Pera Müzesi’nin yeni sergilerinden “Zaman Değişmeli“, zaman kavramının yerleşik kurallarını yıkarak, geleneksel zaman fikrine yeni perspektifler sunuyor. 13 Aralık’ta başlayan ve 17 Mart 2019’a kadar devam edecek serginin küratörü Alistair Hicks’in serginin sanatçılarından Nilbar Güreş’i şu satırlarla anlatıyor:
Zaman peşimizden gelir. Onu biz icat etmiş olsak da sinema üzerinde pek kontrolümüz olduğu söylenemez. Zaman bir sanatçı için, bir siyasetçi için olduğu kadar tehlikelidir. Marclay ve Gordon, Zaman Tanrısı’na tapıyorlardı. Raqs Media Collective, Cao Fei ve Nilbar Güreş bunu yapmamayı başarıyor ve zamana herhangi bir konuymuş gibi yaklaşıyorlar. Hayatımızdaki dengesizlikleri ve önyargıları analiz etmek için onu insan yapımı herhangi bir araçmış gibi kullanıyorlar.
Constantin Brancusi’nin 1938 tarihli Sonsuz Sütun’u (Endless Column), genelde yirminci yüzyılın en sade ve zarif heykellerinden biri olarak görülür. Modernizmin hedeflerini ustalıkla gerçekleştiren bir yapıttır. Sıfırdan üreten, sıfır noktasından başlayan bir iştir. Sanki taş taş üzerine yerleştirilerek yapılmıştır. Bu heykel bizlere yeni bir sanatın yapı taşlarını gösterir. Heykelin başlığı, gökyüzünde ve sonsuzlukta kaybolan kusursuz çizgiye gönderme yapar. Ancak yapıtın tamamlanmasının gecikmesi ve ihmal edilmesi, yirminci yüzyıl sanat tarihini aslında pek de dürüst bir biçimde anlatmadığımızın işaretidir.
Tarihin düz bir çizgi olması, büyük oranda eril bir düşünceydi. İnsanın sonsuzluğa uzanacak bir heykel yapabileceğine inanmak, Babil Kulesi’ni inşa edenlerle aynı iddiayı paylaşmak anlamına gelir. Babil Kulesi’ni inşa edenler yukarıya tırmanarak Tanrılarını bulacaklarını sanıyorlardı. Brâncuși ölümüne dek (1957) kendi devasa fallik sütununa dair şüpheler beslemekteydi. Bu sütun için çalışmalarına 1918’de başladı ama 1938 yılına dek tam yirmi yıl tamamlanmamış halde kaldı. En sonunda 1935 yılında Ulusal Gorj Kadınları Ligi (National League of Gorj Women) tarafından gelen bir sipariş, sütunun bitirilmesini mümkün kıldı. Bu derneğin üyeleri I. Dünya Savaşı’nda Târgu Jiu’da savaşan şehit eşlerini, babalarını, oğullarını ve kardeşlerini onurlandırmak istiyordu. Brâncuși onlardan para almayı reddetti.
O dönem Paris’te gönüllü sürgündeydi. Evine yakın bir şehirde en iddialı projesini gerçekleştireceği için gururluydu. Sütunun yerleştirmesini mühendis bir arkadaşı yaptı. Fakat tam işi bitirmek üzerelerken yeniden bir dünya savaşı patlak verdi ve II. Dünya Savaşı’nın neredeyse hemen sonrasında Romanya yüzyılın en baskıcı rejimlerinden biriyle yönetilmeye başladı. 1950’lerde Romanya Komünist Partisi belediye başkanı, burjuva Batı sanatının bir örneği olarak gördüğü heykelin yıkılması emrini verdi. Bu iş için görevlendirilen kişi, traktörle heykeli indirmeyi denedi ancak tepede 30 metre yüksekliğindeki dökme demiri biraz oynattıktan sonra bundan vazgeçti. Brâncuși kulesinin yamulduğunu bilerek ölecekti.
Nilbar Güreş kariyeri boyunca dört farklı totem yaptı. Bu totemlerde uçarı bir özgürlük duygusuna rastlarız. Güreş bunları yaparken Brâncuși’nin Babil kulesiyle veya sütununu kullanarak gökyüzünü havada tutmayı başaramamasıyla dalga geçmeyi düşünmemişti. Yalnızca dünyayı daha farklı bir biçimde görüyordu. Sao Paolo Bienali’ne davet edildiğinde yanına Türkiyeli kadınların geleneksel araçlarını, ahşap kaşıklarla diğer kap kacakları almıştı. Kaşıklardan bazılarını Brezilya toprağına gömdü ve sonra kafasının üzerinde durarak 2014 tarihli Başüstü Totem’i oluşturdu. Elbette bu o kadar da uçarı bir jest değildi. Güreş aslında kameranın öteki tarafındaydı. Kafasının üzerinde duran kişi kendisi değil Brezilyalı bir yoga öğretmeniydi. Bacakları geleneksel örtülerle bağlanmıştı. İç çamaşırlarında korselere özgü bir kısıtlanmışlık hissi vardı. Belki kendisi bir totemdi. Belki sürekli olarak kafasının üzerinde duruyordu, ama bu şekilde düz bir çizgi oluşturma çabasında Brâncuși’nin numaracılığından eser yoktu.
Erkeklerin yarattığı karmaşayı onaran kadın
2014 tarihli Pembe ve Kürk, Desen ve Halı, Desen ve Kolye, Turuncu ve Küpeler, Lacivert ve Dağınık Saçlar, Yeşil ve Gözyaşları, Koyu Mor ve İnci (Pink & Fur, Pattern & Carpet, Pattern & Necklace, Orange & Earrings, Navy Blue & Messy Hair, Green & Tears, Dark Purple & Pearl) çalışması, daha da doğrudan bir biçimde Sonsuz Sütun ile ilişkilendirilebilir. Bu çalışma, eşkenar dörtgen biçimindeki taş bloklardan değil, “etek parçaları”ndan yapılmıştır. Sanatçı misojeniyi en temel biriminde, kadının bir kumaş parçasına, bir seks objesine indirgenmesinde inceler. Meydan okuyan bir sütundur bu.
Kadınlar birbirlerinin üzerinde duran etekler tarafından temsil edilir. Eşlerini kaybetmiş, savaşın kurbanı olmuş kadınların temsil edildiği yapıt, insanın sonsuz cesaretine ve kararlılığına bir saygı duruşudur. Brâncuși’nin heykeline olan ihtiyaç da gücünü bu tür eril ve soyut fikirlerden alıyordu. Brâncuși’nin ve Güreş’in sütunlarını karşılaştırdığımızda, zamana yönelik iki farklı anlayış görürüz. Yirminci yüzyılın
en önemli heykelini yapmak için yola koyulan erkek heykeltraş, bunu yaparken bir yandan da zamanın sonsuzluğunu elde etmeyi de arzuluyordu. Nilbar Güreş’in cevabı ise, zamanın parçalarını birbirine dikmek, erkeklerin yarattığı karmaşayı onarmaya çalışmak olmuştur.
Yazının sonunda eski bir İngiliz atasözünün dediğine geliyoruz: “Zamanında atılan bir ilmek, terziyi ileride atacağı fazladan dokuz ilmekten kurtarır.” Nilbar Güreş dikiş diktiği için bir problemi sonraya bırakmamanın önemini bilen terzinin bilgeliğine aşinadır. Güreş, zamanın parçalanmış eril algısını dikişine malzeme yapıyor. Bırakalım da siyasetçiler yaklaşan dalgalara karşı bağırıp çağırsınlar, bize de zamana küçük dikişler atarak yeni bir dünyayı görme imkanı veren sanatçılar önderlik etsin. Nilbar
Güreş, bizi eski düşüncelerimizi onarmaya teşvik ediyor.