A password will be e-mailed to you.

Son dönem Türkiye sinemasında ilk filmi Tepenin Ardında ile heyecan uyandıran ve dikkatleri üzerine çeken Emin Alper’in ikinci filmi Abluka vizyona çıktı. Abluka merakla beklenen filmlerden biriydi; galasını yaptığı Venedik Film Festivali’nde ana yarışma bölümünde Jüri Özel Ödülü’nü kazandı ve eleştirmenler filmden övgüyle bahsetti. Ülkemizde Adana Altın Koza Film Festivali’nde de en iyi film başta olmak üzere beş ödüle layık görüldü. Abluka; yoğun bir politik şiddet ortamında yıllar sonra bir araya gelen kardeşlerin, Ahmet ve hapisten şartlı tahliye edilen Kadir’in hikâyesine odaklanıyor. Paranoya ve komplo teorilerinin öne çıktığı film gerçekle hayal arasında ince bir çizgide ilerlediğinden filmi izlerken seyirciye çok iş düşüyor. Filmin başrollerinde Mehmet Özgür ve Berkay Ateş yer alıyor; onlara Tülin Özen, Müfit Kayacan ve Ozan Akbaba eşlik ediyor. Abluka’nın mimarı Emin Alper’e filmin anatomisini sorduk.

Abluka ne zaman ve hangi ilk cümleyle ortaya çıktı?

2000’lerin başında ortaya çıktı diye hatırlıyorum ve Kadir karakteriyle. Çöpten malzeme toplarken polis için çalışmaya başlayan, çöpleri koklayarak bomba yapım malzemesi bulmaya çalışan bir karakter fikrinden çıktı. Kadir karakteri ve Kadir’in paranoyaya sürüklenme hikâyesi belirmişti kafamda. Ahmet’in hikâyesi daha sonra ve daha bağımsız ortaya çıktı diye hatırlıyorum. Daha sonra ikisi birleşti.

 

İlk filminiz Tepenin Ardında, yaratılan hayali düşman ve içimizdeki düşmanı fark etmemek gibi durumlar üzerinde ilerliyordu. Abluka için düşman daha net belli, siyahla beyaz gibi ayırt edilebiliyor diyebilir miyiz? 

Aslında Abluka’da da düşman tam anlamıyla belirgin değil. Örgütü hiç görmüyoruz. Final sahnesinin de gerçek mi hayal mi olduğunu bilmiyoruz. O yüzden örgüt, gerçek anlamda somut elle tutulur bir şeye dönüşmüyor. Ali Meral ikilisi bile tam anlamıyla örgüt üyesi mi değil mi onu da net bir şekilde söylemiyoruz. En fazla onlar yaklaşıyor örgüt üyesi figürüne. Dolayısıyla burada da ben mümkün olduğu kadar örgüt fikrini bir tür hayalet olarak çizmeye çalıştım. Düşman yine bir yerlerde. Tam olarak belirsiz bir yerlerde, tam olarak göremediğimiz, aramızda, şehrin içinde belli ki. Bu kez Tepenin Ardında değil mahallenin içinde bir yerlerde saklı ve bu da tam paranoyayı tetikleyen şeylerden bir tanesi Kadir için. Dost diye tarif edilen, en azından karakterlerimizin dost diye tarif ettiği şeyler ise daha görünür. Polis karakterleri, Hamza karakteri, diğer polis elemanları, Vahap karakteri, belediyedeki görevliler… Dolayısıyla öyle bir fark olduğunu söyleyebilirim. 

Karakterleri yaratırken okuduklarınızdan, izlediklerinizden ya da gerçek bir olaydan etkilendiniz mi?

Muhakkak vardır ve bunları bazen tespit etmek çok güç. Yazıyorsunuz, ediyorsunuz ondan sonra “Ben acaba bundan mı etkilendim” diye aklınıza geliyor. Ahmet’in hikâyesi için daha net hatırlıyorum, Thomas Mann’in bir hikâyesinden etkilenmiştim. Köpekle arkadaşlık kuran bir karakter üzerine yazılmış Tobias Mindernickel adlı hikâyesinden… Kadir karakteri için bilmiyorum. Muhakkak okuduğum romanlardan etkilenmişimdir. Mesela Joseph Conrad’ın Gizli Ajan adlı romanından etkilenmiş olabilirim ama yazarken bire bir etkilenmedim, daha sonra düşündüğüm zaman aklıma geldi.

Kadir karakterinin öncesi çok kapalı. Hapisten şartlı tahliye edildiğini biliyoruz. Sadece filmin bir sahnesinde Ahmet’le aralarında geçen diyalog sonucu anne ve babasına bir şey yaptığını düşündüm ben. Nedir Kadir’in hikayesi?

Aslında senaryoda çok daha belirgindi, filmde çok daha bariz bir yan hikâyeydi. Kadir ve Ahmet ilişkisini de bana kalırsa çok daha enteresan, renkli ve derinlikli hale getiriyordu. Ahmet’in çok hatırlayamadığı bir olay, Kadir yaşça büyük çünkü. Evet, Kadir gerçekten annesini, babasını bir cinnet anında öldürüyor. Hatırlamıyor tam olarak nasıl yaptığını ama anne ve babanın çok baskıcı olduğunu, Kadir üzerinde çok büyük baskılar kurduğunu anlıyorduk okuduğumuz zaman senaryoda. Zaten filmin İngilizce adı Frenzy’nin Türkçe karşılığı olan "cinnet", oradan geliyordu. Kadir’in cinnetiyle şu an içinde yaşadığımız cinnetin paralelliğinden kaynaklanıyordu. Senaryo aşamasında bir sürü eleştiri aldı o bölüm. Zaten film çok karamsar, çok ağır bir de buna gerek var mı tarzında. Ben ısrar ettim, çektim ama kurgu sürecinde filmi çok uzattığını hem de gerçekten çok ağırlaştırdığını düşündüm. Çok tereddüt ettim atsam mı atmasam mı diye. Atarken de tabii “Bu adamın hapse niye girdiğini neden bilmiyoruz, bunu insanlar sormayacak mı, niye bilinçli bir şekilde açık bırakılıyor?” tarzında bir soru olur mu diye tereddüt ettim. Test gösterimleri yaptığım zaman insanlar buna hiç takılmadılar, öğrenmemiz gerekmiyor dediler. Ben de uzun düşünüp taşınmalardan sonra çok da sevdiğim uzun bir meyhane sahnesi vardı, Kadir ve Ahmet’in bütün bunları konuştuğu yedi sekiz dakikalık bir sahne, onu attım. Ritim açısından da filmin uzunluğu açısından da dediğim gibi ağırlaştırması açısında da attım, atınca rahatladım. Rahatlayınca da galiba doğru bir şey yaptım dedim. Umarım DVD’ye koyacağız, orada durum anlaşılıyor zaten. O sahnede “benim yüzümden yetimhaneye düştünüz” lafı vardı. Biz onu attık, “Olur mu canım yetimhanelere düştünüz” diye kestik.

Ahmet karakteri filmde biraz masum, kötü olmak zorunda bırakılan, ikilemli insanları temsil ediyor gibi…

Biraz öyle tabii ki. Bir kere çok içine kapanık, dünyayla ilişki kurmakta sıkıntı çeken -insanların üçte birinin olduğu gibi-, içine kapanık, yalnız ve uyumsuz bir karakter. Masum ama tam anlamıyla da masum mu ondan emin değiliz. Karısıyla olan ilişkisini bilmiyorum ama ufak bir soru işareti var, filmde köpeğe davranış şeklindeki dengesizlikten çıkarabildiğimiz. Ahmet’in garip bir tarafı da var. Karısını dövüp dövmediğini bilmiyoruz ama büyük ihtimalle dövüyordu köpeğe davrandığı gibi. Pasif agresif diyebileceğimiz bir karakter benim için ve tabii ki korkak. Ne hayatla yüzleşmeye ne de yaptığı işle yüzleşmeye cesareti var. Bu anlamda evet masum, korkak ama kendinden zayıfa da şiddet uygulamakta çekinmeyen sıradan bir insan, Türk insanı.

Ahmet’in köpeklerle olan ilişkisi ve Kadir’in Ahmet ile Meral’e olan takıntısı ile anlatmak istediğiniz neydi?

Ahmet’in hikâyesinde metaforik bir taraf var. Filmdeki en bariz metafor; terörist avı ile köpek avı arasındaki ilişki. Ahmet’in yabancılaşması ve tedirginliğinin de böyle okunmasını isterim. Kimin düşman kimin dost olduğunun karıştığı bir ortamı tarif ediyor aslında Ahmet’in köpeklerle kurduğu ilişki. Kadir’in durumu biraz daha psikolojik. Kendi zaaflarıyla çok daha ilişkili. Ahmet’e suçluluk duygusuyla yanaşmaya çalışırken onu kıskanması, kontrol edemediği bir cinsel saplantı ve bundan yola çıkarak kurduğu fanteziler… Bu anlamda Ahmet’inki daha metaforik Kadir’inki daha düz, psikolojik zaaflarla örülü.

Filmin çekildiği Şahintepe Mahallesi’ni nasıl buldunuz?

Sanat yönetmenimiz İsmail buldu. Neredeyse 1,5 sene öncesinden mekan dolaşmaya başlamıştık. Çünkü mekan çok önemliydi bu film için. Senaryoya yazdığım zaman da sadece bir gecekondu mahallesi olacağı netti benim için. Tepenin Ardında da öyleydi. Mekanı önceden bilmek ve tanımak çok önemli. Atmosferi belirleyen en temel şey mekan. Mekanla senaryoyu tekrar bir ilişkiye sokmak, mekana göre senaryoyu tekrar yazmak, çekim senaryosu çıkarırken muhakkak mekanı düşünerek, tasarlayarak tekrar yazmak çok önemli. Bizim sektörde prodüksiyon hazırlığı bir ay önce başlıyor, hemen mekanlar bulunuyor ve sete giriliyor. Bu benim hiç anlayamadığım bir şey. O yüzden biz çok önce İsmail’le mekan dolaşmaya başladık. İsmail ve yapımcı arkadaşım Cem’le uzun uzun mekanları dolaştıktan sonra bu mahalleden çok etkilendik. Hem senaryoya çok uygundu hem de senaryoyu zenginleştirmemizi sağlayacak olanaklar barındırıyordu. Doğal bir izolasyon içindeydi. Etrafı binalarla çevriliydi. Köpek öldürme sahneleri için çok bereketli mekanlar sunuyordu. Dolayısıyla bu mekanı gördükten sonra senaryoyu tekrar ele aldım. Daha organik bir şekilde senaryonun mekanla ilişkiye girmesine çalıştım.

Köpekler de filmlerinizin karakterleri…

Hep soruluyor ben de cevap veremiyorum. Köpekleri seviyorum özellikle de sokak köpeklerini. Çok mazlum oldukları için herhalde çok hoşuma gidiyorlar. İnsanda direk sempati ve acıma hissi uyandırıyorlar. O yüzden herhalde çok hoşuma gidiyor. Yönetmen olarak köpekle çalışmak zor değil mi? Zaten bu filmden sonra kesinlikle tövbe ettim. Ne kadar sevsem de artık herhangi bir hayvanla çalışmak muhtemelen istemeyeceğim. Böyle diyorum ama iki üç ay sonra unutuyorsunuz bunları. Sette defalarca kendime küfrettim; bu kadar köpeğe ne gerek vardı diye. Çocuk oyuncu da öyle. Onlar da çok zorlayan bir şey ama dediğim gibi senaryo yazmaya oturduğunuz zaman bunların hepsini unutuyorsunuz. Ama bir dahakinde köpek olmayacak diye düşünüyorum.

Abluka altına alınmış, baskınların olduğu bir mahallede geçiyor film. Bu açıdan ne gibi gözlemler yaptınız ya da tanık olduğunuz olaylar mı oldu? Ön çalışması oldu mu?

Açıkçası hiçbir ön çalışmaya gerek olmadı. Zaten bu tip manzaralar hafızamızda çok canlı. 90’lardan 2000’lere. 2000’lerde de belli dönemler yaşadığımız şeyler, korku ya da mesela bir bomba patladığı zaman İstanbul’u bir hafta saran panik havası falan çok canlı şeyler olduğu için hiçbir ön çalışma yapmaya gerek duymadım. Sadece bomba yapımında kullanılan malzemeler ve köpek bayıltmada kullanılan malzemelerin ne tip malzemeler olduklarını öğrenebilmek için ufak bir araştırma yaptık. Tabii arada abluka görsellerine baktım. Ablukalar nasıl kuruluyor diye. Cezayir Savaşı’nı bir daha izledim mesela çok sevdiğim bir filmdir. Güneydoğu’da kurulmuş polis ablukalarına baktık. Kaç Toma var, polisler nasıl diziliyor gibi şeyler.

Tepenin Ardında’nın finali çok çarpıcıydı. Ben sizin finallerinizi çok seviyorum açıkçası. Abluka’da da hayal mi gerçek mi olduğu izleyicinin kararına bırakılmış bir final var. 

Final bence de çok önemli. Ben zaten final yazmadan bir senaryoyu bitmiş kabul edemiyorum. Yoksa insanın kafasında zaten yüzlerce fikir uçuşuyor. Hikâyeler ve taslakları gelişiyor, benim kafamda da var, not defterimde de var bir sürü. Ancak oturup senaryo yazmaya karar verdiğim taslaklar finali olan taslaklar. Ben de Tepenin Ardında’nın finalini çok severim, bunun finalini de seviyorum. Özellikle açık uçlu finaller hoşuma gidiyor. Tepenin Ardında daha bariz bir finaldi ama buradakinin açık uçluluğunu da çok seviyorum. Yani Kadir’in suçlu fantezisinin hikâyesi mi yoksa gerçek mi ya da ikisi arasında karar vermenin önemli olmadığı bir durum mu fikri beni epey heyecanlandırıyordu.

Filmde Ahmet ve Kadir’in örgüte katıldığı söylenen kardeşleri Veli gerçekte var mı?

O tamamen muğlak. Bence yok yani en azından gösterilen değil.

Filmde müzikler de önemli bir yer tutuyor. Kimin imzasını taşıyor müzikler?

Cevdet Erek’le çalıştık. İlk kez tanışma ve çalışma fırsatına nail oldum. Çok da memnun kaldım. Cevdet çok motiveydi. Filmin ses dünyasına baştan sona hakim olmak istedi. Sadece müzikleri yapıp bırakmak değil, ses tasarımına da dahil olmak istedi. O yüzden Cevdet’le filmi defalarca izledik yaz boyunca. Ses tasarımında da aktif olarak bulundu. "Al sana bir müzik bunu istediğin gibi kullan" gibi bir yaklaşım hiç olmadı. Ses tasarımcımız Cenker ve Cevdet’le üçümüz oturup bir ay boyunca yoğun bir şekilde çalıştık. Arada kurgucumuz Osman da bize katıldı; kurguyu ona göre değiştirdik, kestik, kısalttık falan. Temel fikir seslerden yola çıkarak müzik yapmaktı. Tematik, duygusal bir müzik değil; rahatsız edici, atmosferi kuvvetlendiren ve filmdeki seslerden yola çıkan bir müzik yapmaktı. Duvar kırma sahnesindeki duvar kırma sesinin bir anda müziğe dönüşmesi gibi ki Cevdet’in ilk fikriydi bu, beni çok heyecanlandırmıştı. Daha sonra filmde kullandığımız temel seslerden olan bizim "fokurtu" dediğimiz helikopter sesini biraz deforme ederek müzik yaptı Cevdet ve o sesin çeşitli varyasyonlarını filmin içine yerleştirdik. Finalde de onu kullandık, vurmalı çalgılarla çaldı o fokurtuyu Cevdet. Verimli bir iş birliği oldu.

Son dönemde Türkiye’de yaşananları da baz alırsak filmin izleyiciye nasıl bir etkisi olacağını söylersiniz?

İşin şöyle acı bir ironisi var; bu filmi aşağı yukarı kimin izleyeceği belli. Gişe rakamlarımızın da ne olacağı aşağı yukarı tahmin edilebilir ve bu filmi izleyeceklerin çok büyük bir kısmı zaten muhtemelen benimle benzer şeyleri düşünüyorlar. Düşünmeyen insanların da fikrini radikal ölçüde değiştirecek bir film olduğunu sanmıyorum. Bu anlamda filmlerin insanların dünyasına, zihinsel-politik dünyalarına ciddi bir müdahalede bulunduğunu çok düşünmüyorum. Bence sinemanın ve sanatın başka zenginleştirici tarafları var. Ben her ne kadar politik bir şeyler yaparken böyle bir beklenti ve umutla yapsam da bu konuda karamsarım. Mütevazı olunması gerektiğini düşünüyorum. Biz dünyayı filmlerle çok çok az değiştirebiliriz. Tek bir filmle hiç değiştiremeyiz, belki onlarca yüzlerce filmle yapabiliriz bunu. Ama dediğim gibi insanların derdine tercüman olması, kendilerini filmi izledikleri zaman dillerinin uçlarına gelmiş bir şeyi başkasının söylediğini hissetmeleri gibi duygular bence çok daha önemli. Başka dünyalar düşündürmesi gibi anlamlar benim için daha önemli. Ama çok isterim tabii alakasız insanlar da, yüzbinler iki yüz binler izlesin filmi.

Venedik Film Festivali’nde yarıştınız ve ödül aldınız. Bu tip festivallerle prömiyerini yapmak, ödül almak film için avantaj mı yoksa dezavantaj yarattığı yanlar da var mı?

Aslında avantaj tabii ki. Dezavantaj demek şımarıklık olur. Çünkü tam anlamıyla isim yapmış bir yönetmen değilseniz, bir Zeki Demirkubuz değilseniz bu tip iteklemelere ihtiyacınız var. Kendi seyircimiz oluştuktan sonra; belki dördüncü, beşinci filmden sonra bunlar belki çok önemsiz kalacak. Şu aşamada bu durum insanlara “Filmi izleyin, bakın enteresan bir şeyler var” mesajı veriyor. Bizim için avantaj ama beklentiyi arttırması dezavantaj olabilir. Bir sürü insan “Çok şey bekliyordum” ben gibi hislerle ayrılabiliyor.

Abluka ile beraber benim kafamda bir Emin Alper sineması oluşmaya başladı. Bundan sonrasında da hem hikâye açısından, hem çekimler açısından bu çizgide mi devam edeceksiniz yoksa yeni şeyler mi deneyeceksiniz?

Başka hikâyelere geçeceğim galiba. Bu tip paranoya, şiddet vs. konularına geri dönebilirim ama şu aşamada artık başka bir şeyler denemek istiyorum. Daha farklı şeyler anlatmak, daha farklı bir sinema dilini denemek istiyorum. Bunlar planlarım arasında ama bilemiyorsunuz tabii bir iki ay sonra her şey yine değişebilir. Şu an elimdeki hikâye biraz farklı. Politik değil, paranoya da yok. Kesinleşse biraz daha söylerdim ama ana karakterlerin kadın olma ihtimali yüksek.

Buradan hareketle son olarak şunu da sormak istiyorum. Filmlerinizde yer alan kadınlara davranış biçimleri için toplumun çoğunluğunun bakışı üzerinden bir eleştiri getiriyorsunuz diyebilir miyiz?

Tepenin Ardında’da öyleydi, burada da öyle. Burada Kadir’in gözünden izliyoruz kadın karakterini.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 16:23:21