A password will be e-mailed to you.

70. Berlin Film Festivali’nin ana yarışmasının şu ana kadarki favorisi Eliza Hittman’ın Never Rarely Sometimes Always (Asla Nadiren Bazen Daima) adlı filmi. Sundance Film Festivali’nde ABD yapımları yarışmasında Jüri Özel Ödülü kazanan bu film, Screen International’ın eleştirmen jürisinden de en yüksek puanı aldı. Geçen yıllarda ortalaması en yüksek olan film Altın Ayı’yı kazanmıştı. Bu yıl da aynı durum tekrar edecek olursa Jeremy Irons başkanlığındaki jüri de ödülünü bulmuş demektir!

Encounters’ın favorisi Shirley

Encounters’ın favorisi Josephine Decker’in Shirley’si. Önceki yıl Madeline’s Madeline ile sinemaseverleri çarpan Decker’in yönettiği, Sarah Gubbins’in Susan Scarf Merrell’in aynı adlı romanından senaryolaştırdığı bu filmi yazar Shirley Jackson’ın hayatından ve yazma sürecinden çarpıcı ve karanlık bir kesidi kadın özgürleşmesi üzerinden anlatıyor. Filme adını veren karakteri Elisabeth Moss’un canlandırdığı film eleştirmenler arasında rağbet görüyor, çok yoğun biçimde Shirley de bu yıl Sundance’te Auteur Sineması Jüri Özel Ödülü kazandı.

Kelly Reichardt’ın dünya prömiyerini Telluride’da yapan First Cow (İlk İnek) adlı filminin başarısından iki önceki yazıda söz etmiştim.

Son dönemece girerken Altın Ayı ve Encounters adayları… Never Rarely Sometimes Always ve Shirley’nin de başarısını ekleyince Berlin’de bir Amerikan bağımsız sineması üstünlüğünden rahatça söz edebiliriz. Berlin Film Festivali, Sundance filmlerine her daim yer verir, ama bu yılki seçkide, hem Altın Ayı adayları hem yeni yarışma Encounters adayları arasında bu kadar öne çıktıkları olmamıştı.

Sundance’te yarıştıktan sonra farklı bölümlerden Berlinale programına giren filmler arasında David France’ın Welcome to Chechnya (Çeçenistan’a Hoşgeldiniz) ve Ukraynalı Iryna Tsilyk’in The Earth Is Blue as an Orange (Dünya Portakal Kadar Mavi) belgeselleri yer alıyor. Massoud Bakhshi’nin kocasını öldürmekten hüküm giyen bir kadının öyküsünü anlattığı İran yapımı Yalda, a Night for Forgiveness Generation 14 Plus bölümünde yarışıyor. Susanne Regina Meures’in Saudi Runaway’i Suudi Arabistan’da devlet kontrolünden bezmiş bir genç kadının isyanını konu alıyor.

Asla Nadiren Bazen Daima

Eliza Hittman’ın ilk uzun metrajlı filmi It Felt Like Love 2013 Sundance Film Festivali’nin Best of Next bölümüne seçildi ve Rotterdam Film Festivali’nde Kaplan Ödülü için yarıştı. 2017 yapımı Beach Rats (Kumsal Fareleri) adlı filmiyle de Sundance’te En İyi Yönetmen seçildi ve Locarno Film Festivali’nde Günümüz Sinemacıları bölümünde yarıştı. Her iki filminin de başka festivallerde adaylık ve ödüllerle dolu bir festival macerası var.

Never Rarely Sometimes Always adını New York’ta bir Aile Planlaması kliniğinde yapılan anketten alıyor. Filmin kahramanı, 17 yaşındaki Autumn’un bu anketin sorularına verdiği cevaplar filmin doruk noktasını oluşturuyor. Autumn (Sidney Flanigan), Pennsylvania’da bir kasabada yaşayan sıradan bir kız. Kuzini Skylar (Talia Ryder) ile birlikte bir süpermarkette kasiyerlik yapıyor. Hittman’ın objektifi iki genç kadının yüzlerini uzun uzun görüntülüyor. Bakışlarındaki hüznü ve çaresizliği, umudu ve gençliği yakalıyor. Solgun yüzlü, yorgun ifadeli, kayıtsız ve cool olmaya çabalayan Autumn’un ağzını bıçak açmıyor. Kocaman mavi gözlü Skylar ise onun suskunluğunun ardında yatan nedeni biliyor besbelli ve her türlü riski alıp ona destek oluyor.

Autumn’un derdi hamile kalmış olması… Pennsylvania’da reşit olmayan kadınların hamileliklerini sona erdirmeleri için ebeveynlerinin izni isteniyor. Bu yüzden iki kuzen yasal yoldan kürtaj yaptırabilmek için New York’a gidiyor… Never Rarely Sometimes Always, evlerindeki monoton hayatı serimledikten sonra New York yolculuğuna odaklanıyor ve izleyiciye iki ayrı Amerika’yı karşılaştırma olanağı tanıyor.

Pennsylvania’daki doktorların tarafsız bilgi vermek yerine çocuk sahibi olmayı özendirici tutumu, ısrarlı annelik propagandaları tutucu taşra atmosferini yaratırken, New York’ta önünde fetüslerin yaşam hakkı savunucularının eylem yaptığı klinikteki bilimsel titizlik ve psikolojik destek liberal Amerika’dan bir kesit sunuyor. Taşra ve kent arasındaki yaşam tarzı ve kültürünün farklılık göstermesi evrensel bir durum, esasen. Autumn’un ruh hali ve deneyimledikleri küresel olarak onun kuşağına mal edilebilir. Yalnız Trump yönetimindeki ABD’de değil İspanya’dan Türkiye’ye her yerde kadın bedeni üzerinde bir tahakküm aracı olarak kürtaj yasağı uygulanmaya çalışılması da evrensel bir sorun.

Duygusallık batağına batmadan

Film, Autumn’ın bir okul müsameresinde pek de parlak sayılmayacak bir performansla The Exciters’ın He’s Got The Power adlı şarkısını seslendirmesiyle başlıyor. Şarkının sözleri sonradan Autumn’ın hiçbir ayrıntısını öğrenemeyeceğimiz ama duygularını hissedeceğimiz deneyimine gönderme yapıyor. New York’taki anket sırasında Autumn’ın bu şarkıyı neden seçtiğini kavrıyoruz.

He makes me do things I don’t want to do
He makes me say things I don’t want to say
& even though I want to break away
I can’t (stop saying I adore him
I can’t stop doing things for him)
He’s got the power, the power of love over me

(Bana yapmak istemediğim şeyler yaptırıyor
Bana söylemek istemediğim şeyler söyletiyor
Ondan kaçmak istememe rağmen
Ona taptığımı söylemeden duramıyorum
Onun için bir şeyler yapmadan duramıyorum
Güç onda, üzerimde aşkının gücü var)

Hittman bu son derece yalın, gerçekçi ve duyarlı filmde iki genç oyuncusundan müthiş performanslar almayı bilmiş. Bu sayede filmin inandırıcılığı artıyor ve izleyici bu iki kararlı genç kadının iradesine saygı duyuyor, onları seviyor ve onlar için kaygılanıyor. Hiçbir şekilde duygusallık batağına batmadan böyle bir özdeşleşme sağlaması filmin başlıca erdemi. Ünlü Fransız görüntü yönetmeni Helene Louvart’ın çalışması da filmin dişil bakışında etkili. Bir başka Altın Adayı olan Brezilya yapımı, Marco Dutra ve Caetano Gotardo’nun yönettiği Todos os Mortos (Bütün Ölüler) adlı filmde de Louvart’ın imzası var.

 

İLGİLİ HABERLER

Berlinale ısınmaya başladı

BERLINALE’nin fazlasıyla geveze filmleri

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 10:30:43