45 derece eğimle Cannes’da magazine doğru kayıyoruz!
Cannes’a gitti iki satır magazin yazmadı diyeceksiniz ama biz film eleştirmenleri ve festival programcıları için varsa yoksa filmler! O parıltıdan ve şaşadan nasibini alamamış bir nevi paralel yapıyız. Herkesin giyinip kuşanıp kırmızı halıdan yürüyerek galasına gittiği yarışma filmlerini bir gün önceden izleriz… Topuklu ayakkabı giymekmiş, papyon takmakmış bizim derdimiz değil. Ayağı rahat kafası rahatsız birtakım insanlarız!
Yine de sizi kırmayayım, 45 derece eğimle magazine kayayım!
Yüksek topuklar üzerinde
Kaç gündür nereye baksam bir topuklu ayakkabı meselesidir gidiyor. Bana da yıllardır anlatır dururlar “uygunsuz kıyafet nedeniyle kapıdan çevrilen” kırmızı halı kazazedelerini. Hem rahat hem şık olsun diye paraya kıyıp aldığı şıkır şıkır taşlı sandaletlerine rağmen refüze edilen, sade elbisesi burun kıvrılarak kabul görse bile alçak topuklu ayakkabıları yüzünden kırmızı kart çıkarılan kadınlardan dinledim acıklı öykülerini! Ayağı rahat kafası rahatsız olduğum için ayakkabı meselesi ikinci planda benim için. Feminist damarımı yeterince kadın yönetmen filminin programa alınmamasını eleştirirken kabartıyorum. Ama bu yılki vakalar karşısında Cannes kılık kıyafet yönetmeliği siyatikleri azdırmış bulunuyor, geçmiş olsun! Bundan sonra pek kimseye karışmaya cesaret edeceklerini sanmam.
Giyinmek out, soyunmak in
Asıl ayakkabıların üstüne ne giyildiğine, daha doğrusu giyilmediğine bakmalı: İç çamaşırı giyiliyor. Ama iç çamaşırlarının üstüne fazla bir şey giyilmiyor… Bu yıl hem dekolte hem mini hem transparan giyinmek moda… Beş kadının dantel tüniklerle, iki kadının uzun ama şifondan hallice transaparan plaj elbisesiyle idare ettiğini gördüm. İç çamaşırı dedikse kalçaları kaplamıyor, arz edeyim. Ama kadınlar da haklı canııııım,
Depardieu’nün göbeği
Soyunanlardan biri de Gerard Depardieu! Guillaume Nicloux imzalı “Valley of Love” (Aşk Vadisi) adlı filmin yarıdan fazla süresinde onu sadece bir şortla izleyeceksiniz. Depardieu de göbeği de filmde hakikaten çok iyi performans veriyor. Kendisinden izler taşıyan, ABD’ye yerleşmiş ve hayli kilo almış Fransız aktörü canlandırıyor, Depardieu. İntihar eden oğlunun vasiyeti üzerine Death Valley / Ölüm Vadisi diye anılan yerde, çölün ortasında bir otelde kendisi gibi ünlü bir Fransız oyuncu olan eski karısı Isabelle Huppert ile buluşuyor… Aşırı sıcak nedeniyle özellikle gece sahnelerinde yarı çıplak dolaşıyor. Yönetmen Nicloux, onun iri bedenini, özellikle göbeğini kadraja alarak karaktere boyut katıyor. Boyut dediysek dramatik! Depardieu’nün farkındalığını ve özgüvenini takdir etmek lazım.
Jürinin kadın oyuncuları
Sabahları Grand Theatre Lumiere’de jüri locasının hemen önündeki sıraya oturuyoruz. Sophie Marceau, Sienna Miller ve Rossy de Palma genellikle 08.30 seanslarını kaçırmıyor. Hepsi de son derece sade ve makyajsız geliyorlar gösterime, çok hoş görünüyorlar. Giyinip kuşanıp boyanıp kırmızı halıya çıktıkları halleri kadar çekiciler.
Baba Zula, Türkiye resepsiyonunda verdi coşkuyu!
Türkiye’nin bu yılki resepsiyonu yine çok iyi geçti. Baba Zula aldı davetlileri piste savurdu. Adı parti olan niteliği olmayan davetlerin aksine katılanların kendilerini iyi hissettiği bir etkinlikti. Aynı gün isim lazım değil dağıttığı fonlar ve evsahipliği yaptığı pek mühim bir film festivali nedeniyle siyaset kadar sinemada da çok dominant bir Avrupa ülkesinin resepsiyonu vardı, gidenler sıkım sıkım sıkılmış resmiyetten. Herkes davetiye peşinde koştu, yetmedi kapıya isim listesi yazıldı. Erken bir saatte başladığı için basın gösteriminden çıkıp gittim ki Baba Zula vermiş coşkuyu! Türkiye pavyonu her zamanki gibi Cannes Pazarı’nın en sevilen mekanıydı konukseverliğiyle.
Genç oyuncularımız güzellikte starlarla yarıştı
Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde ortak yapımcısı Mine Vargı olan Fransız yapımı “Mustang” Türkiye’de geçen bir öykü anlatıyordu. Paris’te yaşayan Deniz Gamze Ergüven’in yönettiği filmde beş kızkardeşi canlandıran gencecik oyuncular güzellikte yıldızlarla yarıştı, tazelikte hepsini geride bıraktı! Yönetmen derseniz ayrı bir zerafet! Aralarında Reha Erdem’in “Beş Vakit” ve “Hayat Var” adlı filmleriyle tanınan, “Küçük Kadınlar” adlı televizyon dizisinde oynayan tatlı mı tatlı Elit İşcan o kadar büyümüş ki tanımadım görünce! Saçları uzamış, pek tatlıydı bir de üstüne ayrıca güzel olmuş! Güneş Nezihe Şensoy, Doğa Zeynep Doğuşlu, Tuğba Sunguroğlu, İlayda Akdoğan isimlerini aklımızda tutalım; bundan sonra sık sık duymamız muhtemel. Filmde “oğlanlarla oynadıkları için adları çıkan” beş kızkardeşin ebeveynlerini oynayan Nihal Koldaş ve Ayberk Pekcan, uluslararası yapımlarımızın aranan oyuncuları olarak tescillendiler artık!
Başyapıt çıkmadı, favori az
Festival programı açıklandığında yeterince heyecan verici bulunmamıştı… Öngörüler doğru çıktı. Altın Palmiye adaylarından hiçbiri herkesi birden çarpmadı. Film Français dergisinin yıldız tablosunda Nanni Moretti’nin “Mia Madre”si (Annem) başta gidiyor, ama onların listesiyle jürinin tercihleri genellikle hiç örtüşmez. Anglosakson ekolü Screen International Todd Haynes’in “Carol”ına bayıldı, bir daha ayılamadı. Her iki derginin eleştirmenleri de Laszlo Nemes’in “The Son of Saul”u (Saul’un Oğlu) ödüle değer buluyor. Paolo Sorrentino’nun “Youth”u (Gençlik), Hou Hsiao Hsien “The Assassin”i (Katil) ve Yorgos Lanthimos’un “Lobster”ı (Istakoz) dikkate alınan filmler. Bu filmlerin hiçbirine başyapıt diyemeyiz ne yazık ki… Jia Zhangke’nin hakkını yemeyeyim, ben yenilikçi buldum ama hemfikir olan az.