A password will be e-mailed to you.

Todd Haynes başkanlığındaki 75. Berlin Film Festivali jürisi Altın Ayı’yı Norveç yapımı, Dag Johan Haugerud imzalı Dreams (Sex Love)’a değer gördü. 11-22 Nisan 2025 tarihleri arasında düzenlenecek olan 44. İstanbul Film Festivali’nde Norveç sineması programı kapsamında gösterilecek olan filmin yönetmeni de İstanbul’a konuk olacak.

Aralıksız monolog ve diyalog

Bilinçli olarak yumuşatılmış ya da bilinçaltından gelen bir feminist ve/veya bağımsız, çağdaş kadın zihniyeti aşağılamasını duygusal ve mizah içeren bir metnin, şiirsel bir biçemin, “hiçbir şey siyah-beyaz değil” savının arkasına saklayan çok film izliyoruz. Kadınların ilişkilerine, bedenlerine, mesleklerine, tarzlarına, seçimlerine, ataerkil toplumun normlarına hiç aldırmadan yaşamalarına tepkili yönetmenler, pek kadın yanlısı ve kadın canlısı görünen filmler çekiyor ve onları içtenlikle savunuyor. Dünyanın En Kötü İnsanı’ndan sonra Norveç’ten bir erkek yönetmen daha pek duyarlı ve duygusal bir senaryoda kadın kahraman odaklı, anne-kız ilişkilerine eleştirel yaklaşan, içinde feminizm öcüsüne şakayla haddini bildiren bir sahne içeren bir filmle başarıyı yakaladı. Tıpkı Cannes’da Altın Palmiye kazanan ve aşk üzerine küçük bir film izlenimi veren Anora gibi Drömmer de enine boyuna tartışılmasında ve kameranın arkasındaki erkek gözüyle bakışın bütün belirtilerinin tespit edilmesinde yarar var. Yarışmadaki FIPRESCI Ödülü’nü de çünkü…

Drømmer | Dreams (Sex Love) by Dag Johan Haugerud

Dag Johan Haugerud imzalı Drömmer (Hayaller) etkilenenlerin sayısal çokluğunu inkâr edemeyeceğimiz ancak aşırı sözel bir film. Genç kadın kahramanı kendi konuşmadığı zaman iç sesiyle öyküsünü anlatıyor. Okuldaki bir öğretmenine aşık olması üzerine geçirdiği süreci bir metne dönüştürüyor. Şair anneannesi ve annesi bu ilişkinin gerçek niteliğini çözmeye çalışıyor. Johanna istismar mı edildi yoksa öğretmeninin bedenini detaylarıyla tarif etmesi hayalgücü mü diye tartışıyorlar. Metni de pek edebi buluyorlar. Anneanne ve annesinin Johanna’nın metnini ne kadar abartıyorsa Drömmer de sinema dünyası tarafından o kadar abartılıyor, yine Anora misali. Biraz mizah biraz eğlence biraz aşk olan ve izleyeni hafifleten filmlerin cazibesi bu…

Baştan sonra aralıksız monolog ve diyalog dinlediğimiz, Johanna’nın sesinin kulaklarımızdan zihinlerimize işlediği ve o konuşmadığında diğer karakterlerin uzun uzadıya konuştuğu Drömmer’in adının aksine hiçbir gizemli, sürprizli, izleyicinin hayalgücüne bırakılmış yanı yok. Değişen zamanı, değişen hassasiyetleri ve düşünce yapısını kadın karakterler üzerinden açık, net, doğrudan eleştiren Kontinental 25 dürüstlüğüyle çok daha değerli bir film. Senaryo dalında Gümüş Ayı kazandı.

Radu Jude’den kentsel dönüşüm hicvi

Rumen Yeni Dalga sinemasının genç temsilcilerinden Radu Jude bir meselesi, bir amacı, bir hedefi olan ve bunu sinema sanatıyla ifade eden bir yönetmen. 75. Berlin Film Festivali’nde vicdansızlık temasını işleyen Kontinental 25 adlı hicviyle yarışmanın da vicdanı oldu. Jude inşaat ve emlak sektörünün hırslı ve hızlı yükselişiyle sosyal devletin çöküşünü gözler önüne seriyor. Eğitimli, kültürlü, rahat geçinen orta sınıfın woke halinin de örgütlü dinlerin de çağdaş dünyanın dertlerine deva olamadığını, milliyetçilerin de nefret söylemiyle adaletsizliği katmerlendirdiğini açıkça gösteriyor.

Kontinental 25 hareketli ve sesli dinozor heykelleriyle dolu bir parkta söylene söylene atık toplayan bir adamın görüntüleriyle açılıyor. Üstü başı perişan bu adam ileri yaşına rağmen hızlı ve çevik biçimde yürüyüp etrafa atılmış pet şişe ve teneke kutuları toplarken olabilecek en sahte görünümlü dinozorlar koca ağızlarını açmış sallanıp duruyorlar. İki lokma yemek için mola verdiğinde çok renkli bir dinozor heykeli tarih öncesinden göz hakkını almak ister gibi bakıyor! Bu duruma kahkahayı basmamak olanaksız. Ancak filmin hemen başında bu karakterin trajedisi o kahkahaları boğazımıza tıkıyor:

Ion’un barındığı kazan dairesinin bulunduğu bina filme adını veren lüks bir apartmana dönüştürüleceği için icra memuru ve jandarma kapısına dayanıyor. Eşyalarını toplamak için süre isteyen Ion’un Balkan şampiyonalarında madalya kazanmış bir atlet olduğunu, ama sakatlanıp işsiz kalınca kendini içkiye verip sokağa düştüğünü öğreniyoruz. İcra memuru Orsolya ona bir yer bulması için mahkeme kararına rağmen süre tanımış, onu barınağa yerleştirmek için ikna etmeye çalışıyor, eşyalarını taşısın diye araç getirmiş…  Orsolya, çilingir ve jandarmalar kahvelerini içerken evsiz atlet filmde defalarca anlatılacak şekilde intihar ediyor.   Bir tel parçasını kalorifer peteğine bağlayıp boynuna doluyor ve olanca gücüyle tele asılıyor…

Kontinental ’25 by Radu Jude

Filmin geriye kalanı şok geçiren ve vicdan azabı çeken icra memuru Orsolya’nın yaşadıklarını anlatıyor. Filmin geçtiği Cluj kenti, tarihsel olarak Macaristan’ın egemenliğinde de kalmış olan Transilvanya bölgesinin başkenti. Orsolya’da buradaki Macar nüfusa mensup olduğu için milliyetçi yayınlar ve sosyal medyada “Macar icra memuru Rumen atleti intihar ettirdi” haberleri çıkıyor, hakaretler, küfürler sıralanıyor… Ancak Jude, Orsolya’yı yargılamadan onun derdini anlattığı herkesin kendi dünyasında olduğunu ve bu tür trajedilerin sistemi adil hale getirmeye bile yaramadığını anlatıyor. Fonda ise Orsolya’nın evinin bulunduğu Floreşti mahallesinin kentsel dönüşümünü ve genel olarak çarpık bir kentleşmenin ortaya çıkardığı manzaraları izliyoruz filmde. Her yer yüksek bloklarla dolarken insanların barınma probleminin artmasındaki çelişkiye dikkat çekiyor, Rumen yönetmen.

Jude’nin ilk uzun metrajlı filmi Dünyanın En Mutlu Kızı / Cea Mai Fericita Fata Din Lume’den bu yana tırmanmaya devam ettiği kariyerinde absürt mizah, ironi ve hiciv önemli bir yer tutuyor. Costa-Gavras ve Cristi Puiu’nun asistanlığını yapan Radu Jude’nin filmlerindeki politik atardamar da son derece güçlü. Köleliğin ve feodalitenin devam ettiği 1830 yılında Romanya’daki farklı etnisite ve dinler arasındaki düşmanlığa ve şiddete yer verdiği Aferim! ile Berlin’de En İyi Yönetmen dalında Gümüş Ayı kazandı. Kaçık Porno / Babardeală cu bucluc sau porno balamuc ise Altın Ayı’ya değer görüldü. Kontinental 25, Kaçık Porno ya da bir Rumen politikacının sözünden yola çıkarak film içinde film çektiği Tarihe Barbar Olarak Geçmek Umurumda Değil / Îmi este indiferent dacă în istorie vom intra ca barbari kadar çarpıcı değil, doğrusu. Dünyanın Sonundan Çok da Bir Şey Beklemeyin / Nu aștepta prea mult de la sfârșitul lumii gibi hem eleştirisini yerinde yapan hem kolay izlenen filmlerinden biri. Ama 75. Berlin Film Festivali yarışmasının da en iyilerinden olduğunu jüri de kabul etti.

Rose Byrne’den müthiş bir performans

2000 Venedik Film Festivali’nde yarışan Clara Law imzalı The Goddess of 1967sinemaseverlerin belleklerinde fazla iz bırakan bir film olmadı ama sinema tarihine Rose Byrne’in ödülüyle geçti. O yıl 21 yaşında olan Byrne, 17 yaşında bir karakteri canlandırdığı  performansıyla kadın oyuncu dalında Volpi Kupası kazandı. Mary Bronsteinın Sundance’te dünya prömiyerini yapan If I Had Legs, Id Kick You (Bacaklarım Olsa Seni Tekmelerdim) Rose Byrne’a Berlin’de de En İyi Başrol Performansı dalında Gümüş Ayı kazandırdı. Birbirinden güçlü oyuncuların filmlerde öne çıktığı bir festivaldi, 75. Berlinale. Ancak Rose Byrne, If I Had Legs, Id Kick You adlı filmin hemen her planında vardı ve film tamamen onun karakteri üzerine kurulmuştu.

Özel bakıma muhtaç çocuğu olan, eşi şehir dışında çalışan ve oturduğu evin banyosunun tavanı su baskınıyla çöktüğü için bir motelde kalan terapist karakterin asıl trajedisi, olay örgüsünde açık edilmiyor. Finale kadar özenle saklanan bu trajediyi önceleyen bir motif filmde yinelense de izleyiciyi gizemi tam olarak çözemeyeceği kadar bilgilendiriyor.

Rose Byrne her tür filmde rol alabilen bir oyuncu. Bağımsız sinemadaki başarısını Yıldız Savaşları ve X Men gibi bilimkurgu-aksiyonlar, Truva, Casanova ve Marie Antoinette gibi tarihi dramalar ve başta Damages olmak üzere televizyon dizilerinde de tekrarladı. Bu kez kendi kendisiyle mücadele halinde, suçluluk duyan, hemen savunmaya geçen, üstlendiği sorumlulukla ve meslek etiğiyle çelişen davranışlarda bulunan bir karakterin gelgitlerini ustalıkla canlandırıyor…

Türkiye-Almanya ödülleri

Yan bölümlerde özellikle dikkat çeken iki ödül hem Türkiye hem Almanya açısından sevindirici oldu. Uluslararası Af Örgütü Ödülü Martina Priessner’in Die Möllner Briefe (Mölln Mektupları) filmine değer görüldü. Birden fazla kere İstanbul Goethe Enstitüsü’nün Tarabya Kültür Akademisi’ne konuk sanatçı olarak seçilen ve toplam beş yıl İstanbul’da yaşayan Priessner’in bütün filmleri Türkiye’de geçiyor ya da Türkiye ile ilgili. Dünya prömiyerini Panorama Belgesel bölümünde yapan Die Möllner Briefe 1992 yılında Mölln kentinde Neo-nazilerin Arslan ailesinin yaşadığı evi kundaklayıp üç kişiyi öldürdüğü saldırıyı konu alıyor. O zaman yedi yaşında olan ve sağ kurtulan İbrahim Arslan’a ve ailesi gönderilen yüzlerce taziye ve dayanışma mektubunu ortaya çıkaran Priessner, onlar aracılığıyla geçmişle günümüz arasında bir duygusal bir bağlantı kuruyor. İbrahim Arslan ve kardeşlerinin yaşadığı travmaya odaklanırken bütün ırkçı saldırı kurbanlarının deneyimlerini de aktarıyor.

2019 yılında Alman Sineması Perspektifi bölümüne seçilen Oray adlı filmiyle Berlinale’de En İyi İlk Film Ödülü kazanan Mehmet Akif Büyükatalay, Hysteria ile bu kez Label Europa Cinemas ve Panorama İzleyici Ödülü kazandı. Jüride Bodrum Cinemarine salonlarının sahibi Cenk Sezgin de yer alıyordu. Film endüstrisi ve eleştirmenler arasında gerçek bir heyecanla konuşulan az sayıda film arasında sayılan Hysteria’yı da 44. İstanbul Film Festivali’nde izleyeceğiz.

 

Resmi Ödül Listesi

Altın Ayı: Drömmer

Gümüş Ayı Jüri Büyük Ödülü: O Ultimo Azul

Gümüş Ayı Jüri Ödülü: El Mensaje

Gümüş Ayı En İyi Yönetmen: Huo Meng  / Living the Land

Gümüş Ayı En İyi Başrol Performansı: Rose Byrne, If I Had Legs, Id Kick You

Gümüş Ayı En İyi Yardımcı Performansı: Andrew Scott, Blue Moon

Gümüş Ayı En İyi Senaryo: Kontinental ’25, Radu Jude

Gümüş Ayı Olağanüstü Sanatsal Katkı: La Tour de Glace, Lucile Hadžihalilović

 

En İyi Belgesel: Holding Liat, Brandon Kramer

 

Perspektifler

GWFF En İyi İlk Film: The Devil Smokes (and Saves the Burnt Matches in the Same Box) / Ernesto Martínez Bucio

 

Berlinale Kısalar

Altın Ayı: Lloyd Wong, Unfinished  Lesley Loksi Chan

Gümüş Ayı: Ordinary Life / Yoriko Mizushiri

Daha fazla yazı yok
2025-02-24 12:00:24