A password will be e-mailed to you.

Politika, insan bilimleri, medya, enformatik, kent planlaması, ekonomi, internet ve hukuk, kültür ve sanat konularında kaleme aldığı çeşitli makaleleriyle tanıdığımız, “E-Devlet, E-Demokrasi ve Türkiye” (2003) ve “Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz” (2011) adlı kitaplarının yazarı akademisyen eleştirmen Özgür Uçkan’ı kaybettik. Uçkan’ı ressam Timur Çelik için yazdığı bir yazısıyla uğurluyoruz.

 Timur Çelik, büyük boyutlu, hiper-gerçek portreleriyle tanınıyor. Portrelerindeki yüzler, gerçekliklerinin hiper algısıyla yakınlaşırken, pas, asfalt ve diğer şehir renklerinin oyunuyla içine çekildiğimiz birer kuyu gibi derinleşiyor. Bu yüzler birer eşik: bakışınız o eşikten içeriye, bir insanın, herhangi bir insanın derinliklerine adım atarken, yüz kendi içinden size bakıyor, sizinle konuşuyor… Timur Çelik’in resimleri birer eşik. Algı eşiğinin altında ve üstünde titreşerek bakışımızın menziline giren hakikatin eşiği. “Ruh algısı”… Büyük boyut, sadece işlerin boyutlarıyla ilgili değil; her durumda tuvaldeki boyutlar büyüyor: Çünkü her şey yakın-plan ve bu, bakışın menzilini yakınlaştırıyor, bakışı yavaşlatıp derinleştiriyor, algıya nüfuz etme gücü veriyor. Bu resimlere “hiper-gerçek”ten çok “hiper algı eşikleri” demek daha doğru olur. Gerçekliğin derinliği ancak derinlemesine bir algıyla kavranabilir çünkü. Algılanan, ruh gerçekliği…

Bakışımızın artık kaybetmeye yüz tuttuğu bir yetenek, gözün sezme, hissetme ve düşünme yeteneği… Maurice Merleau-Ponty, “bütün gördüklerim ilke olarak ulaşabileceğim bir yerdedir, hiç değilse bakışımın ulaşabileceği bir yerde, ‘yapabilirim’in haritasında saptanmış olarak” der; ve ekler:

“Resim, görüşün kendisi olan bir sayıklamayı uyandırır, en yüksek gücünü verir ona, değil mi ki görmek uzaktan sahip olmaktır ve resim bu garip sahip oluşu Varlık’ın bütün yönlerine yaymaktadır.” (Göz ve Tin, Metis, 1996, 33, 38-39)

Merleau-Ponty’nin dikkat çektiği bakış ve erişim ilişkisi, yani görünür olanın haritasında bakışın varlığa sahip olma, nüfuz etme imkanlarının zenginliği, giderek köreliyor. Hızlı bir dünyada yaşıyoruz. Aslında her şeyin giderek daha da hızlandığı bu dünyaya, “hız-dünya” desek yeridir.

Paul Virilio’nun “hız mantığı” (dromologie) adını verdiği bir bilim ve teknolojinin egemenliğinde, zaman ve mekan algımızı sezdirmeden dönüştüren bir dünya bu. Akışın, hareketin ve hızın dünyası.

“En temel özgürlüğün, hareket özgürlüğü olduğu söylenir hep. Doğru, ama hız özgürlüğü değil. Aşırı hızlı gittiğinde kendinden tamamen soyulursun, tümüyle yabancılaşmış bir hale gelirsin. Bir hareket diktatörlüğünden söz edilebilir… Hareket özgürlüğünden hareketin tiranlığına geçiyoruz…” (Paul Virilio & Sylvère Lotringer, Pure War, Semiotext(e), 1997, 74).

İşte böyle bir dünyada, bakışın kendi zaman ve mekanı içinde “durup”, “süre” içinde hareket ederek, yani hareketin hareketine (hıza) teslim olmadan kendi hareket özgürlüğü içerisinde yavaşlayarak yüzeyin ardına, derinliğe nüfuz etmesi, varlığı çeşitliliği içinde kavraması giderek zorlaşıyor. Resmin kendine özgü zaman-mekanı bu imkanlar haritasının hala hayat bulduğu ender boyutlardan biri.

Timur Çelik’in, ifadesi yüzde, yüzeyde değil, yüz eşiğinin ardında yatan portrelerinde olsun, insansız yalnızlığının sisinde tekinsizliğini ifade eden kenar mahalle peyzajlarında olsun, kendisini algıya açan bir ruh var. Bakışınız bu eşikte adımlarını tecrübe ediyor ve içeriye, derinliğe giriyor. Takınabilecekleri ifadelerden geniş zamanda yakalanarak arınmış yüzlerin pasında, yalnız sokakların pusunda, yılkıya çıkmış bir polis atının bezginliğinde, bir ampulün aynasından yansıyan mekanın durağan anında, bu resimlerin eşiğinden geçmeden yakalanamayacak bir ruh var. Bu ruh, “Varlık’ın bütün yönlerine” nüfuz edebilecek bir bakışla yakalanabilir ancak ve Timur Çelik’in resimleri bakışı ruha sahip olmaya kışkırtıyor.

Görüş düşüncedir. Beden tarafından bakışımızın hareketi içinde düşünmeye itiliriz ve düşünceye genellikle imgelerin eşlik etmesi bu yüzdendir. Görüş düşüncesi, “rasyonalist” ve Kartezyen olmayan, yani duygu, sezgi ve algı üzerinde tiranlık kurmayan, tersine onlarla birlikte “çalışan” bir düşüncedir.

Resim, ışığın, rengin, dokunun, boya katmanlarının ve elbette resmeden bedenin hareketine tutunarak yüzeyin ardındaki derinliğe açılabilen bir bakış düşüncesini mümkün kılar. Resim, aslında bir şeyi “resmetmez”, temsil ettiği bir şey yoktur. Resim, başka türlü orada olamayacak bir şeyi var eder.

Timur Çelik’in resimlerinin ruh zamanında yakalanan yüzler, sokaklar, canlılar, cansızlar, ancak o resimlere bakarken görüşe, yani düşünceye, duyguya, sezgiye ve algıya hakikatini açan varlıklar. Bu varlıkların bir Berlin havasıyla kuşatılması ise boşuna değil. Karl Krauss, geçen yüzyıl döngüsünün Viyana’sı için “dekadans şehri” derdi. Berlin ise bu yüzyıl döngüsünün “dekadanssonrası şehri”. Duvarıyla da duvarsızlığıyla da bu yüzyılın sınırlarını insanlığın belleğine çizen bir ütopya, bir distopya, bir “no-mans-land”…

Sanat her zaman en temel bilme biçimlerinden biri olmuştur. Bu resimlere bakarken kavradığımız ise bir ruh gerçekliği. Acılı, korkmuş, umutsuz, zeki, ironik, hin, kıvrak, bezgin, tekinsiz, sisli, değişken, derin, yalnız, kalabalık, yakın, uzak, ama canlı, gerçek ruhlar…

Orada, “bakışınızın ‘yapabilirim’ haritasında” sizi bekliyorlar…

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 04:10:20