda sizin bütün zamanlara geçmenizi kolaylaştıran geçit gibidir. Yaşam onun içinde birçok yüzünü sizinle paylaşır. O yüzden ne kadar çok çalışsam da yorulmam pek mümkün olmuyor. Çünkü birçok duygunun eriyik halde bir araya geldiği bir duygulanım ile karşılaşıyorum. Ve tabii bunu izleyici ile beraber yapan bir sanat dalından bahsediyorum.
Zaman – “ Space in Between: Marina Abramović in Brasil”
Abramović’in gündelik hayatı nasıl diye merak edenleriniz varsa bu belgeselde anlatımlar size bir performans sanatçısının birçok farklı öğretiyle, maddeyle, duygulanımla, insanla nasıl bir iletişim kurduğunu aktarma maharetine sahip. Belgeselde rastlayacağınız “İnsanların Kullanımı için Ayaklı Nesneler” interaktif yerleştirmesi ise Sakıp Sabancı Müzesi’nde onu deneyimlemeniz için sizi bekliyor. Yerleştirmede kullanılan üç parça kuvars taşı beden-zihin-ruh için sezgisel bir anahtar. Kim bilir, belki de sezgilerimiz evrenin çok eski zamanlarını bize fısıldıyordur!
Şimdi size tekrar sormak isterim Marina Abramović samimi bir sanatçı mıdır, yoksa popüler akımlarla desteklenen süslü bir gösterinin parçası mı? Belki de her ikisidir! Zaten hangimiz beğenilmekten vazgeçtik ki bunu ondan bekleyelim. Hepimiz kendi hikayelerinde bazı karşılaşmalar yaşayıp onlarla şekil alıyoruz veya şekil yıkıyoruz.