Felaket Üniversitesi, sanatçı Radenko Milak ve kültürel üretici Christopher Yggdre’nin bir girişimi.
Son on yıldan beri sanatta felaket estetiği üzerine entelektüel bir işbirliği yürütmekte olan bu kişiler, felaketteki estetik ve felsefi olanakları keşfetme amacını taşıyan bir platform kurdular.
Milak, Bosna-Hersek’i Venedik Bienali’nde temsil etmek için seçildiğinde çok kutuplu ve uluslararası bir platform olacak bir Afet Üniversitesi oluşturmak için Christopher Yggdre ve komisyon üyesi Sarita Vujković (Sırp Cumhuriyeti Çağdaş Sanat Müzesi) ile harekete geçti.
Felaket Üniversitesi, büyük güncel sorunları sanat adına konulaştırmaya çalışmaktan daha fazlasını yaptı. Avrupa’daki son büyük savaşı yaşamış bir ulusun bakış açısından yola çıkan projenin arzusu evrenseli yakalamaktı. Felaket Üniversitesi, bir yandan dünyanın dört bir yanından gelen sanatçılar, filozoflar ve araştırmacılarla arzu ve felaket arasındaki mevcut ilişki üzerine eleştirel niteliklere sahip yapıcı bir düşüncenin oluşması için yeni alanlar keşfeden bir sanat projesi tertip etmeyi amaçlarken bir yandan da birbirine çok yakın şeyler olabilecek bu iki uç[arzu ve felaket] arasında zikzak yapma imkanı yarattı.
Proje tam anlamıyla kurumlar arasıydı.
Sanatatak için bu ilham vericiydi.
Bosna-Hersek, Sırp Cumhuriyeti Çağdaş Sanat Müzesi, Banja Luka’lı Radenko Milak ve Paris’ten Christopher Yggdre ile birlikte Londra’daki Serpentine Gallery’nin direktörü Hans Ulrich Obrist ve İsveçli bir sanat dergisi olan Paletten Art Journal rehberliğinde gerçekleşecek bir işbirliğiydi.
6 Şubat depremlerinden, iki dev afet yaşadıktan sonra Radenko Milak’ü ulaşarak Afet Üniversitesi sergisinin kataloğundan bazı metinleri Türkçe’ye çevirerek Sanatatak’ta yayınlamak istedik. Bu metinleri yayımladıktan sonra afet ve felaket üzerine düşünmeye devam etmek, tartışmak, bir Afet Üniversitesi şubesi kurmak gibi dileğimiz de mevcut.
Okurlarımızla birlikte yolumuz açık olsun!
Sanatçı dostlarımız Radenko Milak ve Roman Uranjek’e derin teşekkürlerimizle.
Ayşegül Sönmez
27 Mart 2023
Küratör Sorunu – Felaket Üniversitesi’nin Biçimi Üzerine Ön Notlar
FELAKETLE KARŞI KARŞIYA KALMAK – FELAKET ÜNİVERSİTESİ BİÇİMİ ÜZERİNE ÖN NOTLAR
(Sinziana Ravini, Fredrik Svensk, Anna van der Vliet) – Çeviri: Selim Baran
Palleten Art Journal’da gerçekleştirdiğimiz günümüz sanat ve estetiğinin özerkliğine dair araştırmamıza, 2011’de, Arap baharı sürerken ortaya çıkan son finansal krizin ardından başladık. Radenko Milak ve Sırp Cumhuriyeti Çağdaş Sanat Müzesi tarafından Felaket Üniversitesi’nin geliştirilmesine davet edilmemiz bizi sanatın işleviyle, onun sahip olduğu olanak ve koşulları yaşadığımız çağda hüküm süren arzu ve felaket ışığında yeniden düşünmeye itti. Bununla birlikte bu davet bizlere büyük bir meydan okuma imkanı da sağladı. Metin, Felaket Üniversitesi’nin[Paul Virilio’nun aynı adı taşıyan bir kitabı vardır ç.n.] küratörleri ve editörleri olarak bizlerin ortak tartışmalarına dayanan sanat ve felakete dair birkaç ön notla başlayıp onu[Felaket Üniversitesi’ni] biçim olarak nasıl anladığımızla ilgili birkaç sözle birlikte sona eriyor.
Modern sanat ve kurumları Aydınlanma’dan bu yana, kimilerini medeniyet ve akıl namına ayrımcılığa uğratmak suretiyle sömürüp idam eden, kimilerini de zincirlerinden kurtaran sömürgeci ve kapitalist modernitenin kararsız fakat ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Bazılarına göre modern sanat felakete iştirak etmiştir. Bazısı içinse aydınlanmacı insanın -sanatın her durumu bir kâr kaynağı olarak gören makineye hükmeden üretim tarzıyla arasındaki istisnai ilişkide ortaya çıkan- gerçek arzusunun ifadesi olmuştur. Nitekim çok uluslu şirketlerin felaketleri istismar edilebilir şeyler olarak gördükleri artık bir sır olmaktan çıkmıştır(1).
Yurttaşlık, sınıf, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve ırk gibi kavramlarla sınırlandırılan güç ve arzu ilişkileri, bu anlamda sanattan ve onun dünyayı yeni şekillerde sınıflandırma kapasitesinden bağımsız olarak kavranamaz. Bu durumda sanatın kapitalist ve sömürgeci modernitenin felaketlerine kararsız bir şekilde bağlı olduğunu göz önüne aldığımızda onun çağdaş ifadeleri ve politik çatışmalarından ne tür bir anlam çıkarabiliriz(2)? Olağanüstü durumların ve sosyal düzenin terörizmden antroposene kadar her türlü olası değerle bağlantılı bir şekilde kurulduğu günümüzde sanat adına ne yapabiliriz(3)?
Kerstin Statakeier, Paletten’in bu sayısında 2008 mali krizine yol açan bir dizi felaket hakkında yazdı. Her ne kadar feci bir durum tasviri yapsa da “günümüzde normale dönmenin şüpheli göründüğü” bir yerde tüm insanlığı riske atma eğilimi içeren kapitalizmin sonunun geldiğinden söz etmiyor(4).
Aydınlanmacı ve eleştirel insan dediğimiz, günümüz modern sanat sistemi tarafından yaratılıp üretilen kavramın küresel ölçekteki zenginler tarafından kapsanması muhtemelen (dünya ve halkların yaşamlarına ilişkin herhangi bir biyo-politik kavramı terk eden) yeni bir global devlet sanatına işaret etmektedir. Neo-milliyetçiliğin Avrupa’da yükselişe geçmiş olması bu gelişmeye bir cevap niteliği mi taşımaktadır? Belki de Bruno Latour’un yazdığı gibi oldu; seçkinler o kadar aydınlandılar ki dünyanın bir geleceği olmadığını anlayarak dayanışmanın tüm yüklerinden bir an evvel kurtulmaları gerektiğine(dolayısıyla denetimden kurtulmaya); hayatta kalmayı başarabilecek az sayıdaki insan için- ki bu artan eşitsizlik demektir- bir tür altın kale inşa etmeye; ortak yaşam alanımız olan dünyadan kaçacak olmanın bencilliğini gizleyerek tehdidin varlığını tamamen reddetmeye (yani, iklim değişikliğini reddetmeye) karar verdiler(5). Madem ki modern sanat sistemi, 1980’lerden itibaren artan şiddetli eşitsizlik ve denetimsizlikle beraber iklim değişikliğine karşı kuşkuculuğu meşrulaştıran ‘insanın eleştirel öznelliği’ düşüncesinin ayrılmaz bir parçasıdır o halde Felaket Üniversitesi gibi sanat projelerinin üretimindeki yeni durumdan neler çıkabilir?
Her şeyden önce, modern sanat sistemi tarafından yaratılan ve meşrulaştırılan insanlık düşüncesinin, bilhassa büyük zenginler bu fikri tamamen terk etmişken, kahramanca hareketlerle katkıda bulunduğu felaketleri şimdi çözmesi gerektiğini öne sürmek yetersizdir. Kaldı ki modern sanat sisteminin, aktif insanlar ile pasif ve insan-olmayan dünya arasındaki kartezyen ikiliğin yeniden üretimine nasıl katkıda bulunduğunu tespit etmek yeterli değildir; tıpkı Michel Serres’in yeryüzünün “egemenliği ve sahiplenmesi” olarak tanımladığı şeye(6) dayanarak kapitalist ve sömürgeci modernitenin doğa içindeki bir iç savaşı nasıl normalleştirdiğine işaret etmenin yeterli olmadığı gibi.
Aydınlanmacı insanlık düşüncesi mevcut küresel felaket için temel teşkil ediyorsa bu soyutlamadan işleri yoluna koymasını bekleyemeyiz. Dolayısıyla sanatı farklı bir şekilde düzenlememiz ve yeni bir kavramsal aygıt yaratmamız gerekmektedir; ihtiyacımız olan şey felaketle yeni bir şekilde ilişkilenen bir biçimin yaratılmasıdır.
Şimdi şiirsel felaket kavramına ve bunun sanatın dışında “meydana gelen’’ bu şeyle nasıl ilişkilendiğine daha yakından bir göz atalım. Mårten Björk’ün Paletten’de değindiği gibi, catastrophe[felaket] kelimesi kata’dan gelmektedir. Kata Yunan dilinde oyunu sonlandıran beklenmedik olay(7) anlamına gelir. Yunan trajedisinde katastrophḗ, protasis[ klasik dramada oyunun konusunun açıklık kazandığı ilk kısım ç.n], epitasis[kahramanın sorunlarının iyiden iyiye arttığı sona doğru yaklaşılan kısım ç.n] ve doruğa giden katastazdan[olayın nihai sona yaklaştığı kısım ç.n] oluşan üç aşamadan geçmek anlamına geliyordu. Felaket, anlatıya anlamını veren sonu ifade ediyordu. Yunan trajedisi, felaketin varoluşu belirleyen bir son olmaktan çok kıyameti müjdeleyen bir şey olarak görüldüğü İbrahimi dinlerden bu hususta ayrılır. Modern sanatta felaket temsilleriyle karşılaşmak, bir yandan felaketin tek tanrılı önemini kabul etmek manasına gelirken, diğer yandan da İbrahimi dinlerde ve Yunan tasavvurunun ötesindeki yeni anlamları ve işlevleri üzerine düşünmek anlamına mı gelir? Özellikle, Rosa Luxemburg‘un tam bir felaket olarak nitelediği kapitalizm kontrolündeki sanatı(8) kast ediyoruz. Bu felaket, ulus devletlerin vatandaşlarını nasıl gitgide daha fazla borçlandırdığıyla tanımlanır; felaketi tanımlayan bir başka husus da borçları geri talep etme ahlakçılığı ve Darwinci etik marifetiyle acizleştirilen insanların geleceğe yönelik hareket etme olanaklarından feragat etmeleridir. Bu durumun bir felaket içeriyor olması, düzenin yıkılacağı anlamına gelmez. Felaket daha çok, Mårten Björk’ün yazdığı gibi, “Darwinci yaşam düzenine kapılmak ve onu yaşayan tüm canlıların ölmesi ve tüm olayların bir sonunun olması sebebiyle doğal kader biçimi olarak uygulamaktır.”(9).
Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana felaket, sanatın yüce olanın ötesinde bir gelişim göstermesi için merkezi bir önem teşkil etmiştir; uygar insanların eleştirel ve aydınlanmacı akıllarını oluşturduğu bir konum olarak sanat kavramını geride bıraktı. Aynı şey yeni pratik ve biçimlerin yerleşik sanat kurumlarına dahil edilmesi için geçerli olmamıştır. Yine de bunu İkinci Dünya Savaşı’nın dehşetini gerekçelendiren insan öznelliğinin işleri yoluna koymak adına yaptığı kahramanca bir kalkışma olarak da anlamak mümkündür. Bu tür kahramanlıklara verilebilecek en bariz örnek, sergileri organize etmenin, sunmanın ve anlamanın etkili biçimlerinin bu felaketten etkilenmemiş olmasıdır.
Çağdaş siyasi, jeolojik ve mali krizler felaketi güncel hale getirerek ona yeni bir rol verirler. Oysa felaket bir trajedinin sonlanması anlamına gelmediği gibi yeni bir dünyanın vaad edilmesi anlamına da gelmez. Belki de sanat yaparken bile öğrenmemiz gereken şey felaketteki belirsizlik durumundan ve yeni kollektif örgütlenmelerden anlamlar yaratmaktır. Böyle bir öneri, şimdiye değin, sanatla uğraşan insanlara ait bir avuntu olarak görülüp önemsenmemiş olabilir, ancak bu bakış açısı tek ve olası biricik gelişme adına(10) farklı sergi ve işbirliği biçimlerini deneyen herkesi boşa çıkarır. Bizim için önemli olan tanık olduğumuz felaketlerin içinde hareket alanları yaratmaya çalışmaktır; bu alanlara özellikle felakete gösterilen tepkilerin kapitalist ve sömürgeci modernitenin idealize ettiği, dayanışma, toplum, insan yaşamı gibi mefhumları bir kenara atarak subjektifliğe yönelmek ile en kötü durumda milliyetçilik ve ırkçılık olarak tecessüm eden korumacı kimlik siyaseti arasında kalındığı günümüzde ihtiyaç vardır.
Biçimler
Felaket Üniversitesi’ne sanatçı Radenko Milak ve kültürel üretici Christopher Yggdre’nin davetiyle birlikte başladık. Birkaç yıldır sanatta felaket estetiği üzerine entelektüel bir işbirliği yürütmekte olan bu kişiler felaketteki estetik ve felsefi olanakları keşfetme amacını taşıyan bir platform kurmak istiyorlardı. Milak, Bosna-Hersek’i Venedik’te temsil etmek için seçilmişti. Projeyi geliştirmek, çok kutuplu ve uluslararası bir platform olacak bir Afet Üniversitesi oluşturmak için Christopher Yggdre ve komisyon üyesi Sarita Vujković (Sırp Cumhuriyeti Çağdaş Sanat Müzesi) ile beraber Milak’la çalışmaya davet edildik.
Projenin kurumlararası olması bizi hemen etkiledi. Bu, Bosna-Hersek, Sırp Cumhuriyeti Çağdaş Sanat Müzesi, Banja Luka’lı Radenko Milak ve Paris’ten Christopher Yggdre ile birlikte Londra’daki Serpentine Gallery’nin direktörü Hans Ulrich Obrist ve İsveçli bir sanat dergisi olan Paletten Art Journal rehberliğindeki bizlerin arasında gerçekleşecek bir işbirliğiydi.
Bu projenin kendine özgü maddi ve tarihsel koşullarını sahip oldukları tüm karmaşıklığıyla birlikte kapsayabilecek bir sergileme biçimi geliştirmek istedik.
Sanatçılar ve Paletten Sanat Dergisi de dahil olmak üzere farklı katılımcılarla organik bir platform inşa etmenin bir yolu olarak yerine göre değişik aktörleri barındırarak gelişebilecek bu projenin olanaklarını anlamak bizim için önem kazandı. Sanatçıları çalışmalarını sergileyebilecekleri ulusal bir pavyona davet etmiş olmakla kalmak istemedik; Venedik’te bulunan ulusal bir pavyonun ne olduğu ve ne olabileceği sorularıyla birlikte serginin yeni sunumlarının yeni bağlamlarla ilişkili olarak tekrardan müzakere edilebilmesinin nasıl olacağını da ele almak istedik. Yukarıda değindiğimiz üzere, Paletten bünyesinde, içinde bulunduğumuz felaket çağında sanatın özerkliğine dair tartışmalar yürütmüştük. Yine de basmakalıp düşüncelere bir yenisini eklemek yerine, nasıl ilerleyebileceğimize dair düşünmeye bir başlangıç noktası olması açısından bu özel koşullarda bir sergi yapmanın ne demek olduğundan söz etmek gerekir.
Sanat pratiğinde Radenko Milak, bir yandan müthiş yetenekli bir suluboya ressamı ve Aby Warburg benzeri kurguların yaratıcısı olarak görünürken, bir yandan da Afet Üniversitesi’ne ön ayak olması ve bizle birlikte pek çok kişiyi Venedik’teki gelenekselleşmiş ulusal pavyon kavramlarına meydan okuyan bir projeye davet eden cesaretli bir kollektivist olmasıyla ön plana çıkıyor.
Milak, bireysel çalışmalarının yanı sıra, IRWIN grubundan sanatçı Roman Uranjek ve Neue Slovenische Kunst ile birlikte tarihsel bakımdan öneme sahip farklı zaman ve olayları içeren bir dizi diptik[tabloların yan yana getirilmesiyle yapılan resim ç.n] çalışması yapıyor. Bunlar, Thomas Moore’un doğduğu günden Weimar Cumhuriyeti’ne, Milak’ın, Urjanek’in kolajlarıyla bir araya getirdiği suluboyalarıyla tasvir ettiği Körfez Savaşı’na kadar her şeyi kapsıyor. Sergide bulunan diğer sanatçıları davet etmemizi sağlayan diptiklerin diyalojik[karşılıklı etkileşim içeren ç.n], çelişen ve aynı zamanda paralel bir yapıya sahip doğalarıydı.
Günümüze ait felaket ve arzularla, hem mecra ve sunum biçimleri hem de kendi sanatsal pratiklerine bakışları açısından farklı şekilde ilişkilenmiş sanatçılarla çalışmak istedik. Amaç, farklı sanat pratiklerinin ve izleyicinin deneysel bir sergi bünyesinde bir arada var olmasını sağlayarak karşı karşıya gelmelerine olanak vermekti.
Sanatçı Sidsel Meineche Hansen, Foucault’dan sonraki biyopolitikayı ve dijital porno endüstrisinin sürmekte olan ikinci bir seks savaşında uygulamaya soktuğu ataerkil gücü araştırıyor. Juan-Pedro Fabra Guemberena’nın sanatın temsil etme arzusuna karşı bir savaş niteliği taşıyan savaşa dair yapıtlarında hem savaşın güç merkezini hem de yarattığı psikolojik travmayı algılarız. Geraldine Juárez ve Joel Danielson’ın ortak projesi Storage, buzdolabının eriyen buzunun hem medya tarihi ve iklim değişikliğinin doğrusal olmayan hikayeleri arasındaki mesafeyi hem de insanlık ve bizim sonluluğumuzdan sonraki zaman arasında bulunan mesafeyi kısalttığı bir kum saati görülür. Ses sanatçısı Lamina Fofana, psiko-coğrafi ses haritasında Venedik kentindeki empati alanlarını, bu dünyanın olasılıklarını ve ötesindekileri keşfeder. Sanatçı ve şarkıcı Nils Bech, Ida Ekblad’ın heykelleriyle bir arada yaptığı totemistik aşk performansında, zamanımızın duygusal felaketlerinin dışında bir yol bulmak için sevgiyi ve insan ilişkilerinin tekinsiz kırılganlığını nihai malzeme olarak kullanır. Sırasıyla söyleyecek olursak Arzu Üniversitesi, Venedik’teki Bosna-Hersek pavyonunda bir sergiyle başlayacak, ardından bienalin son haftasında düzenlenecek bir konferansla devam edecek ve bunun arkasından 2018 yılı boyunca Banja Luka ve Göteborg ile birlikte dünyanın çeşitli yerlerini dolaşacağı bir geziye çıkacak. Dolayısıyla Bosna-Hersek pavyonu Venedik Bienali’ni nihai bir varış noktası belirlenmemiş bir tura çıkarmış olacak. Bu çalışma tarzı, projenin belirli sınırlamalarını birleştirip kullanmanın ötesinde, alışılagelmiş ulusal pavyon düşüncesinden ayrılan geleneksel sergi biçimleriyle deneyler yapmayı gerektirdiğine inandığımız milliyetçilik ve korumacılığa bir yanıt veriyor.
Felaket Üniversitesi, büyük güncel sorunları sanat adına konulaştırmaya çalışmaktan daha fazlasını yapıyor. Avrupa’daki son büyük savaşı yaşamış bir ulusun bakış açısından yola çıkan projenin arzusu evrenseli yakalamaktır. Felaket Üniversitesi, bir yandan dünyanın dört bir yanından gelen sanatçılar, filozoflar ve araştırmacılarla arzu ve felaket arasındaki mevcut ilişki üzerine eleştirel niteliklere sahip yapıcı bir düşüncenin oluşması için yeni alanlar keşfeden bir sanat projesi tertip etmeyi amaçlarken bir yandan da birbirine çok yakın şeyler olabilecek bu iki uç[arzu ve felaket] arasında zikzak yapma imkanı yaratmak istiyor.
Dipnotlar:
(1): bkz. Naomi Klein, The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism, New York: Knopf, 2007.
(2): bkz. Naomi Klein, This Changes Everything: Capitalism vs the Climate (New York: Simon and Schuster, 2014).
(3): Philippe Pignarre ve Isabelle Stengers, Capitalist Sorcery: Breaking the Spell, çeviri: Andrew Goffey (Londra: Palgrave Macmillan, 2011).
(4): Kerstin Stakemeier, Catastrophic Reproduction: Science Fictions on the Far Side of the Subject, Paletten 207/208.
(5): Bruno Latour, The new climate, Harpers, May 2017 http://harpers.org/archive/2017/05/the- new-climate/
(6): Michel Serres, The Natural Contract, çeviri: Elizabeth MacArthur ve William Paulson, Ann Arbor: Uni of Michigan Press, 1995.
(7): Mårten Björk, Care against death: life and catastrophe, Paletten 307/308 2017.
(8): Rosa Luxemburg, ˜Dieœ Akkumulation des Kapitals oder was die Epigonen aus der Marxschen Theorie gemacht haben : eine Antikritik, 1921, GW 5, p.520 and Kerstin Stakemeier, Catastrophic Reproduction: Science Fictions on the Far Side of the Subject,Paletten nr 307/308, 2017.
(9): Mårten Björk, Care against death: life and catastrophe, Paletten 307/308 2017.
(10): Cf. Isabelle Stengers: In Catastrophic Times: Resisting the Coming Barbarism / Au temps des catastrophes. Résister à la barbarie qui vient © Editions LA DÉCOUVERTE, Paris, France, 2009, Open Humanities Press ve meson press, 2015, http://dx.medra.org/10.14619/016 http://openhumanitiespress.org/ books/titles/ in-catastrophic-times