9 Aralık 2014 Salı akşamı İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Kazandibi’nde “Bienal’in Ardından” başlıklı panel düzenlendi. Panel İhsan Bilgin moderatörlüğünde Tansel Korkmaz, Mehmet Kütükçüoğlu, Murat Tabanlıoğlu, Nevzat Sayın, Sinan Omacan ve Aslıhan Demirtaş’ın katılımıyla gerçekleşti.
2014 Bahar Yarıyılı’nda Mimari Tasarım Yüksek Lisans öğrencileri Murat Tabanlıoğlu ve Mehmet Kütükçüoğlu yürütücülüğünde araştırmalar ve çalışmalar hazırladılar. Murat Tabanlıoğlu grubu İstanbul’da son 100 sene içindeki mimarlık aktivitelerinin analizlerini yaparken ve çeşitli işlevlerdeki yapıları incelerken Mehmet Kütükçüoğlu grubu ise 2014 Venedik Mimarlık Bienali için etkinliğin mekânlarından Giardini için İstanbul Pavyonu tasarladılar. Politecnico di Milano ile Bilgi Mimarlık Mimari Tasarım Yüksek Lisans Bölümü ile işbirliği halinde çalıştılar. İtalyan öğrenciler İstanbul üzerine kartpostallar hazırladılar. Vitra sponsorluğunda düzenlenen “Vitra’yla Mimari Keşif” kapsamında, Bilgi Mimarlık yüksek lisans bölümleri arasından sadece Mimari Tasarım’ın dâhil olduğu bu programın 2014 güzergâhı Mimarlık Bienali vesilesiyle Venedik’ti.
Excursion kapsamında bir yandan Venedik üzerinden Byzantine (karmaşık, grift) teması tartışıldı, diğer yandan Palladio üzerinden Mimarlık kanonunun izleri sürüldü. Bu tartışmalar Bienal’in bu seneki 3 başlığını daha iyi kavramak için bir altlık oluşturdu: Temeller, Öğeler, Moderniteyi Özümsemek. Tansel Korkmaz’ın yaptığı açılış konuşmasının ardından bu seneki bienalde Türkiye sergisinin küratörlüğünü yapan Murat Tabanlıoğlu sözü aldı.
1895’te Sanat Bienali ile başlayan Venedik Bienali’nin öyküsünü kısaca anlatan Tabanlıoğlu, 1975 yılında ilk kez Mimarlık Bienali’nin düzenlendiğini söyledi. 13. yüzyıl başlarında Hipodrom’dan Venedik’e götürülen bronz at heykellerinin (Horses of Saint Mark) iki şehir arasındaki ilişkinin nesnel yansıması olduğundan bahsetti. Venedik’e olan ilgisinin Aldo Rossi ile başladığını anlatan Tabanlıoğlu, Norman Foster’ın davetiyle 2012 yılında düzenlenen ve ana teması “Common Ground” olan bienalde yer almış. 1914 – 2014 yılları arasında mimarlık adına neler yapıldığını araştıran bu seneki bienalin ana teması ise Fundamentals’tı. Küratörlük görevini üstlenen “starchitect” Rem Koolhaas’ın dans, müzik ve film festivallerini mimarlık bienali ile birleştirme endişesi taşıdığını açıklayan Tabanlıoğlu, etkinliğe ev sahipliği yapan 2 ana mekân olan Arsenale ve Giardini’nin kısa tarihinden bahsetti. Etkinlik nedeniyle sık sık Venedik’e gitmek zorunda kalan Tabanlıoğlu, ziyaretleri sırasında gözüne çarpan hazırlıkları hızlıca sundu. Bunlar içinde ilgi çekici olanlardan biri ise etkinlik süresince düzenlenen dans performanslarının provalarıydı ve Tabanlıoğlu bunu değişken bir ortam olarak yorumladı.
Gösterilenler arasında bir başka ilginç iş ise Le Corbusier’in Domino House’unun replikasının Giardini’nin bahçesine inşa edilmesiydi. Bu sene ilk defa bir pavyona sahip olarak La Biennale’ye katılan Türkiye eskiden baruthane olarak kullanılan bir yapıya yerleşmiş. 21 tane sponsor ile 20 yıllığına kiralanan bu yapı Arsanele’de yer alıyor.
Türkiye Sergisi hakkında Tabanlıoğlu şunları söyledi:
“Küratör olarak sadece ben seçilmiştim, ama farklı nesillerle birlikte çalışmayı istedim.”
İstanbul Modern projesi ile yakın ilişkiler kurmuş oldukları İKSV ile bu vesile ile yeniden çalışmış olduklarını belirten Tabanlıoğlu, Süha Özkan, Uğur Tanyeli, Arzu Eldem ve Murat Güvenç ile düzenledikleri toplantılar sırasında fikir paylaşımlarında bulunduklarını anlattı.
Hafıza Mekanları başlıklı sergi için bir ekip kurmaya karar veren küratör farklı disiplinlerde faaliyet gösteren 5 kişiyle birlikte hazırlanmış: Ali Taptık, Alper Derinboğaz, Candaş Şişman, Metehan Özcan ve Serkan Taycan. Böylece sanatla mimarlık birbirine karışmış… Bienalin ana temasını bireysel algı ve deneyimler üzerinden ele alacak projenin çıkış noktasını Tabanlıoğlu’nun hayatında eşik niteliği taşıyan İstanbul’daki üç bölge oluşturuyor. Proje Taksim-Salıpazarı, Bâb-ı Âli ve Büyükdere Caddesi gibi kent mekânlarından hareketle mekân kavramına yoğunlaşarak ekipteki her bireyin öznel bakışını ortaya koymasına olanak veren bir temel üzerinde yapılanmış.
Tabanlıoğlu Mehmet Konuralp ile yaklaşık 3 saat süren bir toplantı yapmış. Konuralp mimara iyi bildiği bir şeyi yapması konusunda tavsiye vermiş ve sonuçta Tabanlığolu AKM’nin hikâyesini sergilemeye karar vermiş. Tabanlıoğlu, Aslı Altay ile birlikte Hafıza Mekânları (Places of Memory) kitabını hazırlamışlar.
İhsan Bilgin serginin teması doğrultusunda öznelliğin ne kadar nesnelliği içerebileceğini sordu. Rem Koolhaas’ın nesnellik üzerinden Elements sergisini ifade ettiği söyledi. Aynı tip radyatörün yıllardır dünyanın dört bir yanında kullanılıyor oluşunun modernitenin bir simgesi olduğundan bahsetti.
Mehmet Kütükçüoğlu ise İstanbul ve Venedik arasında bir benzerlik olduğunu ve milli temsiliyet meselesini rahatsız etmek için şehir pavyonu üzerine öğrencilerle birlikte çalıştıklarını kaydetti. Koolhaas’ın rastgele yan yana getirdiği yapı fotoğraflarının neyin ifadesi olduğunu sordu.
Bunu tamamlayan bir başka soru ise Tansel Korkmaz’dan geldi:
“Eski / yeni “heroic” binalarla modernite bir kayıp olarak mı yaşıyor?”
Sözü alan Sinan Omacan ise bienalin kısa geçmişine değindi ve şehir ile ekonominin ilişkilerinden bahsedilmesi gerektiğini söyledi.
Bilgin bienalin ortaya çıktığı ilk yıllarda post modern mimarinin göbeğinde İtalya’nın olduğunu anlattı. Omacan ise büyük ölçekli yapıların mimarlığın son kozu olduğunun altını çizdi. Korkmaz, Elements sergisi ile yeni dünyanın maddi bakışının temsil edildiğini, Fundamentals ile de eski dünyaya bakıldığını iddia etti. Mimarlığın günlük hayatlar üzerinden anlaşılmasının kırılma noktaları yaratacağını ekledi.
Panelin sonunda konuşmacıların ortak görüşü La Biennale di Venezia 2014’ün sonuç ürünlerden çok bir araştırma bienali olmasıydı. Bienalin ardından panelinin bize kazandırdığı fikir ise şu oldu:
“Artık mimarlığı başka şekilde düşünmeliyiz.”