Matt Dillon, 65. Selanik Film Festivali’ni ve izleyicilerini ihya etti. Bir yeni film, bir eski film, bir basın toplantısı, bir galaya katılım, bir video enstelasyon açılışı… Ayağının tozuyla Uberto Pasolini’nin Dönüş filminin galasına geldi, meslektaşları Juliette Binoche ve Ralph Fiennes ile birlikte oldu. Yeni filmi Maria Olmak / Being Maria’nın galasını sundu. 2002’de imza attığı ilk yönetmenlik denemesi Hayaletler Şehri / City of Ghosts’un gösteriminde izleyicilerin sorularını yanıtladı. Ertesi gün önce basın toplantısında yeni çalışmaları ve kariyeri hakkında konuştu, sonra Danimarkalı sanatçı Jesper Just ile birlikte MOMus Deneysel Sanat Merkezi’nde kendisinin oynadığı Interfears adlı enstelasyonun açılışını yaptı.
Interfears 16 dakikalık bir video projeksiyon. Babası portre ressamı, amcaları karikatürist olan Matt Dillon gençliğinden beri resim yapıyor, son yıllarda resme özellikle ağırlık verdi. “Bazı insanlar tek bir alanda uzmanlaşır, ona odaklanır. Kendime bir sürü farklı şey yapma özgürlüğü tanımak istiyorum. Böylece yeni şeyler keşfediyorum. Bu da insanın genç kalmasını sağlıyor,” diyen Dillon, Jesper Just ile Berlin’de aynı mekânda sergi açtıkları sırada tanışmış. Bir gün Just onu arayıp oyunculuk performansı verdiği sırada beyin MR’ını çektirmek ve bunu videoya kaydetmek istediğini söylemiş. Matt Dillon fikri ilginç bulmakla birlikte pek mümkün görünmemiş ona bu çalışma. En sonunda gelen sözleşmede klostrofobik olup olmadığı da sorulunca vazgeçmeye çalışmışsa da Jesper Just onu ikna etmiş. Dillon’ın yorumlayacağı metni Just yazmış. Duygu ve kavramların sıralandığı bir monolog diyebiliriz bu metne. Dillon’ın canlandırdığı karakter duyguları hissetmekte zorlanan biri… Video MR cihazını ve içinde bulunduğu steril mekânı, MR içindeki Dillon’ı ve cihazın verdiği beyin imgesini görüntülüyor. Önce cihazın çıkardığı seslerle yetinirken git gide daha baskın biçimde müzik kullanıyor. Dillon, Interfears’i “Aynı anda hem müthiş bir deney hem bir sanat eseri” olarak tanımlıyor. İlginç ve özgün bir iş…
Bir Oyuncunun Anatomisi
Maria Schneider’in Paris’te Son Tango filminin setinde yaşadığı tacizi onun gözünden anlatan, Jessica Palud imzalı Maria Olmak / Being Maria’daki Marlon Brando performansı, Matt Dillon’ın kariyerinde bir doruk noktası. Factotum’da Charles Bukowski’nin alter egosu olan Hank Chianski performansı kadar etkileyici. Strasberg Enstitüsü’nde eğitim alan Dillon, basın toplantısında Marlon Brando, James Dean ve Montgomery Clift’i örnek aldığının altını çizdi.
Bertolucci ve Brando’nun, sırf inandırıcı bir performans almak uğruna gencecik bir kadın oyuncuya alenen tuzak kurarak çektikleri tecavüz sahnesini merkez alarak Maria Schneider’ın hayatını anlatıyor, bu film. Schneider’in kendini gerçekten tecavüze uğramış gibi hissetmesine, yaşadığı travmanın kariyerini başlarken bitirmesine ve döneminde skandal koparan bu film yüzünden bir de yaratıcı ekiple birlikte yargılanıp aşağılanmasına odaklanan bir filmde rol almak epey cesaret istiyor. Matt Dillon, Marlon Brando’yu oynama teklifine karşı koyamamış. Ancak film çekimi için “Çok zordu, böyle bir mücadele vermekten memnun kaldım. Ama filmin Cannes’da prömiyer yapacağı bildirildiğinde ne bahane bulsam da katılmasam, diye de düşündüm. Filmi izlediğimde ise Marlon Brando’yu canlandırmanın gerçekten bir fırsat olduğunu gördüm. John Wayne değil, Brando Amerika’daki bütün oyuncular için değişim yaratmıştı,” dedi.
Jessica Palud’nün Matt Dillon’ı tercih etmesi Brando’ya hafif bir fiziksel benzerlik taşıması ve aynı oyunculuk tarzıyla yetişmesi değil sadece. Dillon açık yüreklilikle genç yaşta izlediği Paris’te Son Tango’yu ve Bertolucci sinemasını çok beğendiğini söylüyor, ama kendi de genç yaşta oyunculuğa başladığı için Maria Schneider ile empati kuruyor. Ne kadar kırılgan olunabileceğini anlıyor ve Maria Olmak’ın kişisel yaklaşımını ve eleştirisini meşru buluyor: “Amaç Bertolucci’ye ya da filme gölge düşürmek değil, ama Schneider travmatize olmuş. Bertolucci büyük bir yönetmen, farklı bir anlayışın egemen olduğu zamanlardı, öte yandan Schneider’in kişisel bakış açısından yaşadıklarını anlatmak da meşru bir çaba…”
Gençlik İdolünden Çok Yönlü Sanatçılığa
’80’lerde büyüyenler için Francis Ford Coppola’nın The Outsiders ve Siyam Balığı / Rumble Fish filmleri sonradan her biri bir yıldız haline gelen genç oyuncularıyla birer kült filmdir. Her iki filmde de rol alan Matt Dillon’ın yeri ise ayrı. Gus van Sant ile Drugstore Cowboy’u yaptı. Cameron Crowe ile Grunge akımının kült filmi Bekarlar / Singles’da çalıştı. Popüler filmlerde de oynadı oynamasına fakat Hollywood’un gözdesi olmadı hiç. En İyi Film ve Özgün Senaryo Oscarlarını kazanan Çarpışma / Crash’teki ırkçı polis memuru rolüyle Oscar’a aday oldu. ’80’lerin gençlik ilahı iki binli yıllarda Bent Hamer, Lars von Trier, Wes Anderson ve Shirin Neshat gibi birbirinden çok farklı ve Amerikalı olmayan yönetmenlerle çalıştı.
Oyuncu olarak filmografisindeki çeşitlilik, yönetmenlik denemelerinde de kendini gösteriyor. Dillon’ın 2002 tarihli Hayaletler Şehri / City of Ghosts adlı ilk uzun metrajlı filminin devamı gelmedi, oyunculuk ağır bastığı için. David Lynch’in Vahşi Yürek / Wild at Heart ve Kayıp Otoban / Lost Highway romanlarını uyarladığı Barry Gifford’ın kitabı sinemaya çok uygun bir malzeme sunar. Kamboçya’da geçen film Dillon’a da bütün rolleri James Caan, Natasha McElhone, Gerard Depardieu, Stellan Skarsgard, Rose Byrne gibi önemli oyuncuların üstlendiği bir kadro oluşturma olanağı verdi. Toronto ve Sundance film festivallerine de seçildi…
Dillon, “Oyuncu elbette çok önemli, ama son kertede sinema bir yönetmenlik mecrası. Hep yapmak istemişimdir. Film endüstrisinin büyüsü bozulmuştu, yapmak istemediğim bir filmi yapmak zorunda kaldıktan sonra yaşadığım düş kırıklığı bana ilham verdi. O zaman karar verdim. Çok şey öğrendim. Yazmayı, öykü anlatmayı gerçekten çok seviyorum,” diyor. Dillon, 2020 yılında bir de El Gran Fellove adlı belgesel yaptı. Telluride, San Sebastian ve Havana film festivallerinde gösterilen bu belgesel, Kübalı scat şarkıcısı Francisco Fellove’yi konu alıyor. Bir belgesel yapmak amacıyla değil, bu müziğe merakı nedeniyle yaptığı kayıtlardan ortaya çıkan bir iş El Gran Fellove. 20 yıllık öyküsünü şöyle anlattı Dillon: “Fellove Küba’daki ilk scat şarkıcısı, Amerikan tarzı söyleyenler vardı, ama Afrika kökenlerinden gelen tarzda söyleyen ilk şarkıcı o. Çok özel bir kişilik, tam bir şovmen. ’50’li yıllarda oldukça popüler oldu. ’40’lı yıllarda Filin akımının bir parçasıydı. İngilizce Feeling sözcüğünü kullanıyorlardı, yansıttıkları duyguları ifade etmek için. Mexico City’de yaşıyordu, arkadaşım Joey Altruda 1999 yılında onunla albüm yapmaya gitti. Ben de bu süreci filme aldım. Kim olduğumu bilmiyordu bile… Müthiş kayıtlar yaptım, ama ben belgeselci değilim. Kaldırdım bir yere. Yıllar sonra kurgulamaya başladım. Özgün bir sinematik anlatım değil, daha çok müzik ve insanlar üzerine bir belgesel oldu”. Fellove’nin ölümünden yedi yıl sonra tamamlanan belgeselin altı yapımcısından biri de Demet Öger.
Dillon “Film festivallerini çok seviyorum, bir sürü film izliyorum. Her yerde film izleniyor artık, ama büyük perde başka. Bilgiden çok duygu geçiyor insana bu ortamda,” diyerek ifade ediyor sinema sevgisini. Hakkındaki en heyecan verici haberi de biz ekleyelim: Yeni Claire Denis filmi Le Cri des Gardes’da (Muhafızların Çığlığı) oynayacak.