İnsanın henüz doğmadan önce ilk bağ kurduğu, hayat yolculuğunda ise ilk durağı olan anne figürü, tüm hayatı boyunca bireyin psikolojisinde kalıcı izler bırakıyor. Bir anne ve bir baba yani ebeveynler ya da bakım verenler, bile isteye çocuğuna zarar vermek, ömrü boyunca altından kalkamayacağı ve mutsuzluğuna sebep olacağı fiziksel ya da psikolojik travmaları yaratmak ister mi? Kuşkusuz bu soruya “Hayır.” cevabını vereceğiz ancak bu cevabımız da pek çok şeyde olduğu gibi ezbere bir cevap olmaktan öteye gidemeyecek. Bilmeden olsun ya da olmasın ebeveynlerin ve “kutsal aile”nin büyük yara izleri kalıyor çocuklarda. Yıllar geçse de hesaplaşması geçmiyor.
Korumacı Bir Anne ve Narsisist Bir Baba
Umut Evirgen, son filmi “Annesinin Kuzusu”nda bu hesaplaşmaya ayna tutarken, taraf olmadan muhakeme edebilmeyi hedefliyor.
“Ben Bir Denizim” (2020) ve “Kimya” (2021)’dan sonra Evirgen’in yönetmenliğini yaptığı üçüncü film olan “Annesinin Kuzusu”nun senaryosu, Umut Evirgen ve Feride Çiçekoğlu tarafından birlikte yazılmış. Film, çocukluğunda ağır travmalar yaşayan ve 30 yaşında cezaevinde olan Murat karakteri üzerinden ebeveyn-çocuk ilişkisini odağına alıyor.
Filmin başrollerinde Selin Şekerci, Necip Memili, Hatice Aslan ve Kubilay Aka yer alıyor.
Filmin ana mekânı bir mahkeme salonu, ana karakter Murat (Kubilay Aka) da hapishanede. Yönetmen filmin en başında kuruyor vicdan mahkemesini.
Karşımızda fazlasıyla korumacı bir anne ve narsisist bir baba karakteri var. Anne Güneş (Selin Şekerci) öz ailesini tanımamış olduğu için aynı durumu oğlunun yaşamaması adına farkında olmadan aşırı baskıcı ve korumacı bir annelik sergiliyor. Baba Kenan (Necip Memili) ise Monica adında başka bir kadınla evli; sadece kendi isteklerini ön planda tutan, kumarbaz, gösteriş meraklısı ve manipülatif biri olduğu kadar, Güneş’i cezalandırmak konusunda da takıntılı biri. Çünkü Güneş, oğlu Murat için velayet davası açmıştır.
“Anne Baba İlişkilerini Kutsallaştırıyoruz”
- Adana Altın Koza Film Festivali’nde izleme imkânı bulduğum filmin, gösterimi sonrasında gerçekleştirilen ekipli söyleşide yönetmen Umut Evirgen: “Anne baba ilişkilerini kutsallaştırıyoruz, oraya dokunulamaz, orayla ilgili eleştiri yapılamaz gibi geliyor. Bir taraf tutmadan kimseye iyi, kötü, yanlış demeden bir zihin muhasebesi kurmak istedik. Senarist ve yönetmen olarak hayatıma değen, maruz kaldığım, yaşadığım duygulardan yola çıkarak film çekmek istiyorum; benim sinemayla derdim bu zaten. Gözlemlemediğim, maruz kalmadığım, hissetmediğim duyguları anlatabileceğimi düşünmüyorum. Filmde olaylar kurgu, evet ama gerçekliği de var. Sünnet töreni biraz gerçekliğe yakın, sünnet törenim korkunçtu. O yüzden yazarken de izlerken de zorlandım. Aileyi kötüleyeyim ya da aile kavramını aşağı çekeyim gibi bir derdimiz de yoktu. Daha objektif bir yerde, çocuğun duygusunda kalmaya çalıştım.” demişti.
Yönetmenin de belirttiği gibi filmin taraf tutmayan ve aile mefhumuna mesafeli duran bir yapısı var. Niyetinin daha çok bir tespitte bulunmaya yönelik olduğu hissedilse de bunu aktarmada sorunlar yaşıyor. Çünkü senaryosunda sorunlar barındırıyor.
Senaryo kendi içinde başlı başına zor bir matematikle kurulmuş. Geçmiş, şimdi ve hatta belirsizlik içeren zaman döngüsünde fazlasıyla flashback sahne mevcut. Hâliyle bolca geriye giden ve “şimdi”ye gelen bir kurguda ilerliyor. Aslında film kendi dramatik kaosunu bu zaman atlamaları kargaşasına eş düşen anlatıda vermek istemiş ancak nihayetinde kafa karıştıran bir hâle bürünmüş. Çoğunlukla bir dış sesle yol aldığımız hikâyede Murat’ın kafasında kurulan mahkeme, birbirlerine sürekli bağıran Güneş ile Kenan’ın kavgalarına ev sahipliği yapıyor. Seslerin çok yükseldiği bu kısımlar bir noktada rahatsız edici bir boyuta ulaşıyor. Pek çok insanın ortak hikâyesinin resmedildiği bir film olsa da herhangi bir karakterle özdeşlik kurmak da zorlaşıyor.
Necip Memili çok da yabancısı olmadığı bir rolde bildiği yoldan giderken karakteri Kenan, gösteriş meraklısı olması sebebiyle kendisini ön plana koymaya çalıştığı yerlerde karikatürize mizansenler sergileyebiliyor. Film, senaryosu dışında özellikle anne-baba karakterleriyle de yoruyor.
Murat, kabusların en büyüğünü yaşasa da çok fazla diyaloğu olmadığından daha sakin bir karakter olarak yansıyor perdeye, ta ki son ana kadar. Murat, travmalarını kendisininmiş gibi içselleştirdiği ve büyüyüp onu kurtarmasını bekleyen bir anne, oğlunun duygularını hiç önemsemeyen, kendi mutluluğu ve istekleri doğrultusunda bencilce davranışlar sergileyen gösterişçi bir baba, ebeveyn didişmeleri, mağduriyet hikâyeleri, öğretmenleri ve etraflarından hiç ayrılmayan avukat İnanç’ın olduğu kaotik bir sarmalda büyümüştür. Mahkeme salonu da her bir tarafın birbiriyle çatıştığı bir savaş alanını andırır.
Bu Kez Anne-Oğul Çatışması
Daha çok baba-oğul çatışma temelli senaryolara rastladığımız sinemamızda anne-oğul hikâyelerini, dahası anneyle hesaplaşma temasını ele alan filmleri çok fazla izleyemiyoruz. Dolayısıyla “Annesinin Kuzusu”nun yapmaya çalıştığı şeyi farklılık adına yine artı hanesine yazabiliriz. Nihayetinde Türkiye toplumunda ailenin ve annenin kutsallığının yanı sıra anne-oğul ilişkisinin kutsallığı da pek çok şeyin üzerinde tutulmakta.
Son dönemde sinemamızda aileyi her haliyle makbul gören, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışını şiar edinen anlayıştan ziyade, kutsallara dokunan bir noktadan hikâye anlatıcılığını ön plana çıkaran filmler izliyoruz, -iyi ki-. Şu an vizyonda olan Ceylan Özgün Özçelik’in “On Saniye”si, Soner Sert’in “Acı Kahve” si ya da bundan birkaç sene önce izlediğimiz ve yine kötü bir anne-oğul ilişkisini merkeze alan Ümit Köreken’in “Bir Umut”u şu satırları yazarken bir çırpıda aklıma gelen filmler oldu.
“Annesinin Kuzusu”nun başrol oyuncusu Necip Memili, film sonrası söyleşide seyircilere şöyle bir soru yöneltmişti: “Benim merak ettiğim bir şey var, filmi izledikten sonra belki bunun üzerine düşünürsünüz. Sizler yaşadığınız hayatta, bu coğrafyada, bu iklimde annenizin kuzusu musunuz, yoksa kurbanı mısınız?”
Öyle ya; nesiller boyu süregelen ve doğru diye öğretilen/öğrendiğimiz/uyguladığımız yanlış sevme biçimlerinin yaşattığı travmaların içinde sağlıklı düşünebilmek ve bunun ayırdına varabilmek kolay değil. “Kuzu muyuz, kurban mıyız?” diye yanıtlar ararken kendimizi kurbanlık kuzular kervanında bulmamız maalesef işten bile değil…