Adnan Çoker’i bilinmeyen yönleriyle anlatayım istiyorum.
Örneğin Adnan Çoker’le ilgili bilinen en büyük yanlış onun bir minimalist olduğudur.
Adnan Çoker, hiç ‘minimalist’ olmamıştır. Lakin resimlerinin ilk bakışta figürsüz, az renkli ve geometrik formlara sahip görünmesi nedeniyle mimari ve tasarımda azlık ilkesinin benimsenmesine indirgenen minimalizmle anılır. Oysa resim ve heykel sanatındaki minimalizm’le yolları hiç çakışmaz Çoker’in. Onların iddiası sadece olmaktır. Başka bir mekana işaret etmek, herhangi bir espas duygusu vermek değildir. Neyse o sanatıdır minimalizm sanatta. Çoker resmi ise aksine bulunduğumuz mekana başka bir mekan hatta mekanlar önerileri getirir. Derinlikten ve bunun sarhoşluğundan dolayısıyla boşluktan asla vazgeçmez.
Bir başka yanlış anlaşılma da Çoker’in ünlü Rus ressam Malevich’e benzediğidir. Bu da doğru değildir. Malevich’in siyah karesiyle, Çoker’in siyah karesi arasında dağlar kadar fark vardır. Malevich’in siyah karesi sadece kendisi ve başka hiçbir şey olmaz istemezken Çoker’in siyah karesi birden fazla siyah yüzey vaat etmek için sabırsızlanır.
Beş önemli dönem
Çoker’in hayatında beş önemli dönemden bahsedilir. Soyut dışavurumculukla başlayan bu serüven ancak bu topraklardan çıkacak bir ressamın sahip olabileceği Doğu-Batı ikileminin besleyeceği bir çizgisellikle jesti, içgüdüyü kontrol altına almak suretiyle ilerler. Başlangıçta evet soyut vardır. İlerleyen dönemlerde ise kontrol altına alınmış, akılla saf akılla yönetilen bir soyut. Duygunun dışlandığı ama boşluğun son derece geniş bir Doğu misafirperverliğiyle ağırlandığı…
Evet, Çoker resmi çelişki doludur. Doluluk ve boşlukla dolu olduğu gibi… Ve sentez içermez.
Yerelden evrensele gidilen bir yol olduğuna değil, zaten tüm kıtaları ve o kıtaların farklı “ulus”larındaki ressamları kapsayan bir ortak payda, onu kuşatan bir ekvator olduğunu düşünür. Güney ya da kuzeyinde kalınsın, evrensel, dünyanın tam ortasından geçer.
Evrensele ulaşmak için en evrensel olan bilinebilir ancak yani Rönesans.
Ekvatorun göbeğindeki ülke gibi arzu dolu, keşfedilmiş ama defalarca keşfedilmeye açık Rönesans.
Çelişkiden yola çıkmalı
Çocukluğumdan beri tanıdığım Adnan Çoker’in Rönesans tutkusunu, İtalya’ya okumaya gittiğimde daha iyi anlamıştım. Rönesans’ın yüzeye yakınken giderek yüzeyden uzaklaşmasını ve ona bakan göze doğru yönü/yolu göstermeye çabalamaya varışına, dünyayı insana, insan gözüyle aktarmasına hayrandı Çoker.
Çünkü Çoker, Kemalist resim olduğuna inandığı gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni modern yapan değerlerin resim aracılığıyla insana aktarılmasına inanan bir kuşağın sanatçısı.
Cumhuriyetin akılcı değerlerini yansıtmak uğruna kendi duygularından feragat etmiş biri.
Soyut dışavurumculuğunu kontrol altına alan bir ressam, her sanat tarihine kısmet olmaz.
Bizler, şu günlerde onun inandığı ve yansıtmak uğruna kendini kontrol altında tuttuğu akılcı değerlerin çözüldüğüne şahit oluyoruz. Hatta bu değerlerin belki de hiç var olmadığına, ne tarihin ne sanat tarihinin aslında hiç yazılmadığına…
Bu toprakların sanatını anlamak için değerlerden değil, Batı’nın derli toplu kavramlarından hiç değil, çelişkiden yola çıkmamız gerektiğini salık veriyor Adnan Çoker bugün bize. Onun resimlerine bakarak bir kez daha anlamalıyız en büyük yol göstericimizin ve aynı zamanda kriterimizin çelişki salt çelişki olduğunu…
(Bu yazı ilk olarak Kare Sanat Galerisi’nin yirminci yaş günü için düzenlediği Adnan Çoker sergisi vesilesiyle yazılmış, 8 Aralık 2012 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanmıştır.)