Barlas Özarıkça’nın yeniden basılan romanı Ters Adam da edebiyatın zamansızlığının iyi bir örneği. Ancak Ters Adam ‘ın bir farkı daha var. Zamansızlığını ve bunun getirdiği ‘kalıcı’ lığını sadece insanı ontolojik bir mesele haline getirip ele almasına borçlu değil aynı zamanda dili yeniden yapılandırmasına da borçlu.
İyi müzik gibi iyi edebiyatın da zamanı yok. İnsana dair hiçbir şey anlatılmaya değerliliğini kaybetmiyor. Bu noktada; odağına insanı, onun varlık sorununu taşıyan romanların zamansızlığını kabul edebilir hatta biraz da amiyane tabirle raf ömürleri olmadığını söyleyebiliriz. Barlas Özarıkça’nın yeniden basılan romanı Ters Adam da edebiyatın zamansızlığının iyi bir örneği. Ancak Ters Adam ‘ın bir farkı daha var. Zamansızlığını ve bunun getirdiği ‘kalıcı’ lığını sadece insanı ontolojik bir mesele haline getirip ele almasına borçlu değil aynı zamanda dili yeniden yapılandırmasına da borçlu.
Ters Adam edebiyatın sadece anlatı değil bir dil meselesi olduğunu da gösteriyor. Ters Adam rasyonel ve düzenli, burjuva konformist hayatına başka türlü bir düzensizlik katmak isteyen bir adamın metinler ve de karakterler arası hikâyesi. Metinler; çünkü anlatıda günlük, roman, mektup, marş ve kısa film olmak üzere değişik biçimlere rastlamak mümkün. Karakterler; çünkü tek bir karakterle başlanan hikâye anlatı boyunca farklı karakterlerle bölünüyor da bölünüyor ta ki başlanan nokta dahi unutuluncaya kadar.
Kitaptaki anlatı her ne kadar tek bir karakterden yola çıksa da yolda değişiyor, dönüşüyor, yıkılıyor ve tekrar bir araya geliyor. Burada metnin bir çeşit geçirgen ve çok boyutlu üslubunu postmodern edebiyatın emareleri sayılan dil şüpheciliği ve anlatılabilirliğe olan itimatsızlık ile açıklamak mümkün. İşte tam da bu tutum Özarıkça’ya yeni bir dil yaratabilme imkânı veriyor. Mesela Fahri Özben’in anlatmaya başladığı hikâye keskin bir dönemeçle kesilip Fahri Efendi’nin dilinden yeni bir söyleyişle devam ediyor. Sanki birinin anlattığına itimat edilmiyormuş da bir de ötekinin ağzından duyulmak istenir gibi… Üstelik böyle keskin ayrımlar sadece karakter değişimi sırasında değil tür değişimi sırasında da var. Örneğin, Tarık’ın anısı birden yarıda kesilip kısa film senaryosuna dönüşüyor. Anlatı sırasındaki değişimlerin şöyle bir katkısı var: Yazarın, karakterin ve hikâyenin otoritesi yerle bir oluyor. Dildeki bu bozum hiyerarşiyi ortadan kaldırıyor. Tıpkı Artaud’nun yeni bir dil yaratabilmek için kelimelerin gücünden vazgeçmeyi zorunlu görmesi gibi, Özarıkça da tek karakterin, tek türün gücünden vazgeçiyor; yerine metinler ve de karakterler arası yeni bir dilde şenlikli bir anlatı kuruyor.
Gelelim kitabın sorunlu kısmına…
Ters Adam’ ın yeniden basılmasına ön ayak olan, kitabın editörü Ahmet Ergenç; Ters Adam’ ın Oğuz Atay, Yusuf Atılgan ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinin arasında bir yerde durduğunu söylüyor. Bu üç ismin de edebi dehasına şüphe yok ama iş kitaplarındaki kadın temsiline gelince, üçünün de sınıfta kaldığını söylememiz gerek.
Ne yazık ki Özarıkça da onlardan çok farklı değil. Yani iyi bir yazar olmak toplumsal cinsiyetin ataerkil rollerinden sıyrılmış olmak anlamına gelmiyor. Ters Adam’da insanın, onun varlık sorununun sınandığı mekânlardan biri de genelev. Burada kadın temsili açısından sıkıntılı olan nokta mekândan ziyade erkek karakterlerin varoluş sancılarını bile toplumsal cinsiyetin dayattığı kadın rolleri üzerinden çekmeleri. Burjuva sınıfının konformist ahlakı eleştirilirken her ne hikmetse bu sırada sınanan kadın bedeni oluyor. (Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet Benol’un da benzer bir genelev sahnesi vardı) Ayrıca Özarıkça’da dil, iktidarı her ne hikmetse sadece erkekler için kırıyor. O şenlikli hal, metin çeşitliliği; erkeklere sınırsız haklar verirken, kadınlar dışlanıp oyuna dâhil edilmiyor.
Son olarak şunu diyelim, Ters Adam modern Türkiye edebiyatının arada kalmış yüzü, kayıp halkası. Bu açıdan Atay’ı da Atılgan’ı da Tanpınar’ı da daha iyi anlamak için Ters Adam’ ı okumamız gerektiğini düşünüyorum. Hatta biraz daha ileri gidip Ters Adam’ın dâhil edilmediği modern Türkiye edebiyatının hep eksik bir tarafının olacağını da söyleyebilirim. Neticede, Fahri Özben ‘tutunamamış’ hatta biraz da zorlarsak ‘enstitülü’ bir ters adam. O yüzden; iyi ki Ahmet Ergenç onu yeniden gün yüzüne çıkartmış, Encore yayınları da yeniden basmış. Ha bir de bir an önce Özarıkça’nın yolda olan kitabı Kaçkınlar Kahvehanesi’ ni bekliyoruz. Encore’a duyulur!