A password will be e-mailed to you.

Digilogue’un Future Tellers’ 18’de ele aldığı “Açık Kaynak Hareketi” ve “Yeni Öğrenme” temaları üzerine bu kez Graph Commons kolektif ağ haritalama, analizi ve yayınlama platformunun kurucu üyesi ve karmaşık ağlı sistemlerle çalışan sanatçı Burak Arıkan ile konuştuk.

 

openFrameworks ve onun benzeri olan Processing gibi kodlama araçlarını sanatsal bağlamda bu kadar güçlü yapan şeyin onların açık kaynaklı olması, yani her sanatçının kendi faydası için kullanabileceği ve tamamen sanatçılar tarafından sanatçılar için yapılabileceği görüşüne katılıyor musunuz?

Yaratıcı işlemsel işler yapmaya yarayan Processing ve openFrameworks araçlarının sanatçılar tarafından geliştirildiği doğrudur. 2001 yılında MIT Media Lab’da sanatçılar için bilgisayar programlama eğitimi ve kolay işlemsel taslaklar üretme amacıyla başlayan Processing projesi, atölyeler ve sergiler ile organize olarak büyüyen bir ağa dönüşmüştür. Açık kaynaklı ve özgür bir yazılım olması başka programlama yapan sanatçıların da yazılımı geliştirerek katkı yapmasını sağlamış ve projenin boyutunu ve kullanım alanlarını genişletmiştir. Processing sadece açık kaynak kodundan değil organizasyon yapısında şeffaf olmasından ve katkıda bulunan herkesin emeğine saygı gösterilmesinden dolayı dünyanın pek çok köşesinde kişileri ve kurumları kesen geniş bir katılımcı yelpazesine sahip olabilmiştir. Sanırım Türkiye’deki ilk Processing atölyesini 2002 yılında Bilgi Üniversitesi’nde Reed Kram‘ın katılımı ile gerçekleştirmiştik. Aynı yıl Processing referansını Türkçe’ye çevirmiştim. Daha ilk yıllarda Processing projesi Kolombiya’dan Hong Kong’a geniş bir coğrafyadan bilgisayar programlaması ile ilgilenen sanatçıları çekmişti.

Processing sonrası farklı platformlar ve kullanımlar için geliştirilen openFrameworks de yine aynı DNA’dan geliyor: sanatçılar tarafından geliştirilen, özgür açık kaynaklı yazılım etrafına kurulu, katılım gösterenlerin emeğine saygı duyulan ve şeffaf işleyen bir topluluk.

 

Açık kaynak ideolojisi, demokratikliği vs. çağdaş sanat sahnesinin sınırlarını alt üst edebilir mi eder mi edecek mi?

Özgür açık kaynak yazılım akımı (sadece açık kaynak değil) 80’lerde başlamıştır. Her özgür açık kaynaklı yazılım topluluğu bir okuldur. Katılım gösterdikçe öğrenir, farklı yönlerinde kendini geliştirir, ve başkalarına da öğretmeye başlarsınız. Processing, openFrameworks vb. sanatçıların başlattığı topluluklardan yetişen diğer sanatçılar ve tasarımcılar dünyanın pek çok yerinde başarılı işler yapmaktalar.

Sanatçı topluluklarının sanat tarihindeki etkileri malum. Sanatçıların başkalarının kullanması için araçlar geliştirerek etrafında topluluklar örmesi ise daha yeni bir durum. Böyle bir pratiğin etkilerini henüz yaşamaktayız, gelecekten bugünlere bakıldığında daha iyi tarifi yapılacaktır. Şimdilik bu pratiğin sadece sanata ya da teknolojiye değil geniş bir kültürel alana dokunduğu ve farklı disiplinlerle düğümlenerek yeni kümeler oluşturmakta olduğunu söyleyebiliriz.

 

Açık kaynağın ücretsiz olarak paylaşımı ve kullanımının öğretilmesi ”yalnız deha fikriyle bağdaşmıyor,” diyor yazılım sanatçısı ve Carnegie Mellon Üniversitesi’ndeki STUDIO for Creative Inquiry’nin yöneticisi Golan Levin. Sen ne diyorsun?

Golan’a katılıyorum yukarıda yazdığım sebeplerden. Ayrıca araç geliştirmek, başkalarına öğretmek, ve üstüne ağ örmeye çalışmak bir sanat eseri üretmenin ötesinde çok yoğun çaba gerektiriyor. Bu pratikler bağlamında sanatçı öznesi ve sanat eserinin dönüşümü üzerine 2005-2010 arasında Düğümküme blogu etrafında Türkçe tartışmalar yürütmüştük. [1]

 

Peki senin işlerinle ilgili spesifik konuşman gerekirse….

Benim işler açık kaynak yazılımdan öte açık veri üzerine odaklı. Daha spesifik olarak “veri asimetrisi” üzerine yeni sorular soran işler. Veri asimetrisi dediğim kavramı anlamak için örneğin sosyal medya platformlarına bakabiliriz: kullanıcılar içerik sağlayıcı, içeriklere gelen tepkiler ilişki örücü, örülen veri ağı ise platformun kontrolünde (“social graph”, “interest graph” vb.). Kullanıcının ürettiği veri sadece yüklediği içerikten oluşmuyor, içeriğe gelen tepkiler ve etrafında örülen ağların tümünü kapsıyor. Platform sağlayıcılar veriyi ve dağıtımını kontrol etmenin sonucu ortaya çıkan ağ etkilerinden çok büyük güç elde etmektedirler. Kullanıcılar bu ağ etkilerini sadece “arkadaş tavsiyesi” ve “ürün tavsiyesi” olarak görmekte iken, platform sahibi ise kişisel verilerin üzerinden reklam satışı ve optimizasyon yaparak milyar dolarlar kazanmaktadır. Üstelik bu tavsiyelerin sonucu insanları kendi görüşlerine hapseden kişiselleştirilmiş haber akışları seçim sonuçlarını etkileyecek kadar müdahale edilebilmekte (bkz Cambridge Analytica vakası).

Diğer yandan bu ağ etkileri kullanıcıları platformlara bağımlı kılmakta, kimse kolay kolay bir sosyal medya platformunu bırakıp başkasına geçemiyor. Kendi cebindeki cihazdan ürettiğin verinin etkilerine ne sahipsin ne de kullanımını kontrol edebiliyorsun. Yoldan geçerken seni çeken kameranın kayıtlarını (bir yerde bulunmuş olmanı) sadece polis mi kullanıyor? Hastanedeki kayıtlarının üçüncü şahıslara satıldığından haberin yok. Banka kayıtların kimlerin elinde dolaşıyor? İnternetteki gezinmelerini kimler gözetliyor? Bindiğin ulaşım araçları, geçtiğin güvenlik kapıları, yaptığın alışverişler, belirttiğin siyasi görüşler, dijital ya da fiziksel kullandığın her servis seni kayıt altına alabiliyor, kayıt altına alınan her veri parçası birbirine bağlanabiliyor.

Özetle, kendi ürettiğin veri ağına sahip değilsin, ama bunu kayıt altına alanlar herkesin oluşturduğu devasa veri ağlarına sahip, bu duruma veri asimetrisi diyoruz. Veri asimetrisine dair sorduğum sorular daha geniş bir çerçevede Shoshana Zuboff “gözetim kapitalizmi” üzerine yaptığı çalışmalarda da yer alır. [2] Türkiye’de bu konuda önemli bir tartışmayı 2013 yılının başında Özgür Uçkan’ın Sanat Felsefesi Konuşmaları’nda Ali Miharbi’nin de katılımıyla yaptığımız bir açık derste gerçekleştirmiştik. [3]

Gözetim kapitalizminin en etkin araçlarından biri toplanan onca veriyi ilişkilendirerek haritalamak ve analizi etmek için geliştirilmiş yöntemdir. Esasen matematikten doğan, sonra biyoloji ve fizikte, daha sonra ekonomi ve sosyolojide kullanılmaya başlanılan ve bugün kendisi bir bilim dalına dönüşmekte olan ağ biliminin yöntemlerini ilk defa 2005 yılında MIT Media Lab‘de yaptığımız araştırmalarda kullanmaya başladım.

Daha sonra bugün veri asimetrisi olarak sorunsallaştırdığım bu konuya dair yaptığım ilk iş MyPocket (2008). Bu iş kendi banka kayıtlarımı birbiriyle kategoriler ve zaman üzerinden ilişkilendirerek her gün ne satın alacağımı belli olasılıkla tahmin edebilen ve bu tahminleri dünyaya açan bir yazılım ve yazılımın çıktıları. Bu yazılım ile iki yıl boyunca yaşadım. Bu sürede yaptığım alışverişlerin fişlerini biriktirdim, daha sonra bakıp önceden gerçekleşeceği bilinenleri olasılık değeri ile üzerine işaretledim. Her işaretlenmiş fiş bu yazılımın yaptığı tahminin fiziksel kanıtı, Duchamp‘ın geçmişten seçtiği hazır yapım nesnelerin aksine, gelecekten seçilmiş hazır yapım bir nesne. [4] MyPocket 10 yıl önce yapmış olmama rağmen toplumda gözetim kapitalizmi üzerine farkındalık arttıkça giderek daha anlamlı hale geliyor.

Ben bu yöntemleri kendi sanat işlerimde çeşitli güç ilişkilerini sorgulamak için kullanmaktayken, 2010 yılının bir yaz ayında ağ haritalama ve analizini herkesin kendi ilgilendiği meseleler için kullanabileceği bir açık veri aracı olarak geliştirmeye karar verdim. Graph Commons (graphcommons.com) ağ verisi haritalama, analizi ve yayınlama platformu böyle ortaya çıktı. 2011 yılı Mart ayında hayatına başlayan ve ortak çalışmaya imkan veren bu platformun ismi Türkçe “ağ müşterekleri” olarak kullanılabilir. Daha geniş çerçevede bilgi müştereklerinin genişlemesine katkıda bulunan bir platform. Bugün dünyanın pek çok yerinden sanatçılar, gazeteciler, küratörler, araştırmacılar, girişimciler, tasarımcılar, aktivistler, akademisyenler, sanat kurumları, ve sivil toplum kuruluşları tarafından kullanılmakta. Genellikle ekosistem haritalama, arşiv inceleme, organizasyon yapısı gösterme, stratejik planlama, şiir yazma, karmaşık bir hikayeyi anlatma gibi çok çeşitli kullanımları var. Processing ve openFrameworks topluluklarında olduğu gibi yapılan atöyeler ve başkalarının yayınladığı işlerin örnek teşkil etmesi sayesinde Graph Commons kullanımı giderek yaygınlaşmakta. [5]


Bir sanatçı olarak pazarın sonu da mı demek eğer kullanılan teknikler tamamıyla halka açık ve yapılan iş de işbirliğine dayalı ise, sanatçılar işlerini satmayı nasıl umabilir ya da işlerini uygunsuz işbirliğinden nasıl koruyabilir?

Öncelikle söz konusu sanatçılar sanat işlerinin kaynaklarını açmıyorlar, işlerini yapmalarını sağlayan yöntemleri herkesin kullanımına açıyorlar. Ancak sanat yapıtı ister dijital olsun, ister kaynağı açık olsun değerini belirleyen ya da bir koleksiyona girmesindeki etkenler malzemesiyle ilgili değil malum.

Biliyoruz ki endüstriyel kapitalizmde bir sanat yapıtının bir koleksiyona alınmasını sağlayan değeri öncelikli olarak onu yaratan zanaatten ya da malzemeden değil, yaratıcısının orijinal kişiliğinden gelmekteydi. Yaşamakta olduğumuz enformasyon kapitalizminde ise değer mekanizmaları daha karmaşık işlemekte. Bugün bir koleksiyondaki bir sanat işi o portföydeki riski dengeleyen finansal bir enstrümandır der McKenzie Wark. Bir sanat işinin değeri onun hakkındaki dolaşan tüm enformasyondan geliyor. Üstelik her bir enformasyon vektörü bir başkasına dokunarak toplam etkisini katlanarak etkiliyor. Hakkında ne kadar konuşulursa, ne kadar paylaşılırsa, ne kadar yazılırsa, ne kadar ismi cismi resmi dolaşımda ise işin değeri o kadar etkilenmekte. Esas iş dolaşımdaki tüm enformasyonun yarattığı simülasyonun türevidir (derivatifi) der Wark. [6]

Sanatçıların yaptıkları işbirlikleri de dolaşan enformasyonun önemli bir parçası, dolayısıyla yaptıkları işlerin değerlerini doğrudan etkilemekte. Kiminle çalıştığın, hangi kurumlarla iş birliği yaptığın çok önemli. Örneğin Zorlu Center gibi problemli bir emlak üzerine inşa edilmiş bir kurumda Processing ve openFrameworks ile çalışan sanatçıların işlerini göstermesi bu kurumun varlığını belli bir kitle için meşru kılarken, Türkiye’de bu problemlerin farkında olan sanatçılar ve sanatseverler üzerinde ise olumsuz etkiler bırakmakta. [7] Yine söz konusu sanatçılar Google şirketi ile yapay zeka vb. servisleri kullanarak çalışmalar yaptıklarında bu şirketin gözetim kapitalizminden gelen gücünü meşru kılan birer araca dönüşürlerken, dünyanın her yerinde durumun farkında olanlar için değerleri giderek azalmakta.

Endüstriyel kapitalizminin malum ikon kırıcı sanatı gibi enformasyon kapitalizminde “simulasyon bükücü” sanat yapmak mümkün, bunları da bir başka sefer konuşalım.

[1] http://dugumkume.org
[2] http://www.shoshanazuboff.com
[3] http://www.ozguruckan.com/category/sanat/36252/dr.-ozgur-uckanla-sanat-felsefesi-konusmalari
[4] https://burak-arikan.com/mypocket
[5] https://graphcommons.com
[6] https://www.e-flux.com/journal/85/156418/my-collectible-ass/
[7] http://mulksuzlestirme.org

 

İLGİLİ HABERLER

CESUR YENİ DÜNYA

Formlar Evreninden Kodlar Evrenine Estetik Makine

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 11:46:17