A password will be e-mailed to you.

Bizim sorunumuz sivil itaatsizlik değil. Bizim sorunumuz sivil itaat. Bizim sorunumuz yöneticilerin dayattığı diktalara itaat ederek savaşı destekleyen insanlar. Milyonlarca insan bu itaat yüzünden öldürüldü. Bizim sorunumuz fakirlik, açlık, aptallık, savaş ve acımasızlık dünyayı altüst ederken itaat eden insanlar. Bizim sorunumuz hapishaneler küçük hırsızlıklar yapanlarla doluyken, esas hırsızların ülkenin başında olması. Bizim sorunumuz işte bu.”[i]

Frederic Gros, “İtaat Etmemek” kitabının girişinde yukarıdaki alıntıyla devam eder. İnsanlar neden başkaldırmıyor? diyerek de sorusunu sorar. Baktığımızda 1789 Fransız İhtilali tarihteki en büyük başkaldırmalardan biri olarak tarihteki yerini alır. Napolyon da bu ihtilali destekleyen kesimden olmuş, ihtilalin yayılması için çaba sarf etmiştir. Ancak buna topçu subayı olduğu Korsika’da destek olmuştur.

Ridley Scott’un yönettiği Napolyon filmi 1789 Fransız İhtilali ile başlar. Filmin başında bir anakronizm söz konusudur. Napolyon’u ihtilal esnasındaki idamlardan birinde görürüz. Bunun temel amacı ihtilal ile Napolyon arasında bir bağdaşım kurmak ve birbiriyle etkileşime girdiğini göstermek. Bu etkileşim filmin iskeletinde önemli bir yer tutuyorsa makul bir anakronizm var demektir. Ancak bu, filmde çok da büyük bir yer kaplamıyor.

Napolyon (Ridley Scott, 2023) dönemin tarihsel yoğunluğunu göz önünde bulundurunca bir sinema filmine sığması neredeyse imkansız bir dönem. Buna rağmen Ridley Scott kronolojik olarak dönemi yansıtabileceği en iyi şekilde yansıtmış. Napolyon’un kendi kendisine taç takmasından tut gittiği sürgünlere kadar birçok tarihi olay iyi resmedilmiş. Ancak sadece askeri olaylar ve ihtiras duyduğu eşiyle olan ilişkisi ön planda olmuş. Napolyon’un hukuk, eğitim, kültürel, mali reformlarına neredeyse hiç değinilmemiş. Özellikle 1804 yılında yürürlüğe giren “Napolyon Kanunları” ile medeni hukukun temelini atmış ve birçok ülkenin Fransa hukuk sistemini örnek aldığı bir sistem haline getirmiş. Bu da bizi filmin başındaki anakronizme geri götürüyor. Bu anakronizm, film bunlara değinseydi daha anlamlı bir hal almış olacaktı. Ancak biz bu dönemi sadece savaşlar üzerinden izliyoruz.

Ridley Scott’un ustalığını konuşturduğu savaş sahneleri bizi mest ediyor etmesine ancak film bir yönden ihtiraslı aşık Napolyon ile askeri deha Napolyon arasındaki dengeyi de tam oturtamamış. Bunun en temel örneği aradaki geçişler. Savaş sahneleriyle bir giden mektuplaşmalar bu dengenin kurulması için oluşturulmuş ancak bizim iki Napolyon arasında gitgel yaşamamıza neden olmaktadır. Haliyle bu gitgel, filmin epik yönünü de seyreltmiş.

Filmin bir diğer zayıf yönü de karakter yazımlarındaki nicelik eksikliktir. Filmde sadece Josephine karakterini belli bir ölçüde görüyoruz. Onun dışında -Napolyon’u hariç tutarsak- diğer karakterlere hiç alan açılmamış. Napolyon’un annesi bile yüzeysel şekilde ele alınmış. Napolyon’un vatanı olan Korsika’yla ilgili pek bir doneye de rastlamıyoruz. Elba adasından kaçıp tahtını geri aldığı “Yüz gün” dönemini düşünürsek, halkın Napolyon’u niye bu kadar sevdiğini ve ona itaat etmek istediğine ilişkin bir alt metin de göremiyoruz. Özellikle Elba’dan kaçışında beşinci orduyu kendisine döndürdüğü sahnenin altı bana kalırsa pek dolmuyor. Bu da bir sığlık yaratıyor. Nasıl bu kadar kolay itaat ettiler? sorusunu soruyoruz. Ve bu soruya filmden bir yanıt alamıyoruz.

Bütün bunlara rağmen Napolyon (2023) yılın önemli filmlerinden bir tanesi ve sinema perdesinde deneyimlenmesi gereken bir film. Savaş sahnelerinin yansıtılış şekli sinematografik olarak tam bir ustanın elinden dedirtmektedir. Özellikle görsellik ve işitsellik olarak film izleyiciyi tatmin ediyor. Ridley Scott’un Apple için çektiği dört saatlik versiyonunda bu sorunların çözümü var mı merak konusu olsa da film bu haliyle bile asgari düzeyde bir seyir zevkini vaat ediyor.


[i] Howard Zinn, Violence: The Crisis of America Confidence(Baltimore, John Hopkins University Press), 1972, Akt:Frederic Gros.

Daha fazla yazı yok
2024-11-23 16:11:28