Gezi direnişinin yıldönümünde Zafer Aracagök’ün Deleuze ve Guattari’nin kurduğu Revue Chimeres’de ve Express’de yayınlanan "Parçaptal: Radikal-Aptal-Oluş" yazısını tekrar yayınlamaya karar verdik. Yazıya İranlı Haerizadeh Kardeşlerin şu sıralar Rodeo sanat galerisinde sergilenen resimleri eşlik ediyor.
Bu rapor daha önce yazılmıştı[2]. Bir akademiye yazılmıştı.
Yenilenmesinin aciliyetini hesaba katarak, akademi için nerdeyse yeni bir rapor yazmaya karar vermek üzereyim – en zengin, en soylu, en meşhur ve en alemşümul akademiye.
Bu yüzden, kendimi rezil rüsva etmek pahasına, hayatımda ilk defa, aptallığımı geride bırakarak size, hepinize – hayvanlar, bitkiler ve taşlar hariç – önerimin, yani radikal-aptal-oluş’un, özetini sunmaya çalışacağım.
Bu çabamda, samimi olmak gerektiğini bildiğim için ve sizinle kendim arasına keskin bir ayrım çizgisi çekebilmek üzere, işe yeni bir araç ya da bir nevi yeni bir alet çantası (assemblage) ile başlıyorum. “Parçaptal” (cutupidité) diye adlandırmak cüreti göstereceğim şey aslında iki ayrı kelimeden oluşuyor: “parça” (cut-up) ve “aptallık” (stupidité) ki bileşik halleri, aptallığımın aşamalarından geçerken bana hamilik etmiş üç kişiyi hatırlatmalı size.
Şimdi izninizle sizlere kavramımın ön saptamalarını sunmak istiyorum:
1) parçaptal her türlü içkin düzleme direnen süreksiz bir tutarlılık düzlemidir.
2) parçaptal, organik-olmayan, çok boyutlu, sonsuz kesiklerden oluşan ve her kesiğin tekrar edilemez, biricik bir olayı ortaya çıkardığı bir ağköktür (rhizome).
3) parçaptal, her uzam olumsuzlamasının havai bir avareliği tetiklediği ve kesinlikle izi sürülemez bir mübalağa sanatıdır.
4) parçaptal, serisel değil havaidir; ağkök yüzeyinde süzülerek, üstünde açılmış olan her bir kesiğe overlok çeken havai bir avareliktir.
5) parçaptal uyurgezerliktir ya da hipnotizmacısız bir hipnoz durumudur.
6) parçaptal eşgüdümsüz bir hayali-oluş’tur; bir na-cisim-oluş değil, bir gazımsı-oluştur.
7) parçaptal, bir Cotard sanrısıdır: le délire de négation (olumsuzlama çılgınlığı) – boyutsal olanı süreksiz bir boyutlar çoğulluğuyla yok ederek, psychastenic[3] bir önsüzcephe açmaktır.
8) parçaptal Contigentia absoluta’dır, iradi olmayan bir gizil güçtür: istemenin sıfır hali; çuvallamadan önceki çuvallamadır.
9) parçaptal, paranoyanın aşırı uyanıklık hali olarak olumlanmasıdır.
10) parçaptal içeriksel olarak intihari, biçimsel olarak faciadır.
11) parçaptal klişenin dumanı, bilgeliğin son nefesidir.
12) parçaptal, her uslubu bilip, hiç birini kullanmamaktır.
13) parçaptal = vazgeçiş güdüsü (instinct d’abandon) yaşam güdüsüne (élan vital) karşı.
14) parçaptal sonsuz bir birey-kaç[4] hali, sonsuz bir bölünmedir.
15) parçaptal insanmerkezcilikle alakayı kesmektir.
16) parçaptal aptallığı içe kusmaktır.
Herhalde bundan pek hoşlanmadınız, büyük olasılıkla nefret ettiniz çünkü hamilerimden en az ikisiyle güçlü bir özdeşleşme arzusunda olduğumu düşünmektesiniz, ya da, daha büyük bir olasılıkla bu size bir hakaretten ziyade bir saldırı gibi geliyor çünkü bunun akademinin sonunu getirebileceğini hissediyorsunuz. Gözlerinizde, bundan önceki raporun pek güzel tariflediği türden bir “yarı-kırılmış şaşkın hayvanın çılgın bakışı”nı[5] açıkça görebiliyorum. Buna karşın, “ortalama bir Avrupalı’nın kültür seviyesine ulaşmayı becermiş”[6] bir insayvan[7] olarak sizleri parçaptallığın insanlığın son çaresi olduğunu düşünmeye davet etmek zorundayım.
Yukardaki maddeleri öyle bir ayarladım ki raporumu okurken, onlar her aklınıza geldiğinde dehşetle irkilecek; gelişigüzel ve apansız bir şekilde onlara geri döneceksiniz. Onlar, sizin düşünme/okuma alışkanlıklarınıza organik olmayan rizomatik biçimlerde işleyecekler. Kendinizi içinde bulacağınız durum, hamilerimden birinin kısa öyküsünde geçen o Kızılderili gibi olacak:
Bir Kızılderili olsa insan! Koşan bir at üzerinde, her an tetikte, rüzgara yaslanarak, titreşip duran zemin üzerinde titreşip dursa, üzengilerden vazgeçse, yani üzengi diye birşeye gerek kalmasa, dizginleri fırlatıp atsa, yani dizgin diye birşeye gerek kalmasa, ve önünde uzayıp giden yerin biçilmiş bir kırlık olduğunu zar zor görürken atın boynu ve başı kaybolsa[8].
Bu gerçekten bir imge; Gilles Deleuze’ün Fark ve Tekrar[9]’da tanımladığı ‘düşünce imgesi’nin nacizane bir örneği. Bu imgede, evet, at ve atı sürme eylemi kayboluyor fakat biz Kızılderili’ye ne olduğunu asla öğrenemiyoruz. Düşünceye kalan, yönsüz ve akışkan, yani nâmekan bir hareket ve “sürücüye ne oldu?” sorusu. Kızılderili bu çifte zeminsizleştirmeden sağ çıkacak mı, (çünkü atın nal koşturduğu yer gibi Kızılderi’nin bindiği at da yok oluyor), zeminsiz zeminsizliğin cazibesine direnebilecek mi?
Yani temel sorum şu: Kızılderili’ye ne olur?
Şu andan itibaren işler biraz karışacak çünkü sizlere Kızılderili’nin olası kader belirleyicileri olarak birey-kaç’la birlikte birey-kal’dan bahsetmek zorunda kalacağım. “Hadi biraz kuramsallaşalım, ya da kendi gözlerimizle görebilmek için bir adım daha atalım, azıcık alkolik, azıcık çılgın, biraz intihari, birazcık da gerilla olalım – geri dönülmez bir şekilde derinleştirmeden, yeterince genişletecek şekilde çatlağı”[10].
Fark ve Tekrar’ın “Düşünce İmgesi” adlı bölümünde Deleuze, insan ve hayvan arasındaki ayrımı “bêtise” kavramından yola çıkarak geliştirir ve aptallığın bir biçim sorunu olduğunu öne sürer[11]. Eğer hayvan kendisine verilmiş aşikar biçimler yüzünden aptallıktan korunuyorsa, aşikar biçimlerin yanısıra örtük biçimlerle donanmış insan, “Ben” sayesinde örtük biçimleri farketme ve temsil etme yetisine sahiptir. Bu yüzden aptallık, “düşünce ile birey-kal arasındaki ilişki aracılığıyla” mümkün kılınır. Bir başka deyişle, birey-kal bileşkeninden yoksun hayvan aptal olamazken, insan kendi biçimlerini, “Ben” ile “zemin” arasında gidip gelerek oluşturma özgürlüğüne sahip olduğu için birey-kallaşabilir. Yeni biçimler üretme yolunda düşüncenin çuvallaması olan aptallık, baskıcı bir düşünce yapısına ait klişeleri üreterek tiran ile köle arasında yankılanıp durur.
Schelling’den yola çıkan Derrida yukarda andığım zemine “zeminsiz zemin”[12] diyerek Deleuze’ün bakış açısını yeni bir alana kaydırır: Derrida’nın eleştirisi Deleuze’ün konumunu Descartes’çı/Kant’çı düşüncenin devamı olarak değerlendirse de (“insana özgü olan, ‘ben’ diyebilme olasılığı, hatta ‘ben/bana’ diyebilme gücü ve yetisiyle donanmışlıktır”[13]) bana kalırsa, Deleuze felsefesinde hayvana aptal olma hakkının tanınabileceği bir alan atfedilmiştir. Fakat bu alan “bêtise”den ziyade radikal bir aptallık alanıdır ki en temel özelliği tekil biçimler üreteyim derken klişelere düşmek yerine biçim üretimini tamamiyle red etmektir. Böylelikle Derrida’nın eleştirdiği aşkınlık sorunu da kafesten atılır. Bu sorunu kafesten atmadan önce açıklamam gerekir ki Derrida’nın eleştirisi Deleuze’ün aptallığı aşkın bir kategoride değerlendirmesine yöneliktir; Deleuze’de aptallık insan ve hayvan arasında aşkın bir ayrım varsayılarak elde edilir. Öte yandan Deleuze aşkınlık sorununu, bir içkinlik düzlemi tanımlayarak kıyasıya eleştirmemiş midir? Aşikar ve örtük biçimler bir aşkınlık sorununa yol açmaktansa bu içkinlik düzleminde yer almazlar mı? Bütün bunları göz önünde bulundurarak, aşkınlık sorununun çözülebileceği yeni bir varoluş biçimini, ‘insayvan’ı sizlere sunmak istiyorum. İnsayvan, zeminsiz zemin üzerinde kendini birey-kallaştırmak ve aşkın bir kategori olarak aptallık üretme riskini göze almak yerine, bir birey-kaç anına kapılarak radikal bir aptallığın çağrısında kendi’nden geçmek, zeminsiz zeminsizlik üzerinde bir başka oluş’a, radikal-aptal-oluş’a kendini bırakmak demektir.
Bütün bunlardan sonra, Kafka’nın Kızılderilimizi havada yönsüz yüzerken bıraktığı ana geri dönerek bu konuyu daha iyi açıklayabilirim sanırım. Hatırlayacak olursanız, çifte zeminsizleştirilmenin (önce zemin, ardından at kayboluyor) ardından, sürücünün hareketi eşgüdümsüz, ön ya da arka planı olmayan, atopolojik bir yayılma biçimine, dahası biçimi iplemeyen bir önsüzcephede görünmez bir akışa dönüşüyordu. Zeminsiz zeminsizleşmeden sonra Kızılderilinin varolup varolmadığına dair elimizde hiç bir ipucu olmadığına göre, diyebilirim ki bu noktada birey-kaç’ı var eden bütün koşullar mucizevi bir şekilde kendilerini belli edeceklerdir. Deleuze ve Guattari’den öğrendiğim kadarıyla birey-kaç durumu hiç bir şeyin yapısı olmayıp, her türlü varlıkbilim öncesi, toplumsal öncesi, söylemsel öncesi varoluş biçimlerini dışlar; arzu üretimi değil, arzunun ta kendisidir; tam anlamıyla makinamsı olup organsız gövdeye çağrıdır; bütün parçalar içkinlik düzlemine emilerek her türlü aşkınlık düşüncesini kısa devreye uğratırlar. Ya da birey-kaç biyolojik olmayan biyolojidir. Nesnesini kaybetmiş bir çalışma alanı. Birey-kaçlar benliğin içsel hallerine sağırdırlar; burda ne özgürlük, ne arzu, ne irade, ne amaç ne de aptallık ve biçim dert edilir; biçim derdinin yokluğunda radikal bir aptallık her birey-kaç – insayvan – tarafından kucaklanır.
Kuşkusuz ben ve siz arasındaki en temel ayrım, bir yanda sizin aptallığınız ve radikal aptallık, öte yanda kimlik ve fıtrat ayrımından kaynaklanıyor; ikisinin arasındaysa özgürlük sorunu duruyor. Yoksa siyaset ve siyasal mı desem? Neyse, çok fazla uzatmadan, iyisi mi ben artık raporumu sonlandırayım: sizlere bu ayrımların yertsiz-yurtsuzlaştırıldığı, insan ve hayvanın radikal-aptal-oluş’ta buluşarak insayvanı yarattığı o durumdan bahsedeyim.
Hikayem akademiye yazılan ilk rapordaki gorilinkine benzese de ben Haziran 2013 Gezi Park’ından gelen bir gorilim. Bu Haziran boyunca Park’ta olan şeyin, siyasal olanın, AKP faşizminde vuku bulan Türk devlet makinasının baskıcı siyaset’ine başkaldırısı olduğunu söyleyebilirim. Parkta ve Taksim meydanında onbinlerce insan biraraya gelerek, islamcı kapitalizm altında birey-kal klişelerinden başka hiç bir şey üretmemiş AKP ve tüm diğer öncüllerinin yok etme/silme/belleksizleştirme “siyaset”i karşısında, zeminsiz zeminsizlik üzerinde birey-kaçlaştı. İnsanların yanısıra, gaz bombaları, toma suları, despotun devlet terörü altında acı çeken, can veren hayvanlar (ki kayıt dışı kaldılar), taşlar, ağaçlar – herkes, her şey ordaydı. İnsanlar dışında bütün canlıların yaşama güdüsü (élan vital) tarafından belirlenen imgesel bir partisi vardır; ama bizim hepimizi orda hemhal eden, zeminsiz bir zeminsizlik üzerinde sonsuz birey-kaçlıkla insayvanlaştıran vazgeçme güdüsü (instinct d’abandon) bazında oluşturduğumuz bir imgesel partiydi. Tiqqun, bu ilkini “Bu Bir Program Değildir”de[14] çok iyi açıklamıştı. Fakat Gezi Park’ında imgesel partinin başına gelen şey, biçim/biçimsiz ayrımından vazgeçmenin oluşturduğu bir rezonanstı: yani, ne biçim ne de biçimsizliğin işgal edilebildiği bu durum Gezi’yi dünyadaki diğer “occupy” hareketlerinden ayırıyordu. Birey-kaçlaşma her bakıma işliyor ve siyasal olanın kudreti böylesi bir zeminsiz zeminsizleşmeden yükseliyordu. Aptallığı aşikar olan baskı yapıları, biçim/biçimsiz ikileminin yokluğu karşısında ne yapacağını şaşırıp tomalardan su sıkmak ve gaz bombaları atmak klişelerinden başka bir şey yapamıyorlardı. Biçimi ve biçimsizi red eden, kendilerini sürekli birey-kaçlaştıran barışçıl göstericilerin radikal aptallığı karşısında ürkmüş, dehşete düşmüş ve sırılsıklam aptallaşmışlardı. Gezi Park’ında olan şey insayvansıya, sonsuz birey-kaçlaşmaya, aptallıktan radikal-aptal-oluş’a geçişe çıkarılmış bir davetiyeydi.
Raporumun yazıldığı şu an itibariyle, Kızılderilinin imgesi, gösteren ve gösterileni olmayan, kafamızda görünür olmadan kalabilen bir imge olduğu sürece birey-kaçlaşma devam edecek.
İkna oldunuz mu?
Birlikte “oluş”a geçebilecek miyiz?
Aptallığınızdan vazgeçebilecek misiniz?
İnsayvanın radikal aptallığına ulaşabilecek misiniz?
Lütfen.
#direnparçaptal
NOTLAR
[1] Bu yazının daha uzun bir halinin Fransızcası, kurucusu Deleuze ve Guattari olan Revue Chimères’de ("Cutupidité: Devenir-Radicalement-Stupide", No:81, Şubat 2014 Paris) ve Express’de (No 137, Eylül 2013 İstanbul) yayınlanmıştır
[2] Franz Kafka, “A Report to An Academy”, Collected Stories, New York: Everyman’s Library, 1993, s. 204.
[3] Sürrealist zoolog Roger Caillois, Pierre Janet’den ödünç aldığı bu terimi uzamın içine kaybolma arzusu olarak tanımlar. Caillois, “Mimicry and Legendary Psychasthenia”, The Edge of Surrealism, Duke University Press, Durham and London: 2003.
[4] Daha sonra da karşınıza çıkacağı gibi “birey-kal” ve “birey-kaç” sözcüklerini “individuation” ve “dividuation” sözcüklerinin karşılığı olarak kullandık. “Individuation” sözcüğünün bölünemezlik; “dividuation”unsa bölünebilirlikle ilişkisi olduğunu hatırlatmak isteriz. Sınırlı, nihai bir noktası olan bölünme karşısında sonsuz bölünme!
[5] Franz Kafka, “A Report to An Academy”, Collected Stories, s. 204.
[6] Collected Stories, s. 204.
[7] Orjinal goril dilinde: “humanimal”.
[8] Franz Kafka, “The Wish to be a Red Indian”, Collected Stories, s.20.
[9] Gilles Deleuze, Difference and Repetition, London and New York: Continuum, 2001.
[10] Gilles Deleuze, The Logic of Sense, London: Continuum, 2003, ss.158-9.
[11] Difference and Repetition, s.150-52.
[12] Jacques Derrida, “The Transcendental “Stupidity of Man” (Bêtise) of Man and the Becoming-Animal According to Deleuze”, Derrida, Deleuze, Psychoanalysis, ed. Gabriele Schwab, New York: Columbia University Press, 2007, ss. 50-51.
[13] Derrida, Deleuze, Psychoanalysis, s. 57.
[14] Tiqqun, This Is Not a Program, tr. Joshua David Jordan, Los Angeles: Semiotext(e), 2011.