A password will be e-mailed to you.

14 yıl aradan sonra 10’uncu sezonuyla geri dönen ve The X-Files mitolojisinin temellerini yerinden oynatmaya çalışan yeni The X-Files izlenmeyi ne kadar hak ediyor?

90’lı yıllarda hayatımıza giren ünlü televizyon dizisi The X-Files, 14 yıl aradan sonra geçtiğimiz hafta ekranlara geri döndü. Sadece altı bölümlüğüne olsa bile Mulder ve Scully’i yeniden görev başında görebilecek olmak serinin hayranlarını çok heyecanlandırmıştı. Üstelik bu hayran kitlesi, dizinin daha önce yayınlanan iki yüz küsür bölümünün en iyileri kadar olmasa da; ortalama The X-Files bölümleri tadında altı yeni bölüm daha izlemeye razıydı. Neredeyse herkesin tek derdi; biraz nostalji yaşamak ve yenilerini izlerken eski bölümleri de en ince ayrıntısına kadar tek tek hatırlamaya girişip içlerindeki The X-Files “ineğini” ortaya çıkarmaktı. Fakat beklenilen olmadı ve geçtiğimiz pazar gecesi diziyi izleyen hayranların neredeyse hepsi gördükleri şey karşında deliye döndüler. Karşılarında, 90’lı yıllarda inşa edilen bütün bir The X-Files mitolojisinin temellerini yerinden oynatmaya çalışan ve bugüne dek öne sürdüğü her türlü teoriyi asılsız kılacak düzeltmeler yapmaya girişen; adeta tamamıyla yenilenmiş bir The X-Files duruyordu.

Dizinin muhafazakar hayranlarını sinirlendiren en önemli gelişmelerden biri son model The X-Files’ın, 90’lardaki orijinal The X-Files’ın seyirciye inandırmaya çabaladığı komplo teorilerini daha ilk dakikadan yalanlıyor olmasıydı. Dizinin 90’lı yıllarda yayınlanan bölümlerinde bir uzaylı komplosunun varlığından bahsedilir ve uzaylıların dünyayı sömürgeleştirme planlarıyla aramızda gezindikleri ve hatta hükümetin içine de sızdıkları öne sürülürdü. Dizinin yeni versiyonunda ise bu uzaylı komplosu meselesinden henüz ilk dakikalarda vazgeçiliyor ve yeni bir komplonun varlığından bahsedilerek dizinin mitolojisi kritik bir yeniden yapılandırma sürecine sokuluyor. Bu yeni komploya göre; uzun yıllardır sorumlusunun dünya dışı varlıklar olduğuna inandığımız bütün eylemlerin arkasında aslında devletin ta kendisinin bulunduğu öne sürülüyor. İnsanlar üzerinde yapılan genetik deneylerden tutun da esrarengiz adam kaçırma vakalarına kadar bugüne dek açıklanamayan ne varsa hepsinin arkasında tek bir süper gücün bulunduğu ve onun da sanılanın aksine bir “uzaylı” değil; bir “dünyalı” olduğu vurgulanıyor. Böylelikle herkesin gözü önünde The X-Files hikayesinin merkezinde yer alan ve yıllar yılı hiç değişmemiş bir düşmanın kimliği değişmiş oluyor. En baştan beri dizinin hikayesinde ana tehdit unsuru olarak yer alan “tanımlanamayan yabancılar” yerini “derin devlet”e bırakıyor.

Gerçek “burada” bir yerde

Kökten “uzaycı” The X-Files hayranlarının yakarışlarına aldırış etmeden bu değişimin sebeplerini sorgulamaya giriştiğimizde ise; karşımızda duran yenilenmiş The X-Files’ın bize oldukça fazla malzeme sunduğunu söylemek mümkün. The X-Files’ın o zamanlar sonuncusu olduğunu sandığımız dokuzuncu sezonu sona erdiğinde ve dizi uzunca bir süreliğine ekranlara veda ettiğinde, tarihler 2002 yılının Mayıs ayını gösteriyordu. Yani dizinin son sezonu, 2001 yılının sonbahar aylarında yayınlanmaya başlamıştı. Bu da The X-Files’ın ekranlara veda etmeden önceki son sezonunun, dünya henüz “11 Eylül” saldırılarıyla tanışmadan önce yazılmış ve çekilmiş olduğu gerçeğini önümüze seriyordu. Kısacası The X-Files, 2000’ler sonrası kurulan yeni dünya düzeniyle henüz tanışamadan, üzerine 90’lı yılların politik ruhu sinmiş bir şekilde veda etmişti izleyicilerine. 11 Eylül sonrası ortaya çıkan komplo teorilerinden, 2008 Mortgage krizinin ardında yaşananlardan, Wikileaks skandalından ya da Edward Snowden’ın olay yaratan açıklamalarından habersiz bir şekilde sonlandırmıştı yayın hayatını. Hal böyle olunca, The X-Files’ın 90’lı yıllarda kendi kurmaca evreninin içinde ürettiği komplo teorilerinin tamamı bugün için fazlasıyla naif kalmış oldu. Çünkü o zamanların The X-Files’ı her ne kadar devletin bizden bir şeyler sakladığını düşünecek kadar ileri görüş sahibi olsa da asıl ve ebedi düşmanın hep orada, uzaklarda bir yerde bizleri gözlediğine inandı. Hiçbir zaman düşmanın devletin ta kendisi olacağına ihtimal vermedi. 

Şimdi, yıllar sonra ekranlara geri döndüğünde; The X-Files’ın ilk yaptığı hamlenin dizinin mitolojisi içerisindeki düşman kavramını yeniden tanımlamak olması oldukça anlaşılır bir karar. Çünkü The X-Files’ın geri döndüğü dünya, kesinlikle 2002 yılında geride bıraktığı dünyayla aynı dünya değil. Aradan geçen zaman sayesinde artık yaşanan olaylar içerisindeki “devlet elinin” sanıldığından daha büyük ve müdahaleci olduğundan haberdar olduğumuz bir dünyanın içindeyiz. The X-Files yazarları da yaşanan tüm bu değişimin ve eksen kaymasının farkındalar ki dizinin komplo teorilerini sil baştan kurguluyorlar. Hikayelerinin merkezindeki uzaylı fenomenini muhafaza ediyor olsalar da tehlikenin kaynağının “onlar” olduğu konusundaki yanlışlarını düzeltiyorlar ve düşmanın dışarıda değil, içimizde olduğu teorisini öne sürüyorlar. Bu noktada The X-Files dizisinin zamanla markalaşan ünlü mottosu “gerçek orada bir yerde”nin, dizinin yeni sezonunun ikinci bölümünde, Ajan Mulder’ın araştırdığı bir vaka hakkında birşeyler öğrenmek için buluştuğu bir göçmen tarafından “gerçek burada bir yerde” olarak yenilenmiş haliyle zikredilmesi de oldukça anlamlı. Dizinin karakterlerinden birinin öne çıkıp dizinin bunca yıldır göğsünü gere gere taşıdığı bu mottoyu bozarak kullanmış olması, The X-Files’ın kesin olarak bir söylem değişikliğine gittiğinin en önemli göstergesi sayılabilir. Dizinin yine aynı bölümü içerisinde, 1968 yapımı orijinal Planet of the Apes’in final sahnesini bir televizyon ekranına yansırken görüyor olmamız da doğrudan bu söylem değişikliği meselesiyle ilgili zaten! Tıpkı Charlton Heston’un o filmde canlandırdığı astronotun, içinde yaşadığı tehlikeli gezegenin aslında dünya olduğunun farkına vardığı o sahnedeki gibi; The X-Files yazarları da tehlikenin kaynağının uzaktaki gezegenlerde değil, en baştan beri dünyada ve yanı başlarında olduğunun artık farkına varmış durumdalar.  

İnanmak “istemiyorum”

11 Eylül sonrası dünya düzeni için adeta yeniden yapılanan The X-Files’ın, sadece dizinin eskisi gibi “alacakaranlık kuşağı” tadındaki bölümlerini izlemeye devam etmek isteyen naif hayranlarını mutsuz etmekle yetindiğini söylemek zor. Çünkü dizinin takındığı bu yeni ve cesur tavrın, televizyonda dünyayı ele geçirmeye çalışan uzaylılar görmek isteyen The X-Files “ineği” birkaç sıkı hayrandan çok daha büyük bir kesme rahatsızlık verdiğini söyleyebiliriz. Yeni bölümlerin önümüze sürdüğü düşmanın devletin ta kendisi olduğu gerçeği; özellikle Amerika’daki cumhuriyetçi muhafazakar kesmin tepkilerini şimdiden toplamış durumda. The X-Files’ın yayınlandığı FOX kanalının izleyici kitlesinin neredeyse tamamını oluşturan muhafazakar görüşlü izleyicilerin, The X-Files etiketiyle paylaştığı sosyal medya iletileri de bu rahatsızlığı gözler önüne serer nitelikte. Anlaşılan, zaten herhangi bir şeye inanmaya dünden razı olan muhafazakar kesim, The X-Files’ın bir başka ünlü mottosu olan “inanmak istiyorum”a dizinin yaratıcılarından bile daha sadık kalmak konusunda oldukça kararlı. Oysa yeni sezonun ilk bölümünde Mulder’ın “inanmak istiyorum” afişinin üzerine basıp; bir de onu yırtmış olması dizinin bu mottoyla olan bağını da çoktan koparmış olduğunu gösteriyor bizlere. Kim bilir belki dizinin yaratıcısı Chris Carter yıllar sonra zaten hikayenin en başında esinlenmiş olduğu bu mottoyu, bu kez tıpkı gerçekten söylendiği ve tarihe not düşüldüğü gibi aktarmaya karar vermiştir. Yani ünlü astronom Carl Sagan’ın söylediği şekliyle; “İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum” diye!  

Daha fazla yazı yok
2024-11-23 12:44:57