Adalet Cingöz, yazılarıyla artık sanatatak.com’da…
Yazmayayım artık, hayatıma örgü örerek, tahta boyayarak devam edeyim diyorum… Yok; rahat bırakmıyorlar. Milliyet Sanat’tan kovulduğum yetmezmiş gibi sanatatak.com, beni üçüncü kez transfer etti. Bu internet gazeteleri olmasa, kültür ve sanat basınının hali yaman. Hali yok. Derridavari bir deyişle olmayan kültür sanat basını. Oluş halinde bile olamayan. Budanan. Kesilen…
Aslında günlüğüme, büyük harflerle “Bir daha asla yazı yazmak yok” demiştim. Roman yazacaktım. İçinden sanat geçen bir roman…
M. Kemal İz’i kıramadım.
Çok temiz yüzlü genç bir çocuk.
İyi bir kalem, daha da iyi olacak…
Her hafta mı dedim.
Her hafta peki; ama günü belli olmasın dedim. Güzel bir hikâye bulunca yazarım dedim. Size göre güzel bir hikâye…
Tabii iyi bir hikâyeden kastım nedir?
İyi bir dedikodu?
Nezih bir anlatı?
Cool bir tanıklık?
Hepsi belki de…
Önemli olan samimiyet.
Örneğin Ertuğrul Özkök, Hasan Cemal’in doğum günü partisini yazmış; ama partide bazı mühim kimseleri görememiş. Başta Orhan Pamuk.
Dolayısıyla Orhan Pamuk’un onu görünce partiyi nasıl terk ettiğini de yazmamış.
Üstelik yazısındaki gibi bir ahenk yoktu davetliler arasında.
Birbirini görünce kafasını çevirenler, bembeyaz kesilenler, kendini balkona atanlar… Birbirinden selamını esirgeyenler. Ellerini avuçlarının içine alıp onlar gazeteciyse ben neyim diye dertlenenler…
Her iyi partide olduğu gibi…
Adeta bir La Grande Bellezza ortamı…
Roma’da değil de İstanbul’da geçeni…
Ayşegül Sönmez, partide boşuna çalmamış Sinclair’in Rafaella Carra yorumunu…
Özkök, Diva’yı da görmemiş. Hürriyet’in modern yüzleri arasında Zeynep Miraç’ı görmediği gibi…
Kültür ve sanat dünyasının divası, duayenimiz Nazan Ölçer.
Sevgili dostum beni SSM’ye, Anish Kapoor sergisinin finaline çağırdı.
Bir kez daha sergiyi gezdim.
Sensualitesini, sezgisini, kadınlara, bilhassa kadın bedenine duyduğu empatiyi, taşın envai çeşidini kullanırken doğayı mimesis edişindeki cesaretini, erkekliğini inceledim.
Aklıma da ilginç bir ikili geldi.
Fantezi bu ya!!!
Sarah Lucas’ın fallik dikeyliklerine karşı Anish Kapoor’un dişi yataylıkları… Bir British, mutlaka bu iki British’i yan yana getirmeli.
Ben kendimce getirdim.
Bu arada işte size hikâye…
Nazan Ölçer’in, İstanbul’da bir sergiye Kapoor’u nasıl ikna ettiğini biliyor muydunuz?
Kapoor’a kafayı dört yıl önce taktığını… Düşünüp taşınıp bir hal çare aradığını. Sonra iki yıl önce Venedik Bienali sonrası onu İstanbul’a çağırdığını… Boğaza filan götürmeden önce nereye götürdüğünü?
Samatya’ya…
Orada şu anda kapalı olan kiliseye.
Saatlerce orada kalmışlar.
Türbelerin içinden çıkan otlar… Mermer kilise taşlarına dokunarak.
Giderken el sıkışmışlar. Kapoor söz vermiş sergiye. Lakin aylarca haber alınamamış kendisinden. Ne mektup ne telefon.
İnzivaya çekilmiş çünkü.
Ölçer, endişe içinde kalmış.
Fakat bir yıl sonra ses gelmiş.
Sonra da işte bu sergi…
SSM’yi fiziksel olarak yerle bir eden bu sergi.
Toplam 150 bini aşan bir izleyici izlemiş Kapoor’u…
Onun taşlarının ve yarattığı manzaranın, mermer deyince anıt heykellere, Türk büyüklerine alışkın Türkiyeli izleyiciyi özgürleştirdiği kanısındayım.
Küresel star sergilerinin en az marjinal sergiler kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Birinin diğerini beslediğini…
Nazan Ölçer, tam bir Master.
Bu böyle biline!
Onun gibiler dünyada sayılı.
Hem bugünü, hem dünü, hem de yüzyıllar öncesini; kıta Avrupa’sının kadifelere, pamuklara sardığı defineleri, Doğunun bütün masallarını bilen bir avcı.
Boşuna diva denmiyor.
Herkesin divası kendine.
Ajda Pekkan değil; bizimki Nazan Ölçer bu böyle biline!