Sekizinci Berlin Bienal Kuratörü Juan A. Gaitan ile Berlin, Çağdaş Sanat ve Soylulaştırma üzerine söyleşi Stephen Truax’dan.Ezgi Altun’un çevirisi ile…
Juan A. Gaitán, bahsedilirken tire işareti kullanılması gereken tipik bir küresel sanat uzmanı. Kanadalı-Kolombiyalı bağımsız yazar ve kuratör, Mexico City ve Berlin’de yaşıyor; bugün açılan 8. Berlin Çağdaş Sanat Bienali’nin kuratörlük görevi kendisine verildi.
British Columbia Üniversitesi ve Emily Carr Vancouver Sanat ve Dizayn Enstitüsü’nde sanatçı ve sanat tarihçisi eğitimi aldı; San Francisco’nun California Sanat Koleji’nde Kuratörlük Uygulama Programı’nda yardımcı profesör olmadan önce Rotterdam’ın Witte de With Çağdaş Sanat Merkezi için kuratörlük yaptı (2009 – 2011).
Kendisiyle, Berlin Bienali, kuratörlük stratejileri ve stilinin sanat olayını ele alan diğer kuratörlerden nasıl farklı olduğu üzerine konuştuk.
Stephen Truax: 8. Berlin Bienali’ni organize etmek sizin için iki yıl süren bir proje oldu ve önümüzdeki hafta halka açılıyor. Bir maraton koşmuş gibi hissediyor olmalısınız. Bu bir dizi sergiyi organize etmek sizin için nasıl bir deneyim oldu?
Juan A. Gaitán: Berlin Bienali oldukça cömert bir kuratörlük platformu. Benim için oldukça cazip bir süreçti çünkü bana çok fazla özgürlük tanındı. Takip etmem gereken tek kural, 84 günden daha az olmayacak şekilde Berlin’de bulunmamdı. Berlin Bienali tarafından yüklenen TEK gereklilik buydu. Bunun dışında, Bienal benden başka bir şey istemedi.
KW Enstitüsü’ndeki ekip uzun süredir orada ve harika kuratörlerle çalışmışlar. Süreci biliyorlar ve bana yardım etmek için oradalar, bu yüzden, oldukça hoş oldu. Artık genç olmayan bir bienalde yer almak da güzel. Bienal’in büyümesinde rol aldığımı ve aldığımız kararların Bienal’in geleceğine yansıyabileceğini hissediyorum.
ST: Berlin Bienali’nin zengin bir geçmişi var, bu sekizinci tekrarı oluyor… Bu projeyle özellikle o geçmişe atıfta bulunmayı düşünüyor musunuz?
JAG: Bienal’in kendi geçmişini konu edinmek istemedim. Onun yerine, Bienal ile Berlin’in diğer yönlerini görebilmekle ilgilendim.
Geçmişte, Berlin Bienali’nde, Berlin-Mitte’nin değişim dönemini, yani Berlin’in 10 ya da 15 sene önce ne olduğunu inceleme ısrarı vardı. Duvar yıkıldığında Mitte neredeyse boştu, ve bir şehrin canlandırılmasını –soylulaştırma değilse eğer- örnekliyordu. O şehir, bugün soylulaştırma anlatımını karşılamıyor, ama onun yerine 18. ve 19. yüzyıl mimarisinin canlandırılmasını karşılıyor. Ben, Berlin’in bu şimdiki zamanını incelemek istedim.
Mitte’de, Bienal, hep bulunduğu yere, KW’ye (Kunst-Werke-sanat eseri olarak bilinen, Ka-Ve denilen Çağdaş Sanat Enstitüsü) yerleştirildi. Burası Mitte’nin merkez üssü gibi. KW, hemen kullanabileceğim bir binaydı, yani baştan beri bildiğim bir şey ile uğraşıyordum. Çoğu durumda, tüm Bienal için fazla küçük olurdu, böylece bir dayanak noktasına dönüştü. Ofisler ve yönetmen burada, ve seyirci de otomatik olarak buna geliyor. KW, çağdaş sanat için uyarlanmış ve Mitte’nin merkezinde olması itibariyle tipik bir Berlin binası. Ayrıca çağdaş sanat görmek için, özellikle Bienal için, Berlin’de bulunan çoğu kişinin bildiği bir bina. Burada çağdaş sanat bulmak bir sürpriz değil.
ST: 8. Berlin Bienali için seçtiğiniz farklı sergi alanları sizden öncekilerin daha büyük, boş ya da atıl alan odaklı seçimlerinden farklı.
JAG: Bienal’ in işlevi 2014’ün, bugünün şehrine hitap etmektir. Tüm Berlin’e bakamam ancak Berlin’in bir görünüşü üzerinde çalışabilirim. Bienal’deki sergiler, mimari, hareket etme kalıpları ve insanların yaşadıkları yerlere odaklanmış durumda. Bu fikirler birbirleri ile bağlantılıdır ve hepsi de konu edinmek istediğim nesneler ve meselelerdir.
18. ve 19. Yüzyıllarda yeniden canlanan Prusya mimarı formları ve genel olarak Prusya mimarisi (Batı’da) ile ilgilenen belli bir mimari seçtim. Bienal’in çerçevesini oluşturabilmek için Berlin-Mitte’de (eski Doğu Berlin) neler olduğunu sorguladım.
Doğu’da Bienal’in konuşlanabileceği iki önemli tarihi mekanın yanı sıra insanların çağdaş sanat deneyimleyebileceği yeni ortamlar da seçmiş oldum.
ST: Seçtiğiniz mekanların özellikle sadece terkedilmiş ya da az kullanılmış binalar olmaması, sanat nesnelerini, tarihsel olarak sanata ve diğer değerli nesnelere adanmış müze alanları içinde bağlamlaştırma çabası gibi duruyor. Ayrıca, özellikle Berlin’in bir şehir, bir mekan olarak tarihini de ele alıyor gibisiniz. KW dışında bu iki yeri neden seçtiğinizi biraz daha anlatabilir misiniz?
JAG: Seçtiğim üç mekan da birbirinden çok farklı.
Dahlem Müzesi çağdaş sanat pratiğinde çok tanıdık bir ortam değil. Yirminci yüzyıl sürecinde, British Museum, London ve o dönem bulunan Musée de l’Homme, Paris ve the Peabody Museum, New Haven gibi diğer benzeri müzeler ile rekabet için inşa edildi. Dahlem Müzesi, üç müzenin bir arada bulunduğu ve Hümanist ve Aydınlanmacı düşünceyi vurguladığı, 1960lardan yüzyılın dönümüne etkin bir koleksiyona sahip bir müze. Aynı zamanda, oldukça ilginç Asya sanat ve yapay dokularına ev sahipliği eden bir Asya kültür müzesi (Museum Asiatischer Kunst); diğer nesnelerle beraber, inanılmaz bir müzik ve ses kayıt koleksiyonu bulunan bir etnografi müzesi (Ethnolgisches Museum); özyönetimli antropolojik çalışmanın bir ürünü olarak bir Avrupa kültür müzesi (Museum Europäischer)
Organize ettiğim sergi bu kurum için dördüncü bir boyut öneriyor. Eserlerin mekanlar ile ilişkisi oldukça önemli hale geliyor. İzleyici sadece (sergiye) sunulan eserleri görmek için değil ancak aynı zamanda bağlı üç müzedeki diğer koleksiyonlar içinde de gezebilmek için geliyor. Elişi eserler, zaten müze içinde bulunan eserler ile vurucu bir zıtlık yaratıyor.
Ayrı olarak, tarihi bir özel villa ve 20. yüzyılda modern kültürün seçkin bir kurumu olan Haus am Waldsee, şimdi kültürel üretimin çevresinde duruyor. Samimi bir alan ve kişinin modern sanat eserleri odağına göre talepkar. Sanatçılar ev ile, etrafındaki göl ve diğerleriyle yarışıyor.
Örneğin, Glen Ligon’un projesi Prusya tarihi ile ilgili. Bir soruyla ilgili bana hemen yanıt oldu: [Berlin mimarisinde] Geç Prusya dönemi takıntısı nedir? Eseri buna tam uyuyordu.
ST: Özellikle etnografik ve antropolojik bir arkaplanı olan tarihi bir müzeye çağdaş sanat eserlerini yerleştiren Berlin Bienali’nizin –sizin söylediğiniz gibi “tanıdık olmayan” bağlamda bir mekan – Massimiliano Gioni –kendi Berlin Bienali’ni organize etmiş olan- ve 8. Gwangju Bienali için yarattığı sergi 10.000 Yaşam ile karşılaştırılması neredeyse kaçınılmaz. Gioni gibi diğer modern kuratörlere kıyasla kendi kuratörlük pratiğinizin bellir bir bakış açısı var mı?
JAG: Benimkinin karşıt bir yaklaşım olduğunu söylerdim. Modern sanatın diğer kültürel pratiklerle (antropoloji, etnografi) bir işi yoktur. Bu ayrımı iyi yapmak istiyorum. Modern sanatın kendi metotları, metodolojileri ve kendi bilinci vardır.
Örneğin, Iman Issa aynı anda hem alegorik hem de spesifik olan şeylerin anıtlarının yorumunun kurulumunu yaptı. Tarihe tanımlayıcıdan ziyade nasıl daha kavramsal ve etkili bir şekilde yaklaşacağımızı sorguladı. Bu merak, benim sürecime çok uyuyor ancak daha geniş ve soyut bir şekilde.
Biri müzeyi [Dahlem] gezerken, modern sanat kısmının “dışına” çıkıp, “etnografi” alanına girebilir örneğin. Ve o kişi bu geçişi hisseder. Birinin nerede bittiği ve diğerinin nerede başladığının belirgin işaretleri var. Bu kadar açık olmak istiyorum.
ST: Bu serginin özellikle “Berlin’in konumunu özselleştirmek”ten kaçındığını yazmışsınız. Berlin’deki duruşunuz hakkındaki düşüncelerinizi bir tema olarak açabilir misiniz?
JAG: Berlin’in boş uygun alan şehri olmaya devam ettiğini anlatan düşünceler var. Ayrıca Berlin’in Mitte’ye sadece şehrin fiziksel merkezi olduğu için değil, aynı zamanda faaliyet merkez üssü olduğu için odaklandığı söyleyen uluslararası ve bölgesel tasavvurlar var. Bu arada, ben göreceli çevresel bölgelerden diğer iki çevreyi seçtim. Sizin (ziyaretçi) şehrin merkezden (Mitte) daha geniş olduğunu ve kentin turist alanlarındaki bu kültürel başkente tamamen odaklanmamız için bir sebep olmadığını anlamanızı istiyorum.
… (Sergi) Berlin’in sanatçılar için uygun alanlar, ucuz kiralar ve benzeri ile dolu olduğu mitini devam ettirmemekle alakalı, çünkü aslında, artık burası çeşitli türden emlak yatırımcılarının elinde ve hepsi Berlin’in Alman başkenti olarak değerleneceği anı bekliyor.
ST: Berlin gibi, New York gibi, özellikle hızla değişen şehirlerde çalışan çoğu kuratörün kaçınacağı şeye yönlendiriyor gibisiniz: Soylulaştırmanın yüksek politik teması.
JAG: Soylulaştırma kaçınılmazdır. Her şehir başına gelir; her şehrin başına geliyor. Berlin, tekrar Almanya’nın başkenti olduğunda soylulaştırılmalıdır. Asıl soru şudur: Nasıl? Bu süreç nasıl işlemeli? Ve, kimin yararına?