A password will be e-mailed to you.

"Manguel’in Borges’e dair anılarını dinlerken körlüğün edebiyat cephesindeki sonuçlarının her zaman Saramago’nun romanındaki kadar karamsar olmayabileceğini düşünüyor insan."

1998 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Portekizli edebiyat ustası Jose Saramago’nun ‘’Körlük’’ adlı müthiş romanını okuyanlar hatırlayacaktır. Romanda araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Ancak bu bulaşıcı bir körlüktür. Tıpkı bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılan, öldürücü olmayan ancak tüm ahlâki değerleri yok eden bir körlükten bahseder Saramago.

Peki, bunca körlükten ve kötülükten dünyayı ne kurtarabilir? Sanat? Edebiyat? Bu sorunun cevabını bir başka yazarın, Jorge Luis Borges’in kişisel hikayesinden bazı ufak anekdotlarla anlamaya çalışabiliriz belki. Öyle ya, kendi körlüğünü betimlerken Tanrı’ya minnet duyabilen; ‘’Karanlığı ve kitapları aynı anda verdi / Cenneti kütüphane gibi hayal eden bana’’ diyebilen bir yazar Borges…

Yeryüzünde, Borges’i en iyi tanıyan isimlerden biri, yine bir Arjantinli yazar, çevirmen olan Alberto Manguel olsa gerek.  Manguel ne hoş bir tesadüf ki, Ocak ayı başından bu yana İstanbul’da.  Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası misafir programı Boğaziçi Chronicles programının konuğu olan Manguel, bu ay sonunda İstanbul’dan ayrılmadan önce Boğaziçi Üniversitesi’nin Görme Engelliler Teknoloji Laboratuvarı’nı ziyaret etti.

Bu arada Alberto Manguel’in görme engellilere yönelik yazar Jorge Luis Borges ile başlayan ve yaşamının geri kalan kısmında da devam eden çalışmaları olduğunu ekleyelim. Zira kendisi Kanada’da CBS radyosunda ve Uluslararası PEN’in çeşitli etkinliklerinde görme engelli okurlara yönelik çok sayıda program yapmış .

Binlerce sesli ve elektronik kitabın yer aldığı; görme engelli tüm bireylerin yararlanabildiği GETEM laboratuvarında Alberto  Manguel ile buluşunca söz kaçınılmaz olarak, yıllarca kitap okuduğu Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’e geliyor.

Manguel’in Borges’e dair anılarını dinlerken körlüğün edebiyat cephesindeki sonuçlarının her zaman Saramago’nun romanındaki kadar karamsar olmayabileceğini düşünüyor insan.

Arjantin’de Ulusal Kütüphane’yi yöneten üçüncü görme engelli yazar Borges oldu

Manguel’in Borges ile tanışması, ünlü yazarın görme yeteneğini kaybettiği döneme yani 1950’lere rastlıyor. Arjantin’i yıllarca diktatörlükle yöneten Peron tarafından Ulusal Kütüphane’deki işinden kovulan Borges, diktatör devrilince entelektüellerin başını çektiği bir kampanya sayesinde aynı kütüphanede bu kez müdür olarak yeniden çalışmaya başlamıştı. Üstelik tuhaflığa bakın ki, kütüphane tarihindeki üçüncü görmeyen müdürmüş!

Alberto Manguel ile Borges’in tanışmaları da bu yıllara denk geliyor. Borges’in babasından miras aldığı hastalık yüzünden kör olduğunu anlatan Manguel, uzun bir dönem Borges’e kitap okuma işini yazarın annesinin üstlendiğini; ancak çok yaşlı ve kitap okuyamaz yaşa gelince Borges’in annesinden nöbeti bir anlamda devraldığını söylüyor.

Borges, kütüphaneye müdür olarak başladıktan sonra Hediyelerin Şiiri adlı şu şiiri yazıyor:

Kimse gözyaşlarını azaltmasın/ Tanrı, müthiş ironisinin göstergesi olarak /  Karanlığı ve kitapları aynı anda verdi / Cenneti kütüphane gibi hayal eden bana" …

‘’Borges, öyle bir yazardı ki kitapları kapağından ve cildinden bile tanırdı. Sanırım parmakları özel bir yeteneğe sahipti’’ diye anlatıyor Manguel.  

Pek çok insanın körlüğü kapkaranlık bir dünyaya mahkum olmak olarak algıladığına dikkat çeken Manguel, Borges için körlüğün karanlık demek olmadığını söylüyor.  ‘’Borges’e göre kör olmanın en tuhaf yanı buydu. Uyumaya çekildiğinde kendisini siyah rengi görmeye zorladığını anlatırdı.  Aslında karanlıkta olmadığını, hayatında kahverengi -sarı arası tuhaf bir renk olduğunu söylerdi. Hatta bir arkadaşı ona sarı bir kravat hediye etmişti çünkü sarı rengi ayırt edebiliyordu’’.

 

Bir araba motorunu inceler gibi kelimeleri incelerdi

‘’Borges’e kitap okumak çok farklıydı’’ diye devam ediyor Manguel. ‘’Birisine bir metin okuduğunuzda metni seçer ve ona bir tonlama verirsiniz. Oysa Borges kendisine kitap okunmasını sadece belli bir amaç için isterdi. Kör olduğunda, şiir yazmaya devam edebileceğini, şiirlerin ona bir çeşit müzik gibi geldiğini ve müziğin üstüne sözler yazabileceğini düşünüyordu. 10 yıl sonra kendisiyle tekrar karşılaştığımda farklıydı. Aklında pek çok kısa hikaye birikmişti ve bu hikayeleri yazmak istiyordu. Yazmaya başlamadan önce, en iyi hikaye yazarlarının yazdıklarına tekrar dönmek onları yeniden okumak istiyordu. Bu kitapların kendisine mekanik okuma yöntemiyle okunmasını istiyordu. O dönemde tabi böyle bir teknoloji yoktu, bugün bu işi yapan bilgisayarlar yoktu. Oysa Borges o döneminde bile kelimeleri bir arabanın motorunu inceler gibi, özenle ve aynı zamanda mekanik bir çerçevede değerlendiriyordu. Dünyanın en önemli yazarlarından birinin nevi şahsına münhasır okuma serüvenine şahit olduğum için çok mutluyum’’.

Borges’in okuma zevki hakkında ise şu bilinmeyenleri aktarıyor Manguel:

 

‘’Kendine özgü bir edebiyat zevki vardı. Balzac’ı sevmezdi, Austin’i, Zola’yı sevmezdi mesela. Romantik edebiyat ilgisini çekmezdi. Onun tercihi daha şiirsel ve saf bir edebiyattı. Öte yandan dünya edebiyatına son derece açıktı. Farklı ülkelerin ve kültürlerin edebiyatını okurdu. Dede Korkut Hikayeleri’ni çok severdi. Bu hikayelerin varlığını ilk defa ondan öğrenmiştim ve ona Penguin‘den çıkan bir çeviri metni ben okumuştum’’.

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 21:43:10