A password will be e-mailed to you.

“Boynuna kareli mendil bağlayan kâküllü” gelmiş. Yıl 1966 olmalı. Kahramanımız hatta anti kahramanımız Huysuzun Teki 12 yaşında filan. Adamo’nun İstanbul’a konsere geldiğini, Hilton otelinde kaldığını öğrenmesiyle hayallere dalacak. “Deniz kenarında olacaklar. Poyraz saçlarını dağıtacak.” Ancak hayaller Paris gerçekler okulda cezaya kalmak. Adamo ve Huysuzun Teki asla konuşmayacak. Bakışmayacak ve gülüşmeyecekler.

Huysuzun Teki yazarı Vivet Kanetti, 20’lerinde yazdığı novellası’nda bu dev hayalkırıklığını bize uzun uzun ve aşırı komik anlatır. O ceza alıp Adamo ile buluşamadığına ağlar biz ona güleriz.
Bu romandan-Huysuzun Teki–  iki adet elimde, bu kez bambaşka bir otelin odasına Adamo ile buluşmaya gidiyorum. (İki kitaptan biri Kanetti’ye imzalanacak biri Kanetti tarafından bana 2011 yılında imzalanmış benim kitabım bana imzalanacak.)
Beşikaş’a geçerken vapurda söylenen canlı şarkılardaki yanlış seslere rağmen o ergeni, Huysuz’u düşünüyorum. Bir döngünün aslında asla tamamlanamayacağını, bir romana sızmış bir hikâyenin yine aslında “bakışmasız, gülüşmesiz, konuşmasız” yarım kalacağını… Ve belki de tüm yazarların, şarkı sözü yazanların başta, asıl konusunun yarım kalan hikâyeler olduğunu…

İş Sanat ekibi, Zuhal Üreten, Defne Turaç, Nisan Necimoğlu, Gül Altınay ile deniz manzaralı Osman Hamdi kopyalarının asılı otel odasında “kâküllü”yü, Adamo’yu bekliyoruz.
Sonrası çok güzel gelişiyor. Adamo geliyor. Yanına çöktüğüm gibi, elimde kitaplar, ona Yazar’dan, onun kahramanı olduğundan, bizim de o sırada aslında yeni bir hikâye yazmakta olduğumuzdan bahsediyorum. Büyük bir dikkatle dinliyor.

Vivet Kanetti

Artık boynunda söz konusu mendil yok. Kâkülleri de uzamış. Asla yorgun olmayan, yorgun bakmayan, müzik hayatında, Amerikan usülü söylersek, 7 adet decade’i geçirmiş bir sanatçı var yanımda.
7 çarpı 10 yılı devirmiş!
Nostaljik “obje”ye dönüşmemiş. Geçmişte kalmamış. Vitrine nice yaşam artığı fosil suvenirlerin içine kapatılmamış.
Aktif. Fit ve hâla müziğe iştahlı.
En başta sahne almaya, hep sahnede olmaya iştahlı. Yazıyor. Besteliyor.
İstanbul sonrası onu büyük bir Kanada turnesi bekliyor.
Ardından yine Belçika ve pek çok konser.

9 kişilik orkestrası, basları, gitarları, kemanı, piyano, davulcu ve saksafoncusuyla vereceği İstanbul konseriyle ilgili, onu en çok düşündüren, kaygılandıran ise şu:
“Hem Türkçe hem de orijinal versiyonlarıyla iki şarkı söyleyeceğim. İkisinin de sözleri o kadar farklı ki… Umarım duygu geçişlerini başarırım.”
“Bunun üzerine hiç düşünmemiştim” diyorum. Düşününce örneğin Fecri Ebcioğlu’nun Her Yerde Kar Var, “Kalbim seninle bu gece” ile şarkının orjinali Tombe La Neige’deki “yalnız şarkıcı”, “siyahlara bürünen kalp”, “ipeksi bir tören”, “beyaz gözyaşları…”
Adamo’nun bir yazar olarak dikkat çektiği, şarkıların Türkçe versiyonlarında orjinallerinde olmayan belki bir tür naiflik.
Bir Türkçe, bir Fransızca söylerken düşülebilecek her türlü boşlukla ilgili kaygısı onca yıl Adamo’yu sahnede tutan. Sürekli şarkı yazdıran, nice genç sanatçıyla düetler yaptıran.

Adamo ile

Salvatore Adamo’nun Sicilya, Comiso’da üç yaşına kadar geçen o ışıklı çocukluğu… Sonra göçtükleri Belçika’da, bir sınır kasabasında madenci bir babanın oğlu olarak büyüyünce futbolcu olmayı hayal edermiş.

“Hiç hayal etmediğim biri oldum. Şarkıcı oldum. Ve hiç tahmin etmezdim. 17 yaşımda birdenbire ünlü oldum. Anlayamadığım kadar ünlü… Ve sonra şarkıcı olarak hayal etmeyi sürdürdüm. Hep hayal ettim. Ondan devam edebiliyorum. Hayatta başımıza ne gelirse gelsin, şarkıcılar sahnede hayal etsin, hayal ettirsin ister izleyici”.
Salvatore Adamo, madenci bir babanın oğlu olarak Soma faciasından hemen sonra Soma’ya geliyor. Hâla görüştüğü aileler var.
Çocukluk onun için çok önemli bir tema. Odada olan herkese bakarak “çocukluğunuzu kaybetmeyin” diyor.

Kitaplarımı imzalarken “bu sizin, bu da yazar için, peki benimki nerede? Yazarı yarın konserime bekliyorum. Hiç Türk bir yazar okumadım. Onu tanımak istiyorum. Kitabımı da bekliyorum.”

Kitap okumayı çok seven Adamo, bir roman yazmış. Bir tane daha yazıyor.
En son Herve Le Tellier’in L’Anomalie romanından etkilenmiş.
Dino Buzzatti’yi seviyor.
Şarkı sözü yazmakla roman yazmak arasında nasıl bir ortaklık var dediğimde ise, “şarkılarda daha gizemli olunabiliyor”, diyor.
Aklıma Hotel California geliyor.
“Bugüne kadar yazılmış en gizemli parça olabilir mi?” sorusuna şarkıyı söyleyerek mırıldanarak cevap veriyor.
O sesindeki sis yine iniyor. Hem bulunduğumuz odayı, hem de Huysuzun Teki’nin ağladığı odasını da kaplıyor.
“Roy Orbison, Everly Brothers, Elvis Presley hele… Ben hep rock müziği sevdim. Bu müzikten etkilendim.”
Bu görüşmeden bir gün sonra, sesindeki sis, bu kez İş Sanat sahnesini kaplıyor.
Adamo’yla iki saat geçiriyoruz. İstek parça için bağıranlar, üç kuşak bir arada şarkı söyleyenler… Anne, anneanne, torun birlikte haykıranlar… Dans etmek üzere hop oturup hop kalkanlar, yasağa rağmen telefonlarıyla kaydetmeye doyamayanlar… Sisinin bir kaplayıp bir açtığı şarkılarıyla kendi zamanlarımızdan geçerek onun hikâyeleriyle kendi hikâyelerimizi yazabildiğimize ne seviniyoruz ama…

Peki Yazar konsere geldi mi? Hayır.

Kitabını konser günü merakla bekleyen Adamo’yla yazar buluşamadı.

Belki üstüne bir kez daha yazmak için?

Ya da Salvatore Adamo’nun da hepimize salık verdiği gibi belki de çocuk kalmak için?

Kim bilir? Ne dersiniz?

 

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 01:25:47