A password will be e-mailed to you.

“Dikkat! Kaygan Zemin” sergisinin hazırlık sürecinde, Uğur Tanyeli ile iki adet söyleşi gerçekleştiren Yelta Köm, bu söyleşilerin birinci bölümünü yayınladı. İşte o röportajdan Uğur Tanyeli’nin iddialı ve keskin tespitleri…

 

Uğur Tanyeli:

"Mimar kimdir? Papyonu vardır, tüvit ceketi vardır, spor arabası vardır ve çapkındır"

– Türkiye’de mimarlar mimarlık kültüründen konuşurken sık sık şöyle bir durum ortaya çıkar: “Halkımızı eğitelim, mimarlık kültürü verelim.” Böyle bir şey vermemiz mümkün mü? Biz kimiz ayrıca? Nasıl böyle bir iktidara sahibiz ki millete kültür verelim? Ne hakkımız var? 

‘Le Courbusier gözlüğüm yakıştı mı?"

-Ben bile Venedik’e gittiğimde onun gözlükçüsüne koşup bir Le Corbusier gözlüğü alırım. Bunu Corbusier’yi taklit etmek istediğim veya geleneksel anlamıyla o gözlük bir fetiş olduğu için yapmam, Corbusier’yle bir biçimde bir bağlantı düşlediğim için alırım. Tüm mimarlık öğrenimi yıllarım Le Corbusier merkezli ve tartışmalı geçtiği için alırım. Nostalji bile denilebilir yaptığıma. Ama bu bağlantı da olumlanarak konuşulacak bir şey değil, tam aksine, onunla dalga geçildiği zaman anlamlı. Kendi Le Corbusier gözlüğü takmış halimle eğleniyorsam anlamlı olur. “Çok yakıştı” dediğim zaman değil. Herkes siyah giydiği zaman değil, bununla dalga geçildiği zaman anlamlı.

"Tüvit ceket yok siyah var"

-Önceki kuşak hep tüvit ceket giyerdi. O zamanlar şöyle matraklıklar yapılırdı: “Mimar Kimdir? Papyonu vardır, tüvit ceketi vardır, spor arabası vardır ve çapkındır”. Şimdi tüvit ceket yok artık, siyah giyiliyor. Ama hepsi dalga geçmelikti bunların. Mimarlar çapkın oluyormuş diye çapkınlığa kalkışırsanız sadece aptallık kanıtı olur yaptığınız.

"Yeni biçimde okuyabilir ve damıtabiliriz"

-Vitruvius’suz olmaz mı? Niye olmaz? Hiçbir metin, hiçbir düşünce feda edilemez nitelikte değil. Marifet her seferinde okuma imkanlarımızı sonuna kadar açmaktır. Yeni şeyler okur, eski ve yenileri her seferinde yeni bir biçimde yorumlarız. Geleceği, hatırlamalar kadar unutuşlar da hazırlar. Eskiden okuduklarımızı birkaç yıl sonra okumayabiliriz. Yeni biçimde okuyabilir veya onlardan yeni anlamlar damıtabiliriz.

"Türkiye geriye doğru gidiyor"

-Neufert gibi hiçbir zaman okunmaması gereken kitaplar var. Herkesin neredeyse alıp yırtması gereken kitaplar var. Şöyle söyleyeyim, Yıldız’a geldiğim zaman benim en şaşırdığım; orada öğrenciye Neufert aldırmalarıydı. Ben Akademi’de mimarlık eğitimi aldım, bize “Asla Neufert almayacaksınız” dediler. 1970 yılında öğrenime başladım. Galiba Türkiye geriye doğru gidiyor. Neufert mimarlığı düşündürtmemenin ideal aracıdır. Mekan üretimini, tasarlamayı belirli matematiksel kurallara indirgemek ve öğrencide sanki başka türlüsü olmazmış izlenimi uyandırmak, zarar vermektir. Onunla olsa olsa dalga geçilir.

"Kilim alıp çimene sermek de kültürel üretim"

-Şöyle zannetmek istiyoruz: Japon bahçesi yapınca kültürel üretimde bulunuruz. Süleymaniye’yi yapınca kültürel üretimde bulunuruz. Hayır, evimizin arka balkonunu kapattığımız zaman da kültürel üretimde bulunuruz, kilim alıp çimene serdiğimiz zaman da kültürel üretimde bulunuruz. Ayağımızı bağdaş kurup altımıza toplayıp televizyon seyrettiğimizde de kültürel üretimde bulunuruz. Yaşamak kültürel pratikler üretmektir kısacası.

"Kültür hep yüce bir şey"

-Tabii, kültür tahayyülümüz irikıyım ve saldırgan biri gibi gerçekten. Hâlbuki kültürün gerçekten ait olduğu olağanlık düzeyine indirgenmesi lazım. Gürbüz olduğunu değil, herkes gibi dayak yiyebilir olduğunu, alelade olduğunu görmek lazım kültürün. Sekülarize ve demistifiye edilmesi gerek. Oysa aksine, özellikle Türkiye’de kültürü mistifiye etmeye yönelik süreçler çalışıyor. Bir büyüsü var sürekli. Yüce bir şey. Önümüzü iliklememiz lazım ondan konuşurken! Niye önümüzü ilikleyelim ki, tuvalete gittiğimizde de kültürel etkinlikte bulunduğumuz gerçeğini unutuyoruz. Çünkü o işi bile belirli bir öğrenilmiş pratik olarak yapıyoruz.

Daha fazla yazı yok
2024-11-25 05:03:50