SALT’ın gelenekselleşen Perşembe sineması, bu bahar Garanti Mortgage desteğiyle urbanizmin farklı boyutlarını ekrana taşıyor. Bazıları hemen herkesin aşina olduğu filmler ama birçoğu da pek az biliniyor. Bugün (5 Mart) bütün “Dünya” ayağınızın altında mesela!
Wim Wenders’in masalsı yol filmi “Alis Kentlerde”yi bilirsiniz.
Bir röportaj için ABD’ye gönderilen, uzun bir gezi yapan ama içine kültürel hafakanlar çöktüğü için görevini tamamlayamayan Alman gazeteci, Hollandalı bir anneye yardımcı olur. Alis adlı küçük kızını kendisine bırakıp kayıplara karışınca onu ailesine teslim etmek için o kent senin bu kent benim dolaşacaktır…
Biz de Alis’in annesi gibi siz sanatseverleri SALT’a emanet ediyoruz, her Perşembe kentlerde dolaşabilirsiniz.
Kavafis’e sorarsanız “Bundan başka kent bulamayacaksın”ız.
Her yerde İstanbul’dan bir parça sizi bulacak!
SALT’ın gelenekselleşen Perşembe sineması, bu bahar Garanti Mortgage desteğiyle urbanizmin farklı boyutlarını ekrana taşıyor. Bazıları hemen herkesin aşina olduğu filmler ama birçoğu da pek az biliniyor. Kitle halinde tartışmakta ve duyarlılık göstermekte çok geç kaldığımız kent, kentleşme, kent yaşamı, kent kültürü kavramlarını birçok farklı yönden işlemesi ortak paydası olan bu seçki ücretsiz olarak izlenebilir.
Bugün (5 Mart) bütün “Dünya” ayağınızın altında mesela!
Amerika’nın Las Vegas’ı varsa Bejing’in* de Dünya Parkı var. Las Vegas’ın flamboyan şovlarına benzemese de birbirinden narin dansçıları Çin başkentinin sakinlerinin ayağına dünyayı getiren dekorların arasında sunar performanslarını! Mısır’ın Piramitleri, Hindistan’ın Tac Mahal’i, Paris’in Eyfel Kulesi, Londra’nın Big Ben Saat Kulesi, Venedik’in San Marco Meydanı filmin kahramanı Xiao Tao’ya kendini harikalar diyarındaymış gibi hissettirir… Oysa kentsel dönüşüm dur durak bilmeden her şeyi ıskartaya çıkarır zamanla, insanları da…
Çin sinemasının en önemli yönetmenlerinden Xia Zhangke oriijinal adı “Shijie” olan bu filminde ülkesinden manzaraları aktararak çağının tanığı olacağını muştulamıştı. Tahminleri doğru çıkardığı gibi sanatsal açıdan yetkinliğini de git gide arttırdı. Bir dünya devinin karnındaki dünyayı gösterdiği filmi kaçırmayın.
Gelecek haftalarda da eşdeğer filmler yer alacak Perşembe Sineması’nda.
Bir başka devin daha karnına gireceğiz. Mira Nair’in “Salaam Bombay”inin küçücük kahramanı Krishna, Mumbai* tarafından yutulmuş ama hazmedilmemek için çabalıyor. Batakhanelerin ortasında, katı bir kast sisteminin sömürge artığı yoksulluğu ve afyon tüketimini körüklediği ortamda çalışıp para kazanmaya çalışan ve anne özlemiyle yanıp tutuşan bir çocuk Krishna…
Onun ve bütün sokak çocuklarının ve fuhuşa zorlanan modern zaman kölelerinin hayatta kalmaya çalıştığı varoşlar, yani kentin işkembesi bu tanımlamaya zıt bir renk cümbüşüyle saçılıyor perdeye.
Tran Anh Hung’a Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan kazandıran “Cyclo / Bisikletçi”de “Dünya” ve “Selam Bombay”deki kadar bile gülümsemeye yer yok…
Vietnam’ın başkenti Saygon’da bisiklet taksiciliği yaparak ailesini geçindirmeye çalışan gencin içine düştüğü şiddet sarmalı izleyici de kahramanıyla birlikte açmaza sürükleyen cinsten. Saygon’un mekanın ruhunu ve kültürünü yitirmiş, kimliksizleşmiş kenar mahallelerinde çalınan bisikletinin peşine düşen genç adamın umutsuzluğu filmin gönderme yaptığı Vittorio de Sica klasiği “Bisiklet Hırsızları”ndaki trajediyi gerilime dönüştürüyor. 2. Dünya Savaşı’ndan çıkmış İtalya yerine, üzerinden ABD geçmiş ve bölünmüş bir ülkenin yeraltı dünyasının acımasızlığı sokaklarından yansıyor. Bisikletçi, pedal çevirerek bir yere gidemeyeceğini, olduğu yerde kısılıp kaldığını düşününce kent, bir kapan gibi görünüyor.
Uzakdoğu’dan Karayiplere uzanan seçkinin bir başka önemli filmi de Mihail Kalatazov’un “Soy Cuba / Ben Küba”sı. Sovyetler Birliği’nin ünlü yönetmeni Kalatazov, devrim öncesi Küba’nın bir sömürge olarak tablosunu çiziyor. Küba adlı kadının anlattığı dört öyküden oluşan film bir yandan Sovyet sinemasının artık yarım yüzyılı geride bırakan birikimini rafine ve lirik tarzına aktarırken bir yandan da kendi toprağında dışlanan, işsiz kalan, ezilen insanları başkaldırıya götüren politizasyon sürecine tanıklık ediyor. Devrimden sadece beş yıl, Domuzlar Körfezi çıkartmasından üç yıl sonra gerçekleştirilen film bir dönemi ve bir ülkeyi anlatırken Havana’yı merkez alsa da daha geniş bir satha yayılıyor. Doğu’nun dertleri, kor gibi yanan acıları Küba’da devrim ateşiyle bütünleşiyor ama sinema Batı’ya gelip Kuzey’e çıkınca soğuyor filmler…
Ama kameranın ardında Eric Rohmer olunca aşk meltemiyle yumuşuyor hava:
Film yapma sanatını olanca zerafetiyle icra eden ustanın, olgunluk döneminde anlattığı üç aşk öyküsü Paris’in romantik şehir markasını hak ettiğini kanıtlıyor. “Les Rendez-vous de Paris / Paris Randevuları” üç ayrı öyküde, kentin kültür ve sanatla dolup taşan mekanlarında genç aşıkların buluşmalarını anlatıyor. Aşıkken başkasına gönlü kayan gençlerden oluşan kahramanlarının arasındaki kimyayı kentin parklarından, banklarından, merdivenlerinden, müzelerinden, cafelerinden aldığı ambiyansla yaratıyor Rohmer.
Bu uçarılık başka bir kentteki buluşmalarda olmazdı, dedirtiyor.
SALT’ın Perşembe sineması kuşağında yer alan diğer filmler, özellikle belgeseller birbirinden önemli ve ilginç konulara değiniyor. Helsinki’ye, New York’a uğramadan da geçmeyin dünya turunuzda!
*Pekin demiyoruz Beijing diyoruz, Bombay demiyoruz Mumbai diyoruz… Sömürge alışkanlıklarını terk etmek kafa karışıklığı yaratsa da!