A password will be e-mailed to you.

Editör notu: Yasemin Semercioğlu’nun iki kısım halinde yayımlayacağımız Alper Aydın röportajının ilki. Keyifli okumalar.

Bir sergi düşünün Türkiye’de solo olarak düzenlenen en büyük açık hava sergisi. Sanatçının doğup büyüdüğü topraklarda, nefes aldığı doğayı sanatı ile birleştirdiği, uzun yıllara dayanan çalışmalarını izleyiciyle buluşturduğu ve bu buluşmada sürprizler yaşadığı, denizden gelen eserinin fırtına ile denize kavuştuğu…

Ordu’da açılışına gittiğim, adını nadir görülen bir hava ve deniz olayından alan bu muazzam sergi, şehrin doğa, tarih, mitoloji ve manzarayla birleşen farklı mekânlarına yayılmış olarak karşılamıştı bizleri.  İzlerken doğa olaylarını bize de yaşatarak büyülenmiş olarak dönmüştük. Alper Aydın ile sanatını, yaz süresince yoğun ilgi gören Fata Morgana’yı konuştuk.

Alper Aydın, Yasemin Semercioğlu

Yasemin Semercioğlu: Ülkemizin cennet köşelerinden bir tanesi olan Ordu’ya ilk defa geldim ve doğasından, yeşilinden, Karadeniz’in meşhur dalgalarından, rüzgârından çok etkilendim. Çalışmalarında, çizim, fotoğraf, heykel, yerleştirme, video, performans ve doğal malzemelerle yapılmış geçici düzenlemeler ile çoklu pratikleri kullanarak sanatını gerçekleştiriyorsun.  Araziye müdahalelerde bulunuyorsun. Çok iyi bir doğa gözlemcisisin. Sanatında çıkış noktan, yön veren unsurlar nedir? Sanatçının yaşadığı yerle, çeşitli ve karmaşık ilişkileri vardır. Ordu’da yaşamını sürdürmüş olmanın sanatına etkisi var mı?

Alper Aydın: Kendimi bildim bileli yeni bir şeyler yaratmayı, problemlere karşı çözümler üretmeyi ve durumlar karşısında farklı bakış açıları oluşturmayı sevdim. Bildiğim bir gerçek var o da bedenimin, yaşamımın doğadan bağımsız olarak düşünülemeyeceği, bu durum yıllar içerisinde yaşadığım yerin de etkisi ile doğaya ve olduğum yere karşı daha hassas yaklaşıp bulunduğum her yeri, yalnızca bulunduğum zaman dilimi ile değil, tarihiyle, yerelliğiyle, arkeolojisi ile jeolojisi ile empati ederek ve her şeyden önemlisi yarattığı enerji ile algılamamamı sağladı. Bütün bu doneler bir çalışmayı gerçek kılmadaki en önemli etkenler oluyor, sonrası ise çalışmanın pratiği, malzemesi ve boyutları gibi teknik aşamalar ile çalışma gerçek oluyor. Ordu doğaya ve Dünya’ya yakın olmak için güzel bir yer eğer derdiniz doğa ise çok doğru bir yer. Büyük şehirlerin karmaşasından ve yıpratıcılığından uzakta niyetinizi gerçek kılmak için kendinize, sanatınıza, üretiminize odaklanabileceğiniz bir yer. Ben de üretimlerim için bütün bu dinamiklerini maksimum seviyede zamanı verimli kullanarak uygulamaya çalışıyorum.

“Taşların Gerçek Ağırlığı doğa ile diyalog kuran ilk çalışmalarımdan”

Alper Aydın, Taşların Gerçek Ağırlığı

Geçmiş yıllarda bende en çok iz bırakan eserlerinden bir kaçını saymak istesem ilk aklıma gelenler, Taşların Ağırlığı (2011), hatta bu serinin fotoğraflarını yıllar önce ilk Abitus Sanat Projelerinde görmüştüm. Şimdi ise Yason Burnunda o kayalar ile rüzgârın uğultusu eşliğinde dalgalar arasında karşı karşıya kalmak muazzamdı. Taş Kütüphanesi (2016), D8M (2017) 15. İstanbul Bienali için buldozer kovası ve kırık ağaçlar ve 5. Mardin Bienalinde sergilenen Nuh adlı eserin. Bu eser Mardin’de ne kadar etkiliyse sonrasında yerini bulduğu koleksiyoner Selman Bilal’in evinde de bir o kadar etkileyiciydi. Son sergiye geçmeden önce bu eserlerden bize kısaca bahsetmek ister misin?

Tabii ki, Taşların Gerçek Ağırlığı ürettiğim doğa ile diyalog kuran ilk çalışmalarımdan biri ve uygulama alanı oldukça geniş, yaklaşık 35 km’lik bir sahil şeridine yayılıyor. İnsanın uzak olduğu doğayı, insanın yarattığı rakamlar ile insana yakın kılmaya çalışıyorum ve doğayı algılamak için yeni bir iletişim dili yaratıyorum.  Taş Kütüphanesi 2007-2015 yılları arasında Anadolu’nun farklı coğrafya ve yapılarından topladığım insanların hayatına şahitlik eden ama jeolojik özelliğini de hala koruyan taşlardan oluşan bir kütüphane. D8M İsmini Cat marka dozerlerin doğayı tahrip eden en büyük modellerinden birinden almakta. Bu çalışma da, 3. İstanbul hava limanı ve 3. Boğaz köprüsü yapılırken kesilen ağaçları alıp İstanbul Modern’de bir dozer kepçesi ile köşeye sıkıştırarak oluşturmuştum. Nuh ilk yurt dışı deneyimimde İtalya’da gerçekleştirdiğim bir çalışma idi. Aslında bu sergi ile doğrudan ilintili bir iş, denizde olması gereken bir geminin rüzgârgülleri ile uçmasını ele alıyor ve bu yapısı ile sınırlarını özgür kılıp ulaşılamayacak yerlere ulaşma potansiyelini ortaya koyuyor.

“Fata Morgana doğruluğundan emin olduklarımızın gerçekleri yansıtmadığını paylaşır”

Yason Burnu

Gelelim ‘Fata Morgana’ adını verdiğin, Türkiye’de solo olarak düzenlenen en büyük açık hava sergine. Nasıl bir alanı kaplıyor bu sergi? Bir doğa olayı olarak biliyorum, nedir Fata Morgana?

Sergi bir kapı olarak Ordu merkezde bulunan Taşbaşı Sanat alanından başlıyor, ardından 32 km uzaklıktaki Yason Burnu yarımadası serginin ana mekanı ve bu alanda araziye 6 ayrı büyük boyutlu çalışma yayılmakta. Üçüncü mekan olarak Yason Burnu üzerinde bulunan Kilisede çalışmalar yer alıyor ve yine biraz ileride yer alan Sülü Burnu’nda ise sonlanıyor. Coğrafi olarak sergi alanına baktığımızda bir hat olarak  denizin içerisine doğru uzandığını görüyoruz. Bu uzantı sergi içinde insanların dünyaya, doğaya bağlanması için bir göbek bağı niteliği taşımakta.

Fata Morgana’da, güneş ışınlarının denizin üzerine güçlü ve dikey bir biçimde vurması ile birlikte, ufuk çizgisi yok olur ve denizin üzerinde yer alan adalar, kara parçaları, gemiler ya da nesneler uçuyormuş gibi görünürler. Aslında gerçek olmadığını bildiğimiz bu görüntü, bir illüzyon ile bizi yanıltır. Serginin isminin Fata Morgana olması ise bu illüzyonun yalnızca bu coğrafyada deniz üzerinde değil bizzat yaşamın içinde gördüğümüz, doğruluğundan emin olduğumuz şeylerin aslında gerçekleri yansıtmadığı bilgisini paylaşır ve gerçeğin doğa bağlamında ne olduğunun bilgisini bize aktarır.

Bu serginin çıkış noktası ne oldu? Kaç yıllık bir çalışmanın ürünü? Bu güne gelene kadar nasıl virajlı yollardan geçti?

Üniversiteden mezun olduğumda, İtalya’da aldığım eğitim ile çok güçlü bir portfolyom oluşmuştu ve bu portfolyodaki işlerin yüzde 80’ni Yason’da yaptığım üretimlerden oluşuyordu, ellerimdeki bu çalışmalar ile o yıl Yason’daki kilisede sergi açmak için başvuruda bulundum, ve kültür müdürlüğüne çalışmaların olduğu bir dosya ile isteğimi belirten bir dilekçe verdim, böyle bir şey ile ilk kez karşılaştıkları için dilekçemi müzeler müdürlüğüne gönderdiler, onlarda ne yapacaklarını bilemedikleri için Kültür bakanlığına gönderdiler dilekçemi, bir kaç ayın sonunda ciddi bir ödeme karşılığında sergimi açabileceğime dair bir mektup aldım kültür bakanlığından. Üniversiteden mezun olmuştum ve sonuç benim için bir hayal kırıklığıydı, sonra düşünmeye başladım, illaki bu çalışmalar kilisenin içinde mi sergilenmeliydi? Çünkü orası doğup büyüdüğüm yerdi ve her cm karesine kadar bildiğim yer için bana bir bedel biçiliyordu ve ardından kilisenin karşısında denizin içinde bulunan kayalara yaptığım ilk sanatsal müdahaleler ile yıllar içinde bir sürü çalışma uygulayarak bir çok çalışma gerçekleştirdim. Ama burada da bir problem çıkıyordu ortaya, burası açık bir arazi ve profesyonel sanat izleyicisi yapılan çalışmayı yalnızca fotoğraflarından biliyordu. Ben de bu sergi üzerine 12 yıl önce düşünmeye başladım. Sergi pandeminin başında 3 yıl önce detaylı olarak planlandı 2 yıl ise sergideki çalışmaları yapabilmem için bir fiil çalışmam gerekti.

“Ölmüş ağaç köklerine ikinci bir yaşama şansı verildi”

Alper Aydın, İkinci Doğum

Fata Morgana’nın ilk durağı olarak gezdiğimiz Taşbaşı Sanat Alanı bizi bahçesinde, küresel ısınma sonucu selin sahillere sürüklemiş olduğu köklerin dikkatle toplanarak bir araya getirdiğin, bonsai yapma tekniği kullandığın ‘YIŞ’ çalışman karşılıyor bizleri. Eserindeki süreç ve buradaki  altın nokta nedir?

Küresel ısınma ve onun sonucu ekolojik felaketleri gözler önüne seren birçok olayla karşı karşıya kalıyor Yason Burnu, bu olaylardan biri de selin sahillere taşıdığı serginin bir parçası olan dev 250 yaşında ağaç kökleridir. Farklı ağaç türlerinde, boyutlarda ve şekillerde olan bu kökleri sahilden büyük bir dikkat ile topladık. Bonsai yapma tekniklerinden yararlanarak öz suyunu kaybetmiş, gövdesi olmayan bu kökler içerisinde boşluklar oluşturarak onları toprak ile doldurup yeni fidanlar ektik. Buradaki altın nokta, ekilen bitkilerin saksısının toprak değil bu kökler olmasıdır. Bu müdahale, yok olmakta olan bir ağacın yeniden işlev kazanıp organik bir biçimde hayatına devam etmesine olanak sağlıyor. Böylece ölmüş ağaç köklerine ikinci bir yaşama şansı verilmiş oluyor. Ölüm, sona erme, işlevini kaybetme kavramlarının doğada ne denli muğlak sınırlara sahip olduğunu gösteren çalışma yaşayan bir heykeldir.

Taşbaşı Sanat alanında içeriye girdiğimizde ise 36 çizimden oluşan Fikir Çizimlerin karşımızda. Bu çizimler yapıtlarının ilk ifadeleri niteliğinde eskizler her biri ayrı güzel ve etkileyici sonra göreceğimiz eserlere referans oluyorlar. Günümüzde her tür tasarım dijital çizim, farklı uygulamalar sayesinde projeye dönüştürülebiliyor. Bu yöntemi tercih etmemendeki sebep nedir?

Aklıma ne zaman bir fikir gelse o fikri kendimden bağımsız bir figür ya da bir karakter gibi düşünüp o fikirle konuşmaya başlıyorum, hangi sanat pratiği ile uygulanmalı, hangi malzeme kullanılmalı, hangi boyutlarda ve hangi mekânda olmalı bu konular üzerine uzun uzadıya düşünüyorum, bu süreçte fikrin kesin detaylarını ve boyutlarını ortaya çıkarmak için ise bir mimar gibi bir mühendis gibi, pergel ve cetvellerle çizimlerini gerçekleştiriyorum, bu çizim süreci, zihnimde tam anlamıyla fikrin sonuçlanmasını sağlıyor, tabii ki ben bu çizimleri dijital olarak ta gerçekleştirebilirim ama dijital mecralarda kendimi ifade edebilecek bir bilgim yok ve güzel sanatlar alanında yaşamını sürdüren bir karakter olarak ta ellerimden hayat bulmuş çalışmaların daha samimi olduğuna inanıyorum, öyle ki fikir çizimleri ben bu hayatta değilken bile gerçekleştirilebilecek net detaylara sahip çizimler, birisi 300 yıl sonra gelip bu çizimlerden çalışmayı ben olmasam da gerçek kılabilir.

“Kaidenin yüksek oluşu insanoğlunun egosundan kaynaklı”

Alper Aydın, Dönüşüm

‘FA MO’ ve ‘PARÇA’ Taşbaşı’ndaki diğer çarpıcı eserlerden ikisi. Biri insan iskeletinin replikası, nesli tükenen bir hayvan gibi bir izlenimi var ilk bakışta, diğeri ise güneşten kopan bir parçanın zamanla soğuyarak Dünyayı oluşturduğu teorisi, çalışmada kendisini ‘Dünya’ olarak tanımlayan amorf bir taş parçasında vücut buluyor. Bize bu eserlerin hikâyesinden, üretim süreci ve sergileme şeklinden bahseder misin?

2017 yılında çalışmalarımın aksı daha bilimsel bir yöne doğru kaymaya başladı ve sanatçı olarak, yalnızca düşündürücü ya da estetik olgulara dayanan, bazı problemleri ele alan üretimler değil Dünya’nın geleceğine dair çalışmalar da düşünmeye başladım. Bu anlamda ürettiğim ilk işlerden biri kendi nefesimle yaşamanı sürdürebilecek sebzelerden oluşan bir habitat tasarlamak olmuştu, FA MO da bu bilinçten oluşan bir iş. FA MO4 ayrı insan iskeleti replikasının parçalanıp bir araya getirilerek hibrit bir yeni insan iskeleti hipotezi olarak ortaya çıktı, insanoğlunun gelecekte doğaya uyumlu ve kolektif bir biçimde yaşayabilmesi için nasıl bir bedene sahip olması gerekirdi, bu sorunun cevabını vermeye çalışan bir iş. Aynı zamanda FA MO’nun yerleştirildiği kaidede işin bir diğer katmanı olarak gerçekleştirildi. Yüksek bir kaide  aynı zamanda heykelin taşınması için kasası olarak da karşımızda durmakta, üzerinde “FRAGILE” kırılabilir ibaresi bulunmakta, bu aynı zamanda insanoğlunun dünya üzerinden bir olay yaşayıp her an silinip gidebilme ihtimalini ortaya koymakta, kaidenin yüksek oluşu ve anıtsal bir biçimde bütün sergi mekanını kapsaması da insanoğlunun egosundan kaynaklanmakta.

Parça İsimli çalışma ise bu gün üzerinde yaşadığımız bu gezegenin bütün yaşamdan önceki süreçlerini empati etmemizi sağlamaya çalışıyor, Güneşten kopan büyük bir amorf taş parçasının bu günkü dünya olmadan önce uzay boşluğunda geçirdiği süreçleri ele almakta, el yapımı gerçekçi birer yağlıboya olan ve altın varaklı birer çerçeve içerisinde sergilenen triptik çalışmanın ilk görselinde dünyanın gerçek kg mı yazmakta, ikinci görselde kıtaların oluşumunu görmekteyiz bu görselde okyanusların yerinde çöllerin olduğunu karaları ise sert bir taş yüzeyi olarak görmekteyiz. Üçüncü görselde ise dünyanın kesiti ile karşı karşıya kalıyoruz. Burada çekirdeğine kadar tüm katmanlar en ince ayrıntısına kadar görülmekte. Bu Dünyaların yalnız bildiğimiz klasik Dünyadan bir farkı var bu Dünya formları dairesel değil birer yumurta formundan oluşmakta, özellikle bu şekilde yapılmasını tercih ettiğim bu Dünya resimleri Dünyanın bu günkü Dünya olabilmek için geçirdiği süreçteki doğurganlığını, yaratıcılığını bütün hayatı nasıl inşa ettiğini bu yumurta formu sayesinde ortaya koymakta.

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 06:30:30