Bütün bu soruların acıklı yanıtlarını güzelce veren oyun ‘Ne Yaptıysak Nafile’ ; demogojiden arınmış, sade ve yüksek sanatsal diliyle hepimizi büyüledi…
Tiyatro festivali şahane bir oyunla başladı! ‘Ne Yaptıysak Nafile’ adlı oyunla seyirciye yeniden ‘merhaba’ dedi festival; program çok sıkı, oyunlar gerçekten şölen gibi… Şimdiden iyi seyirler dilerken, Sanatatak’ın oyun önerilerini takip etmenizi tavsiye ederim…
Gelelim bu büyüleyici Polonya oyununa…
Yönetmenliğini Grzegorz Jarzyna’nın üstlendiği oyunun yazarı Polonya edebiyatının ödüllü yazarı Dorota Maslowska.
Savaş bize ne yapıyor? Savaşın milyarlarca yıldır süpürdüğü insaniyetin ve kavramların çoktan katledildiği bir hayatın ortasına doğmuş olan biz, ne anlarız yaşamaktan?….
Bütün bu soruların acıklı yanıtlarını güzelce veren oyun ‘Ne Yaptıysak Nafile’ ; demogojiden arınmış, sade ve yüksek sanatsal diliyle hepimizi büyüledi…
Odasızlık, odalarda kendini aramak gibi artık günümüzün sıradan anları olan travmalarımızın kaynağını; savaş nedeniyle köşeye atılan, köşelerde sıkıştırılan insanlığımız olarak tespit etmiş yazar. Sosyolojik bir bakış açısının sahneye yansıyışının müthiş bir örneği…
Mekânların, objelerin ve objeleşmenin yaşam biçimimizi nasıl da yönettiğini neşeli bir dille anlatan bu oyunu izlerken gülmek; tüm toplumların arasındaki sınırları yok eden bir anlam taşıyor: sadece insanız, hepsi bu.
Oyun boyunca karşımıza çıkan özel bir durum da, korkunçlaşan gündelik dildi: Kapı çalındığında, gelenin ‘bir sonraki savaş’ sanılması, yemeklerin adlarının ‘elimin tersi, beklemiş havuç, küflü ekmek’ vs olması; içinde yaşadığımız ürkütücü çağa rağmen, gerçekliği inkâr ederek sıradanlığa sığınışımızı anlatmanın en sade yoluymuş ve bu yolu yazarıyla, rejisiyle, teknik ekibi ve prodüksüyonuyla TR Warszawa bulmuş…
Şişmanlık, güzellik, çirkinlik, açlık ve aile gibi basit görünen ama yaşamı çıkmazlara sokan kavramları incecik bir hassasiyetle sahneye bırakıveren bu vizyona hayran kaldım…
Video kullanımı artık sahne için bir yenilik olmaktan çıkıp, harika bir gerekliliğe dönüşüyor sanki. Hâla dijital sanatı sahneye yakıştıramayan varsa bu oyunu bir izlesin derim…
Sahnede mikrofon kullanımı konusundaki tabularımızı yıkmak için de güzel bir örnekti oyun. Bize konservatuvardan itibaren ısrarla dayatılan ‘sahnede yüksek ses’ zorunluluğu artık lütfen çıksın hayatımızdan. Neymiş, en arka sıradaki seyirci aynı parayı vermemiş mi?… Ah! Bir mikrofon sayesinde hem her seyirci parasının ve ayırdığı vaktin karşılığını alacak; hem de en önemlisi, oyuncu insanlıktan çıkmadan doğal sesle, samimi bir halde oynayabilecek. Böyle şeylere alışmaya başlarsak daha hızlı güzelleşecek hayatımız, inanıyorum ben…
Oyun sonrası yapılan söyleşide yaza , bu oyunun İstanbul’da oynanması ile ilgili çok fazla çelişkisi olduğunu fakat seyirciden gelen güzel tepkilerin bu çelişkiyi yok ettiğini söyledi…
Düşünsenize, Türkiye uzaktan çok ürkütücü görünüyor olmalı…
Kendisine prova sürecine dâhil olup olmadığını sordum; ‘Prova sürecine dahil olmayı sevmiyorum ve açıkçası yazarın bu süreçte işin içinde olmasını doğru bulmuyorum. Zaman zaman kulağa nasıl geldiğini fark edince sürece dahil olmam gerektiğini düşünsem de, orada durup sahnedeki işe yön vermek bana göre değil’ dedi…
Son olarak da oyununun yabancı bir ülkede anlaşılmış ve hatta seyirciye güzel bir deneyim yaşatmış olmasından ve bu kadar çok gülmemizden çok memnun olduğunu söyledi…
Açıkcası oyun boyunca gülen ben, bitiminde birkaç hayran gözyaşı da bıraktım Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne…
Özetle festival için güzel bir ilk geceydi…
Sevgili seyirci; festivalin ilk gününden size seslenmek isterim; bu festivaller sadece sanatçılar için değil, herkes için… Lütfen festivalle ilgili önyargılarınızı, çekincelerinizi yenip bu güzel oyunları izleyin… Yoksa tüm tiyatro camiasına brif yazıp kendimi yakacağım. Sorum da şu olacak: "Festival sadece sanatçı için mi, seyirci için mi? Sanat kim için, ne için? Sanatçı kim, seyirci kim? Biz kim oluyoruz da seyircisi olduğumuz oyunlarda yanımızda oturan seyirciye ‘sanatçılık’ taslıyoruz?!" …
Gördüğünüz gibi yakıcı bir brif. Gelin beni yakmayın, oyunları gönül rahatlığıyla izleyin ve kendinizi tiyatronun kollarına bırakın.
Sevgiler…