“Köprüdekiler”, “Hayatboyu”, “Ansızın”, “Black Box” filmleriyle bildiğimiz Aslı Özge’nin son uzun metraj çalışması “Faruk”, dünya prömiyerini geçtiğimiz Şubat ayında 74. Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yapmıştı. Hatta festivalde, Türkiye’den gösterilen tek uzun metrajlı film olduğunu yeri gelmişken belirtelim.
Filme ismini de veren ana kahraman Faruk (Faruk Özge), aynı zamanda yönetmen Aslı Özge’nin gerçek babası. Faruk, 90 yaşındadır ve yıllardır oturduğu apartmanın kentsel dönüşüm adı altında yıkılmasına direnmektedir. Art arda düzenlenen apartman toplantılarına katıldığında nihayetinde geleceğini bildiği o kaçınılmaz sonu geciktirmeye çalışırken yer yer duygusal, yer yer gülümseten anları yaşar ve seyirciyi de buna ortak eder.
Bir “Film in Film” Anlatısı
Film, iskeletini kentsel dönüşüm teması üzerine kursa da Aslı Özge’nin filme bir noktada reel mânâda dahil olmasıyla bir katman daha genişleyerek, baba-kız hikâyesi de anlatmaya başlar. İşte “film in film” (film içinde film) izlediğimizi farkettiğimiz tam bu noktada yapım, daha dinamik bir hâl alır. Yönetmenin ilk filmi “Köprüdekiler”i (2007) izleyenleriniz hatırlayacaktır; o da gerçeklikle, kurgu arasında belirsiz bir çizgide seyrediyordu; Özge, “Faruk”ta da bu izi sürüyor ancak daha sürpriz bir hamleyle farklılaştırıyor.
Belgeselle kurmaca arasında kalan “Faruk”un anlatı tekniği için, daha çok belgesel formdan besleniyor diyebiliriz. Bunun yanı sıra gerçek olaylar, gerçek mekânlar, gerçek karakterlerle oluşturulan anlatılar çoğunlukla belgesel olarak tanımlansa da “Faruk” için salt bunu söyleyemeyiz. Zaten yönetmenin dahil olduğu nokta, seyirci için anında bir yabancılaşma duygusu yaratırken, “Şimdi kurmaca bir anlatının içinde miyim?” sorusunu da beraberinde getiriyor.
Aslı Özge’nin anlatı stili gayet akıllıca ve yerinde. Filmini halihazırda sadece belgesel olarak da izleyebilirdik ancak bu muhtemelen epey sıkıcı olacaktı; bir sinemacının eserine bu hamleyle müdahale etmesi kendi elini güçlendirirken, seyir zevkini de artırıyor. Bir de buna Faruk Özge’nin doğaçlama tavrı, replikleri, neşeli mizacı da eklenince bazı sahnelerin kahkahası da beraberinde geliyor.
İnsanın Anıları, Binaların Da Hafızası Var
Aslı Özge, kendisi, reji masası ve teknik ekibiyle kamera arkasını görünür kılarak bir yanıyla kurmaca bir film izlediğimizi unutturmasa da Faruk’un seyirciye akseden duyguları bu ikilemin ağına düşmüyor ve hissiyatında başarılı oluyor. Çünkü Faruk’un anıları, acıları, yaşanmışlıkları, direnişi gerçek! Ayrıca tema olarak zaten çok evrensel olan hikâyesi, filmin başarılı olmasını kılan diğer bir etmen. Bunun dışında şahit olduğumuz diğer akış da baba-kız arasındaki ilişkinin karmaşası ile insan ilişkilerinde yaşanılanlara dair getirdiği gözlemin etkisi.
Özge’nin daha önceki filmlerinde de görüntü yönetmenliğini üstlenen Emre Erkmen’in “Ansızın” ya da “Hayatboyu” filmlerindeki görüntü yönetimi “Faruk”a nazaran daha stilize çalışmalar olarak kalıyor. “Faruk”un sinematografisinde anlatıya derinlik katacak daha güçlü ve daha simgesel kadrajlara yer verilebilirdi.
Binalar Yıkılır, Peki Ya Anılar?
Yaşadığı coğrafya insanı şekillendirirken, insan da yaşadığı coğrafyayı şekillendirir elbette. Buna şehrimiz, semtimiz, mahallemiz, binamız, evimiz ve bu habitatı birlikte yaşadığımız insanlar da dahil olur. Geçmiş ve anılar konforlu alanlarımızdır, kötü günler yaşanmış olsa da sığınılacak bir kaçış alanı yaşatır; gelecek gibi belirsiz ve huzursuz ediciliği yoktur. Hele ki yaşımız Faruk gibi 90’sa bu, nostaljiden daha fazla anlam içerir.
Yıkılacak olan bina, yönetmen Aslı Özge’nin de büyüdüğü, içinde yaşamasa da ara ara babasını ziyaret vesilesiyle geldiği bir yer. Bu sebeple bu ortak mekân -apartman sakinlerini de dahil ettiğimizde- bir değil daha fazla kuşağın sayısız anısını barındırıyor. Faruk’un evine, binasına dolayısıyla geçmişine sahip çıktığı mücadeleye Aslı Özge’nin reel olarak dahil olması, bu mânâda daha da işlev kazandıyor. Faruk, geçmişine sahip çıkmaya çalışırken; Aslı da geleceğine sahip çıkmanın peşine düşüyor. Anlatının içinde yol alırken hem etken hem edilgen bir kimliğe bürünüyor ve nihayetinde film, şaşırtıcı bir finale bağlanıyor.
Kentsel dönüşümle binaların dönüşüp değişmesi kadar insanların ve toplumun dönüşümünü de resmeden politik bir fonda kapitalizmin, devletlerin, sermayenin hafızamıza, anılarımıza, kimliğimize nasıl hoyratça saldırdığını da yeniden hatırlatıyor “Faruk”…