A password will be e-mailed to you.

Türker Süer, Köln doğumlu ve hâlâ Almanya’da yaşayan bir yönetmen. Reklam yazarlığı, prodüksiyon ve reji asistanlığı yaptıktan sonra “Gelmiş Geçmiş En İyi Baba” (Dem Besten aller Väter, 2010) ve “Kardeşler” (Brüder, 2012) isimli kısa metrajları yönetti. İlk uzun metrajlı çalışması olan Gecenin Kıyısı” ise uluslararası prömiyerini Venedik Orizzonti Extra‘da, Kuzey Amerika prömiyerini de Toronto Uluslararası Film Festivali‘nde yaptı.

Ben de filmi Türkiye’deki seyircisiyle buluştuğu 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde izledim; Yılmaz Güney Ödülüyle birlikte En İyi Kurgu (Reiner Nigrelli) ve En İyi Erkek Oyuncu (Ahmet Rıfat Şungar) ödüllerini kazanan yapım, eksik bulduğum yerlerine rağmen benim için festival seçkisinin favorisiydi.

Bu hafta itibarıyla vizyondaki yerini alan “Gecenin Kıyısı”, Sinan ve Kenan adlı iki subay kardeşe ve aralarındaki çatışmaya odaklanıyor. Yakın siyasi tarihimizdeki 15 Temmuz darbe girişimi etrafında şekillenen film, Ergenekon ve Balyoz davalarına da gönderme yapıyor ama ne o geceyi ne de o davaları sorguluyor. Maksat “Bunlar yaşanırken nasıl insan olunur?”, bunun cevabını bulabilmek.

Film, askerlik mevhumunun tam anlamıyla emir-komuta zincirine bağlı olarak işlediğini gösteren bir sahneyle başlıyor. Askerlik yapanın da yapmayanın da iyi bildiği “askerlikte sorgulama olmaz, söylenen yapılır” düsturunu işaret eden böyle bir açılış, temel çıkış noktasını oluştururken; hikâye ilerledikçe bunun aksini ispatlar hâle gelecek olmasının ve bir dönüşümün zeminini hazırlar.

Sinan  – Ahmet Rıfat Şungar

Bir tarafta yeterince ciddi olan böyle bir mesleği daha da ciddiye alan ve her görevini eksiksiz bir şekilde yerine getiren “iyi asker” Sinan (Ahmet Rıfat Şungar), diğer tarafta daha asi bir portre çizen ve sorgulama yetisini yitirmemiş bir asker olan ağabeyi Kenan (Berk Hakman) var. Kenan, üst rütbede olan birini yaraladıktan sonra ülkeyi terk ederken yakalanmakla suçlandığı için askeri mahkemeye sevk edilir. Onuaskeri mahkemeye teslim etme ve ekibi komuta etme görevi de kardeşi Sinan’a verilir.

Kenan – Berk Hakman

Bu Yolculukta Kardeşler Bir Karar Vermek Zorunda

Filmin aynı zamanda senaryosunu da yazan Türker Süer, direkt olarak bir politik film anlatma yoluna gitmemiş. Evet, filmde politik bir atmosfer hakim ancak Süer, darbe gecesini anlatan bir film yapmaktan ziyade, böylesine sarsıcı ve kaotik bir zaman diliminde farklı kumaşa sahip aynı ailenin bireylerinin prensiplerini, psikolojilerini ve aralarındaki kardeşlik bağını irdelemeyi hedeflemiş. 2016’da yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişimi gecesini, dramatik açıdan bir dayanak olarak anlatısının zeminine yerleştirmiş.

Dededen ve babadan asker olan Sinan ve Kenan kardeşlerin yolları, babalarının trajik ölümünün ardından ayrı düşmüştür. Orduya sadakatini, asker babası aleyhine tanıklık ederek kanıtlamış olan genç subay Sinan’dan, ne suç işlediğini bilmediği, kendisi gibi subay olan ağabeyi Kenan’ı, ifadesi alınmak üzere otomobille İstanbul’dan Malatya’ya götürmesi istendiğinde, bu yolculuğun uzun ve sarsıcı bir gece olacağını ve ağır bir sınavla karşı karşıya olduklarını henüz ikisi de bilmemektedir.   

Yakın siyasi tarihimizin kırılma noktalarından biri olan 15 Temmuz darbe girişimini konu edinen “15/07 Şafak Vakti”, “Börü” gibi sinemaya; “İtiraf”, “Yirmisekiz” gibi TV’ye çekilen filmler yapıldı. Ancak “Gecenin Kıyısı”,darbenin kimlerce yapıldığı, nasıl geliştiği, o gece ya da daha sonrasında neler olduğu üzerine değil; tam da darbenin gerçekleştiği bir gecede çıkılan bir yolculukta yaşanan kargaşaya, sadakati ve inançları sorgulamaya dair. Dolayısıyla 15 Temmuz 2016 gecesine gidecek olursak, tam bir kaos ortamının hakim olduğunu hepimiz hatırlıyoruzdur. Duyduğumuz hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış olduğuna ve kimin ne dediğine, hatta ne olduğuna dair bir fikrimiz dahi yoktu. Sinan ve Kenan kardeşler de yoldayken darbe gerçekleştiği için bu kaostan nasibini alıyor. Yani karakterler öncesinde darbenin meydana geleceğine dair herhangi bir bilgiye sahip değil, seyirci de onlarla birlikte haberdar olunca merak ve şok etkisi ikiye katlanıyor. Sinan da Kenan da kime ve neye güveneceklerini bilemiyor.

Bu sahnelerin siyasi gerilim atmosferi oldukça başarılı. Darbe girişimi olduğunda herkesin birbirinden şüphelenmesi, sonrasında itibar suikastı yapılan babalarının intiharının konuşulması gerilimi epey büyüten noktalar. Filmin temas ettiği meseleler aslında çok mühim ama anlatısının biraz zayıf kaldığını söyleyebilirim, “Gecenin Kıyısı” suya sabuna dokunmaya çok da gönlü olmayan bir film çünkü.

Geç Gelen İdrak

Sinan karakteri çok iyi yazılmış ve işlenmiş bir karakter, Kenan karakteri de keza. Ancak Sinan hem filmin başlangıcı, hem ilerleteni hem de yönetmenin, seyircinin takip etmesini istediği anlatının odak figürü. Emirleri sorgulamayan, söylenene dair hiçbir şekilde şüphe duymayan, çok keskin ve sert bir asker ki bunlar ona yine asker olan babasından yadigar. İsmi verilmese de anladığımız kadarıyla Ergenekon Davası sebebiyle uydurma delillerle suçlanan babasına atfedilen CD’nin içeriğini de hiç sorgulamamış. Kenan’la ayrıştıkları nokta da bu. Burada yönetmen seyirciye, “Sen de Sinan gibisin, sorgusuz sualsiz her şeye inanıyorsun.” diyor ve kendimizle yüzleşmemizi istiyor muhtemelen.

Malatya’ya yapılan yolculuk darbenin gerçekleştiği andan itibaren Sinan’ın idrak yolculuğuna evrilmeye de başlıyor. Kaosun getirdiği sorgulama ve geceden sabaha varış… Askeri kariyerini bu kadar önemseyen bir asker için kullanıldığını ve kapalı  kapılar ardında her şeyin bambaşka olduğunu idrak ettiği bir aydınlanma gerçekleşiyor.

O gece yola daha fazla devam etmeyip sığındıkları kışlada dikkatimi çeken şey buradaki sakinlik oldu. Sonrasındaki otogar sahnesi de şaşırtıcıydı, çünkü memleket böylesi bir karışıklık yaşarken, kaçma girişimlerinin yaşanacağı bilinirken, bir otobüs terminalinin süt liman hali, ortalıkta hiç asker olmayışı ve üniformalı 2 askerin karşısına tepkisiz, her şey günlük rutinde normal ilerliyormuş gibi davranan bilet satıcısının konulması iyi çalışılmamış mizansenler ve detaylar olarak zihnimde kaldı.

Teknik yönüyle değerlendirdiğimdeyse beni heyecanlandıran ve çabasını takdir ettiğim bir film “Gecenin Kıyısı”. Sinemamızda bu çabayı gösteren filmleri daha çok görürüz umarım. Filmden paylaştığım yukarıdaki kadraja dikkatle bakarsanız kadrajın dört bir köşesinde siyah çapak görürsünüz. İlk fark ettiğim an perdede bir leke var sandım ama film böyle ilerleyince bunun, kullanılan lensle alakalı bir durum olduğunu anladım. Öğrendiğime göre filmin görüntü yönetmeni Matteo Cocco çok eski bir lens kullanmış. Boşluklu ve yer yer deforme de olan kadrajlar, alt açılı planlar, önde büyüyen kafa ölçek planlar öyle tekinsiz ve gerilimli bir atmosfer kuruyor ki doku olarak seyirciyi hemen etkisine alıyor. Bu etkiyi büyüten unsurlardan biri Ozan Tekin imzalı müzikleri. Buna Jan Petzold imzalı ses tasarımını da eklemeden geçmemek lazım.

Elbette Ahmet Rıfat Şungar ile Berk Hakman isimleri yan yana gelir de merak edilmez mi! Her ikisi de sinemamızın pırlanta oyuncuları ve performanslarıyla filmi çok yükseltiyorlar. Berk Hakman gibi yetenekli bir oyuncuyu beyazperdede izleyebileceğimiz filmlere maalesef çok nadiren rastlıyoruz, bu sebeple “Gecenin Kıyısı” bu anlamda da ayrıca keyifle izlediğim bir film oldu.

“Gecenin Kıyısı” hem bağımsız hem de ana akım sinema kodlarını içeren, taraf değilmiş gibi gözükse de en azından hakim ideolojinin yanında saf tutmayarak tarafını seçen, tekniği ve oyunculuk performanslarıyla öne çıkan ve bu anlamda da seyirciyi fazlasıyla tatmin edeceğini düşündüğüm iyi bir film.

İyi seyirler.

Daha fazla yazı yok
2025-03-22 08:02:56