A password will be e-mailed to you.

Sanat dünyası bir sabah uyandı ve Louis Vuitton’ın New York 5. caddede açılan yeni mağazasında Yayoi Kusama‘nın robotunu vitrine noktalar koyarken görünce şaşırdı. Biz de moda tasarımcısı, eleştirmen, sanat tarihçi ve sanatçılara sorduk: Bu işbirliğinin bir sakıncası var mıdır?

Ahmet Rüstem Ekici (Sanatçı)

“Kamusal alan ve özel alanı ayıran ince cam çizginin neresindeyiz?”

Gündeme oturan bu olay, Louis Vuitton gibi büyük ölçekli bir firmanın sanatçılarla ilk kez işbirliği kurduğu bir durum değil, Yayoi Kusama ile kurulan ilk işbirliği de değil. Müze ve sanat mekanına sahip olan bu büyük ölçekli moda firması, bir başka müzesi olan ve “sonsuzluk odaları” gibi sosyal medyada oldukça popüler eserlere sahip bir sanatçının ortak kazançlı bir birleşimi olarak yorumlanabilir. Özellikle nasıl sosyal medya aracı olarak instagram, mimaride fotoğraf çekmeye yönelik “instagrammable spaces” “food porn” gibi akım ve kavramları oluşturduysa, Kusama’nın aynalar ve ışıklarla kaplı sonsuzluk odaları da aynı deneyime hizmet etti. Bu nedenle eş zamanlı New York, Paris gibi mağazalarında vitrinden iç mekana yayılan bu bol noktalı atmosferle karşılaşmak beni pek şaşırtmadı. Bu defa vitrinde Kusama’nın gerçekçi bir robotu da vardı. Çeşitli mağazalarında da dev ölçekli Kusma heykelleri, LED ekran gösterileri, mağaza iç dekorasyonuna ve cephe tasarımına hizmet etti ve istediği tepkiyi çekti. Daha önce Karen Finley, Daphne Guinness gibi sanatçılar da farklı vitrinlerde performanslar gerçekleştirdiler. Bu performanslar için özellikle kamusal alan ve özel alanı ayıran ince cam çizginin ardını seçmişlerdi. Vitrin sadece önünden geçen insanlara mı görsel bir şölen sunar? Yoksa vitrinler de sosyal medya sayesinde kaldırım, sokak, cadde ölçeğini çoktan aştı mı? gibi sorulara bakmak lazım. Madame Tussauds vb müzelerin devamı niteliğindeki bu olayda daha çok hayran kültürü, arzu nesnesi olma durumları ve sanatın ve sanatçının tüketimine dair sorular dikkatimi çekti.

 

Hatice Gökçe (Moda tasarımcısı)

“Böyle bir gösterinin ilk defa moda tasarımıyla ilgisi yok!”

Modanın geniş kitleleri cezbettiği çok açık. Her ne olursa olsun izleyiciler sunulanı yakından görmek için akın ediyor.  Vitrinde mıknatıs görevi gören robotun olması, bir son olmasını engellemiş. Bence Louis Vuitton vitrini, sanat ve teknoloji işbirliğine hizmet etmiş ve işbirliğinin ev sahipliğini üstlenmiş görünüyor. Bir sondan çok yepyeni bir başlangıç gibi. Ve ilginç olan böyle bir gösterinin ilk defa moda tasarımı ile ilgisi yok!

Esra Aliçavuşoğlu ( Akademisyen- Sanat Tarihçi)

“Bu pazarlama stratejisi; sanatın “herkesin kolayca erişmesinin mümkün olmadığı, bir lüks yaşam biçimini ifade ettiğini, Kusama işine sahip olmakla ile LV çanta almak arasında, tüketicinin marka ile özdeşleşerek “ayrıcalıklı” hissetmesi gibi basit bir yaklaşıma dayanıyor.”

Kusama’nın bu işini birçok açılardan değerlendirmemiz gerekir. Sanat/moda, sanat/robotlar, sanat/endüstri, sanatçı/bağımlılık ilişkilerinin yanı sıra sanatın sınıfsallığı, endüstriyelleşmesi, mülti-disipliner olması gibi farklı tartışma alanlarının hepsini irdelememiz gereken bir çalışmayla karşı karşıyayız. Modanın, özellikle de lüks markaların modern ve çağdaş sanatla ilişkisi
1960’lardan itibaren her zaman var olan bir patern. Pop art özelde de Warhol ile zirvesini bulan sanatın “metalaşması” piyasanın ve piyasayı oluşturan aktörlerin de sanat süreçlerine daha çok eklemlenmesini beraberinde getirdi.  Lüks markalar bu trene ilk vagonlardan binen oyuncular arasında yer aldı. Prada, Louis Vuitton, YSL gibi markaların sanata milyonlarca dolar yatırmalarının arka planında bu tarihsel sürecin yanı sıra markalarıyla özdeşleştirecekleri bir alan ve mesaj bulma kaygısı olduğu bir gerçek.

Temsili Yayoi Kusama

Bu pazarlama stratejisi; sanatın “herkesin kolayca erişmesinin mümkün olmadığı, bir lüks yaşam biçimini ifade ettiğini, Kusama işine sahip olmakla ile LV çanta almak arasında, tüketicinin marka ile özdeşleşerek “ayrıcalıklı” hissetmesi gibi basit bir yaklaşıma dayanıyor. Kapalıçarşı’da kalite açısından hemen hemen aynısını %95 indirimli bulabileceğiniz bir çantayı “değerli” yapan lüks marka stratejileriyle, çoğu zaman küresel pazarlama tekniklerini kullanan çağdaş sanat disiplinin önemli isimleri aynı havuzdan besleniyor artık. Bu durum sanatın ve çağdaş sanatın sınıfsallığının da ne boyutlara geldiğini gözler önüne seriyor. 2023 itibariyle dünyanın en zengin insanı olduğu tescillenmiş Louis Vuitton’ın çatı şirketi LVMH’nin sahibi olan Bernard Arnault’nun çağdaş sanatı bu ölçüde domine etmesi, sanatın ne derece endüstriyel bir hal aldığına delalet. Beğenelim ya da beğenmeyelim ama geldiğimiz nokta budur. Nasıl ki futbol artık boş arsalarda oynanan bir oyun değilse, sanat da artık müzede görünce hoşumuza giden klasik tablolardan oluşan, her daim romantize ettiğimiz bir alan değil. Son derece karmaşık süreçleri olan, her türlü teknolojik, sosyolojik, politik ve daha bir sürü alandaki değişimlerden etkilenen, beslenen, beslendiği ölçüde kirlenen, kirlendiği ölçüde de sistemin dönüşümüne katkı sunan bir aygıttan söz ediyoruz.Kusama’nın bu işini Boston Dynamics’in çoğumuza ürkütücü gelen robotlarının pek yakında hayatımıza yön vereceği gerçeğinden bağımsız okuyamayız. BD robotlarının isimlerinin “köpek robot”, “tekerlekli robot” gibi son derece rahatsız edici olmalarının yanında, işlerinde çarpıcı görselliği öne çıkarmasıyla tanınan Kusama’nın son derece gerçekçi olan, bu estetize edilmiş robotunun bizi etkilerken bir yandan da ürkütmesi, sanattan hala “naifliği” talep etmemiz ile doğru orantılı. Oysa sanat bu işlevini neredeyse 100 yıl önce yitirdi. Kusama, bize robotize yaşamlarımızı, sanatın sınıfsal niteliğinin iyice zirve yapmasını çarpıcı biçimde, lüks bir markası üzerinden, dünyanın en zengin insanının himayesi altında, yani sistemin tam da kalbinden, gözlerimize “eleştirel” ve çarpıcı biçimde sokuyor. Belki de sadece bu ilişkiden elde ettiği muazzam gelire odaklanıyor ama biz sanatı her şeye rağmen romantize etmeye çalıştığımız için bu yorumları yapmaya devam ediyoruz.

Venedik Bienali’ndeki “Narkissos Bahçesi”, 1966

Şebnem Kırmacı
(Yazar- Art Dog kurucusu)

“Mantıklı olmuş, yakışmış diye düşündüm”

Sanatsal açıdan hiç ciddiye almamakla beraber ben eğlenceli buldum bu gerçek insan boyutunda Yayoi Kusama robot işini. Yayoi Kusama galiba 93 yaşında ve 1977’den beri kendi isteğiyle girdiği akıl hastanesinde yaşıyor ya; robotu görünce direk aklıma kendisi gelemediği için bu mantıklı olmuş “yakışmış” diye düşündüm hatta iyi mi? Yıllar önce de işbirliği yapmıştı LV ve Kusama. Vallahi ya içinde bulunduğum ruh halinde mi y ada artık herşeyin efervesan olmasında mı ne – pek rahatsız olmadım hatta “iyidİr” işte diye düşünüyorum. Moda ve sanatın kesiştiği en iyi örnekler bence Hüseyin Çağlayan ve  özellikle Alexander Mc Queen’di. Modayı araç olarak kullanan bir sanatçıydı McQueen ve sanki tasarımları canlıydı. Onun dışında bu tip renkli sabun köpüğü işbirlikleri olmaya devam edecek bence.

 

İbrahim Cansızoğlu
(Yazar- Sanat Tarihçi)

“Peki bu ikinci birlikteliğin neden hiç tadı yok? Sanırım cevabı aradan geçen 10 yılda aramak gerekiyor.”

Deli ve dahi sanatçı figürünün yapay 21. yüzyıl versiyonu olan yeni meşhur vitrin androidi, bu eski mitin hortlatılması için gereken malzemeyi cömertçe sağlayan Yayoi Kusama’yı pek rahatsız etmemiştir muhtemelen. Kusama’nın bu mitin dönüştürülmesi ve zihinsel hastalıklara yönelik stigmanın kırılmasına yönelik çabalarını değersiz bulmadığımı da belirtmek istiyorum. Louis Vuitton ve Kusama, ilk işbirliklerini 2012 yılında gerçekleştirmişlerdi. Haliyle kapitalizm ve güncel sanat ilişkisi bağlamında oldukça sert eleştirilere maruz kalan bu işbirliği, o yıllarda pek başarısız bulunmamış hatta kısıtlı da olsa heyecan uyandırabilmişti. Peki bu ikinci birlikteliğin neden hiç tadı yok? Sanırım cevabı aradan geçen 10 yılda aramak gerekiyor. Bu süre içinde bir ekonomik sistem olarak kapitalizme yönelik kitlesel bakış fazlasıyla değişti. Yarattıkları eşitsizlik şimdiki kadar radikal olmayan neo-liberal politikaların etkisiyle çoğalan finansman olanaklarının sağladığı kolaylıklara ve globalleşme söyleminin ezberlenmiş eleştirel tutumlarına alışan güncel sanat ise aynı süre zarfı içinde çoğunlukla kendi konfor alanında kalmayı tercih etti. İçerik değişse de kullanılan yöntemler ve formatlar ufak revizyonlar dışında aynı kaldı. Bu genel tutumun da ötesinde 1977’den beri Tokyo’daki bir psikiyatri kliniği ve hemen karşı sokağındaki atölyesi arasında, kendi yarattığı dünyada yaşan Kusama’nın tüm bu değişimleri takip ettiğini, takip etse dahi önemsediğini zannetmiyorum. Sonuç ortada. Sosyal medyada dolaşıma giren vitrin performansını izlerken aklıma takılan başka sorular da oldu: Kafasını çevirip gözlerini kırpabildiği için hayranlık duymamız, donuk jestlerini izlerken sevinçten ellerimizi çırpmamız beklenen bu çalışkan robot yalnızca başka birinin kopyası olarak tanınmak ister miydi? Yoksa hepimizi gibi o da çok mu sıkılıyor tüm bu olan bitenden?

Yayoi Kusama, Fotoğraf:David Zwirner

Ayşegül Sönmez (Sanat eleştirmeni)

“Fiili olanın iptali söz konusu”

Performans sanatı açısından bakacak olursak ki Kusama 1960’larda bir performans sanatçısıydı. O dönem performans sanatçısı kadar izleyici de aktif işin içindeydi.Burada artık sanatçının ikamesi, robotu, temsili ve yaptıklarının da temsili, reprodüksiyonu söz konusu. Yani Hal Foster’ın da haklı olarak methiyede bulunduğu “fiili” olanın iptali söz konusu. Bu ne demek? Bu tüketicinin sadece tükettiği takdirde aktif olacağı anlamına geliyor.Yayoi Kusama’nın elinin bir fabrikaya dönüştüğü, makinalaştığı anlamına geliyor.Bir sanatçının ifadesinin tamamen denetim ve üretim ve sınırlar altında oluşunun seyirlik hale gelmesi bana kalırsa ürkütücü.
Duchamp eli ortadan kaldırırken sanatın tüketim biçimine çelme takıyordu. Oysa burada el ortadan daha elverişli bir değiş tokuş, tüketim için kalkıyor.Kusama’nın kendisi temsiliyle, aşkın bir takıntının izleri olan noktaları yapan eli, ikamesi, makina eliyle değiş tokuş ediliyor. Bu değiş tokuşun da kontrolü sanatçıda da değil, onunla işbirliği yapan LV’nin elinde.Bu hakiki bir dönüşüm!Tıpkı geçtiğimiz günlerde Miami Art Basel’da neyin satıldığını da değil, kimin ne kadar para harcadığını gösteren özel ATM gibi.Ürkütücü. Güzel günler görmeyeceğiz!

 

Şevket Sönmez (Ressam)

“Sanat bizi aktif kılıyordu, kafamızı kaldırıp görebilmek durumundaydık”

Özelde moda tasarımı çağdaş sanat ilişkisinin krizi gibi görünse de bence bu daha çok ‘entertainment’ sektörünün artık her şeye yayılarak anlamını değiştirmesi… Bizim kuşağımızın gözü önünde ‘sinema sanatı’ bu eğlence canavarı tarafından yutuldu… Çağdaş sanat biraz daha zor lokma gibiydi ama bir yolu bulunmuş işte! Peter Greenaway, sinemanın sanata dönüşmeye fırsat bulamadan öldüğünü, prematüre doğduğunu vs. söylerdi. Haklı. Sanat, bizi aktif kılıyordu bakmak, kafamızı kaldırıp görebilmek, arayıp bulmak, okumak, anlamak bir seyler yapmak durumundaydık, sinema demokratik değildi, pasifize ediyordu, durağan imgenin gücüne sahip değildi, eğlence dünyası tarafından yutulmasına şaşırmamak lazım ama sanat  dediğimizin aldığı bu  hale tabi ki  şaşırmalıyız. Sanat ana arterleden biri orası tıkanırsa fena işte…

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 11:32:06