Son aylarda iki muhteşem kitap okudum: Bir de, bu iki muhteşem kitabın diyeti olarak, çok berbat bir kitapla karşılaştım. İkiye bir, eh gene de oldukça adaletli sayılabilir, hele bu dünyada kötünün iyiden daha fazla yer tuttuğu düşünülürse.
Muhteşem dediğim kitaplardan ilki, Yapı Kredi yayınlarından çıkalı daha bir hafta bile olmayan, Alman Romantik şair Heinrich Heine’nin Romatizm üzerine isabetli tespitlerde bulunduğu Romantizm Okulu adlı kitap. Diğeri ise Metis Yayınları arasından birkaç ay önce çıkmış olan, Jean Amery’nin Suç ve Kefaretin Ötesinde: Alt Edilmişliğin Üstesinden Gelme Denemeleri adlı kitabı. Her ikisi de yazarlarının içten duyarlıklarının, okura nüfuz edebilme yeteneklerinin, kendilerini en şiddetli yalınlıkta ve doğrudanlıkta ifade etme güçlerinin yansıması adeta. Kitabı okuyunca ünlü Alman Romantik şair Heine’nin, sadece şiirde değil, ama düzyazıda da kıvrak bir üsluba, yumuşak bir akışa, insanı saran bir havaya ve insanı hayrete düşüren bir ifade gücüne ve hatta dil lezzetine sahip olduğunu gördüm, ki bu kitap bilebildiğim kadarıyla şairin Türkçedeki ilk düzyazı kitabı. (Şiirleri daha önce Behçet Necatigil çevirisiyle ülkemizde yayımlanmıştı.)
Heine, ilk bakışta akademik, zorlayıcı ve kuru bir dille yazılmış olması gerektiğini düşündüren bir konuyu, ancak gerçek bir şairin üstesinden gelebileceği bir kıvraklık, yumuşaklık, ahenk, vazıh bir bakış açısı, derin bir kavrayış gücü ve yüreğinin keskin ışıltısıyla yazıyor. Her satırında, ne muhteşem bir kitap bu, diyerek okudum kitabı. İnsanda bir kitap okuduğu hissinden çok, karşılıklı bir söyleşi içinde olduğu hissini uyandıran, yazarın okuruyla arasına bir uzaklık değil, ama şık bir mesafe koyduğu duygusu ve rahatlığı yaşıyor. Öncelikle entelektüel bilmişliğinin o soğuk ve rahatsız edici havasından eser yok; aksine bilgece bir yalınlığın ve kavrayış gücünün, insanın içini ısıtan yumuşak sıcaklığı ve akışkanlığı var. Üstelik şefkatli bir zekânın nadir bulunan örneklerinden biri.
Okuduğum diğer gerçekten de muhteşem, muhteşem olduğu kadar sarsıcı kitap Jean Amery’nin kitabıydı. (Beş ay kadar oldu okuyalı.) Ki Amery, kendisine Fransız ismi koymuş, ama aslında Yahudi olan bir yazar. Yazar ama yazarlığı entelektüel bir uğraşın sonucu değil, Nazilerin Yahudileri kapattığı toplama kamplarında bizzat yaşadığı tanıklığın sonucu. Nazilerin soykırıma uğrattığı, dünyanın yüzünden kazımaya çalıştığı Yahudilerden biri olarak, toplama kampından sağ kurtulmasından yıllar sonra yazdığı bu kitapta Yahudi olmak ve Yahudi kimliğinden asla kurtulamamak üzerine yazıyor. Diyor ki Amery: Yahudi olan bir insan asla Yahudiliğinden kurtulamaz. Tarih boyunca hep günah keçisi olarak görülen, dışlanan Yahudilere mensup biri olmanın zorlayıcı hakikatiyle karşı karşıya olmak ne demektir onu anlatıyor Amery. Böyle çarpıcı, dürüst yazılmış çok az kitapla karşılaşmıştım. Ve kitabı okurken yazarın kitabı entelektüel bir ürün olarak değil, bir tür itirafname olarak, bizlere yöneltilmiş bir “Bizi anlayın” çağrısı olarak okudum ve yazarın ne büyük bir çıkmaz, ne korkunç bir ruh hali içinde olduğunu iliklerime kadar hissettim. Bu kitabın en önemli özelliğinin dürüstlüğü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
İki iyi kitaba karşılık, bir kötü kitapla karşılaşmış olmak o kadar da büyük talihsizlik sayılmaz demiştim; ki ben, kötü kitabı, daha okumadan, gözünden tanımakla övünmüşümdür çoğu zaman. Avustralyalı yazar John Armstrong’un Sel Yayınlarından Nietzsche’den Hayat Dersleri kitabının da, şöyle bir karıştırdığımda piyasa işi, kötü bir eser olduğunu anlamıştım, ama bazen kötü bir şey okumak, iyi bir şey okumaktan daha çok şey öğretebilir insana, daha fazla şey düşündürebilir. Bu da öyle bir kitap: Zaten Avustralya sığlığından sığ bir kitap çıkmış olması hiç de şaşırtıcı değil. En kestirmeden şunu söyleyebilirim. Felsefî bir kişisel gelişim kitabı bu. Daha doğrusu Nietzsche’yi günümüz kapitalist sistemine uyarlayan bir kişisel gelişim kitabı. Okura nasıl bir hayat yaşaması gerektiğini öğütlerken (tam anlamıyla öğütlerken) felsefenin en yabani filozofu Nietzsche’nin görüşlerinin, o yürek parçalayıcı alıntılar eşliğinde nasıl da acımasızca talan edildiğini görmek gerçekten de yürek paralayıcı. İnsan şöyle düşünmeden edemiyor: Bu hallere de mi düşecektin zavallı Nietzsche!
Sel Yayınlarına da birkaç söz: Son bir iki yıldır olağanüstü bir performans sergilemiş olan Sel Yayınlarının böylesine soysuz bir ticarî işe yeltenmesini hem okura karşı büyük bir saygısızlık, hem de kendine karşı büyük bir haksızlık olarak görüyorum. Yazık!