A password will be e-mailed to you.

 

Ayşegül Sönmez, bugün katıldığı 14. İstanbul Bienali basın toplantısı izlenimlerini yazıyor.

 

 

 

14. İstanbul Bienali küratörü, deneyimli, yıldız mı yıldız Carolyn Christov- Bakargiev, yaptı yapacağını. Biraz geçmiş bienalleri hatırlatan stratejilerle her anlamda -mecazi ve gerçek- bir basın toplantısı deneyimi yaşamamızı sağladı. 11. İstanbul Bienali’nin Brechtsever Ses tiyatrosu basın toplantısını hatırladık hemen. Bu kez, çünkü Kadıköy Haldun Taner sahnesindeydik.

Kavramsal başlık ise 6. İstanbul Bienali’nin küratörü Paolo Colombo’yu çağırdı ister istemez sözünü ettiği dalgalarla Tuzlu Su başlığı altında. (Colombo da bir Akdenizli olarak Tutku ve Dalga demiş hatta Bakargiev’in basın toplantısında işini gösterdiği William Kentridge’i ilk kez İstanbul’da karşımıza çıkarmıştı.)

Kadıköy’deki toplantıya en önce elbette Kadıköy’de yaşayanlar büyük bir mutlulukla geldi. Yıllardır taşrada suyun öbür yakasında oturmuşluğun verdiği dışlanmışlığın sonu nihayet gelmiş miydi?

Kadıköy, taşra değildi.

Aslına bakarsanız 14. İstanbul Bienali küratörü Christov- Bakargiev’e göre İstanbul da değildi. Pek çok star küratörün sandığı ve bizlere yaşattığı gibi…

Şehrin berbat kentsel dönüşümüne rağmen bir zamanlar sultanlarının sipariş verdiği Art Nouveau’cu, süsperver mimar D’Aranco’dan da haberdardı Bakargiev. Haldun Taner’den de.

Basın mensuplarını sahnesine, kendisi ve ekibini de izleyici koltuklarına yerleştirdiği şehir tiyatrosuna adına veren Haldun Taner’deki Brecht etkileşimi kadar Commedia dell’Arte etkisinden dem vuruyordu. Her şeyden önce bir sergi, büyük bir sergi, bienal olsun olmasın, onun sözleriyle Haldun Taner’in geleneksel Türkiye tiyatrosuyla da sentezleyerek izleyiciye tanıttığı bir “Kabare”ydi, Basın toplantısına iz bırakan mühim bir tanımlamaydı bu.

Ve “hiçbirimiz masum değildik.” Çünkü Evrim Altuğ soracaktı: “ Koç ve Eczacıbaşı Holding sponsorluğunda komünizm üzerine yeniden düşünmeye davet eden bir romanın satırlarının okunduğu şu basın toplantısı ne kadar samimi sizce?“ İşte bunun cevabı Bakargiev’e göre “Hamlet”e hatta “Caravaggio”ya kadar giderdi. “Dalgalar belki komünist”ti.

Nanni Balestrini, 1968’lilerin birinci tekil şahıstan noktalama işaretsiz yazdığı Vogliamo Tutto adlı romanıyla çok sevdiği kült bir isim. Balestrini’nin son romanından satırlar okuması basın toplantısını çağdaş sanatın kendine dönük tutumuna, “dramsız” tutumuna, epey drama katttı doğrusu. Hele romanın geçtiği madende yaşananlara ve kötü kalpli kapitalistlere ilişkin bölüm…

Büyük bir mücadelenin örgütlenmesine ve insanın tek gücünün kendi iradesi olduğuna dair bölümler sonrası coşku roman karakterinin “Hepimiz Komünüstiz” sözleriyle doruğa çıktı. Lakin yazar Nanni Balestrini, yazdıklarından démodé bir komünist olduğunu çıkarmamamızı sağlayacak bir açıklama yaparak sahnede yaşanan “drama’ya hatta “kabare”ye büyük katkıda bulundu. Balestrini, kitaplarını neresi basarsa ve neresi satarsa orada yayınlıyordu.

Hatta çalıştığı yayınevinin sahibi Berlusconi’ydi ve o bir yazar olarak kazandığı paraya bakardı. Bu çok yönlü ve hayli eklektik geçen basın toplantısı, consecutive çeviri talebi nedeniyle uzun sürdü. Ve şahsen bir profesyonel olan bana bile asıl soruyu, “sanatçıların neye göre seçildiğini bir çağrı olmaksızın” sormayı ihmal ettirdi.

Bakargiev’in yanında yer alan Cansu Çakar, Aslı Çavuşoğlu, Emre Hüner, Cevdet Erek ve diğerleri daha henüz kafasında hiçbir şeyin net olmadığını söyleyen küratörün yanında nasıl bir kriterle oturuyorlardı?

Projelerine başlamışlar mıydı yoksa?

Çok geçmeden Kentridge’in Gelgit çizelgesi ve Füsun Onur’un 1993 tarihli Pembe Bot filmlerini izledik, Tuzlu Su başlığının ana hatlarına gelince… Hayli felsefi. İçinde su geçmesinden, suyu hem yaşamın kaynağı hem de bir alegori olarak almasından ötürü elbette.

Bakargiev’in altını çizdiği Boris Groys ve Bruno Latour’ları okumak küratörü yakından tanımayı sağlayabilir. Serginin kolektif bir deneyimi işaret etmesi ve insanoğlunun değil bütün canlıların suyu bilmesi tuzlu suya da direnç göstermesi, tanıması, bu ‘bilmek’ Bakargiev’in sergisinde hangi bilim adamları ve sanatçılar arasında ontolojik ortaklıklar kuracağı şimdiden merak konusu.

Öte yandan arkadaşım dediği Griselda Pollock’dan alıntıladığı 2014 tarihli sözleri kıymetli: “Okyanus bir düşünce formudur.” Bakalım bienal Pollock’un da altını çizdiği yerkürede nasıl yaşamamız gerektiğine karar veren totaliter vizyona dair nasıl eleştirel vizyonlar sunacak?

Bakalım biz suya alışkın yarımadalılar, bir bienalin daha vaat ettikleri ses, şok, elektro manyetik, performans, resim, desen dalgalarıyla nasıl baş edeceğiz?

Böylesi bir basın toplantısının büyük bir “hayal” kurdurduğu kesin. Henüz olmayan bir serginin aslında bir hayal, arzu olduğu da.

Onu yapan için de izleyicisi için de…

Ne diyelim…

Güzel, görkemli, bol hayal kırıntılı bir bienal olması dileğiyle… .

Daha fazla yazı yok
2024-11-25 00:20:49