Netflix Türkiye’deki en çok izleneneler listesinde ilk sıraya çıkan, ANS Productions ve Evrensel Film imzalı, yapımcılığını Evren Oğuz’un, yönetmenliğini Abdullah Oğuz’un yaptığı, başrollerini Birce Akalay ve Olgun Toker’in oynadığı, hikâyesini Özden Uçar, Onur Böber ve Evren Oğuz’un birlikte yazdığı mini dizi Mezarlık, cinsiyetçiliğin ve şiddetin hegemonikliğini gündeme getirerek bir yüzleşme yapmamızı\yapılmasını mümkün kıldı. Ancak bu yüzleşme, sessiz bir yüzleşme olmaktan öteye gitmedi mi? Akademisyen yazarımız Kinem Tokdemir yanıtlıyor…
Öncelikle dizide işlenen konular, olaylar, diyaloglar ve hatta kullanılan simgeler; Türkiye’de ‘kadın sorunu’ konusunda hangi noktada olduğumuzu ustalıkla gösteriyor. Dizinin isminin mezarlık olmasının sebebi; faili meçhul cinayet dosyalarının çözüme ulaşamadan arşive gömülmesidir. Cinayetleri çözmek üzere çalışan ekip; -tıpkı kadın cinayetlerinin kısa bir süre gündem olduktan sonra sessizliğe gömülmesi gibi- binanın en ıssız ve köhne yerinde, bodrum katında, gözlerden ırak çalışmaktadır. Diğer yandan dizinin başrolünde ve Özel Suçlar Birimi ekibinin komiserliğini\liderliğini üstlenen Önem Özülkü ismiyle Birce Akalay yer almakta; dizi boyunca Komiser Önem, hem cinayetlerin ortasında hem de kızı ile ilişkileri konusunda savrulup durmaktadır. Diziyi izleyenler; evet, işte, yine ‘kadın komiser’ sıradanlığı var diyebilirler. Üstelik Komiser Önem, çalıştığı ortamda erkeklerle ve onların önyargılarıyla mücadele etmekte. Kendisine yöneltilen “yeni kadın polis siz misiniz?” şeklindeki soruya, “Adım Önem Özülkü, kadın olmamın mesleğimle bir alakası yok.” şeklindeki cevapla, aslında, iş yerindeki mevcut konumunun kadın kimliğinden bağımsız olduğunu hatırlatmıştır. Ne var ki komiserin kadın olması, üzerine basa basa tekrarlanan bir simgesel değer değil; aksine yüzleşmekten kaçınılan bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle, gündelik yaşantımızda bizlere sıradan gelen cinayet, taciz, tecavüz, baskı ve mobbing gibi şiddeti içeren söylemlere ve eylemlere öyle alıştık ki bu dizi, en basit tabirle sıradan olanın da eleştirisi konumunda. Kaldı ki dizi zımni\gizli simgesel şiddet pratikleri bir yana aleni\açık şiddet ile her seferinde yüzleştiriyor izleyiciyi.
“….yeni kadın polis siz misiniz?”…, “Adım Önem Özülkü, kadın olmamın mesleğimle bir alakası yok.”
Güneşten Daha Sıcak isimli ilk bölümü, kadına yönelik şiddete dair tutumun/beyanın aslında gerçeği\durumu yansıtmadığı; bununla birlikte cinsiyetçi ikiyüzlülüğün/ikiyüzlülüğümüzün bir deşifresidir aslında. Önem’in, dizinin başında kamuoyuna okuması gereken metin, tam da söylem ve eylem arasındaki çelişkiyi gözler önüne serer. Kadınların artık kendilerini daha fazla güvende hissettiğini; kadın cinayetlerinin gün geçtikçe azaldığını ve cinayetlerin çözümü konusunda sarf edilen çabanın oldukça başarılı olduğunu beyan eden bu metni, Önem’in, oldukça rahatsız bir biçimde okuduğu anlaşılmaktadır. Nitekim her ne kadar aksi iddia edilse de ve cinsiyetçiliğin ifşa edildiği günümüz Dünyasında vahşice öldürmeye varan şiddetin yok sayıldığı/azaldığı beyan edilse de gerçekler, ortadadır. Ayşegül Yaraman’ın altını çizdiği üzere, “Tutum ya sözle ifade edildiğinde ya da davranışla sergilendiğinde anlaşılabiliyorsa, … kişinin ifadesi mi, yoksa davranışı mı asıl tutumu yansıtmaktadır? İhtimallerin ötesine geçip gerçek tutumu budur, demek imkânsızdır. Bu nedenle aslolan davranıştır, eylemdir.” sözlerini hatırlamak gerekmektedir. Daha ilk bölümde bir arabanın içinde yanmış bir kadın cesedi bulunmuştur. Aslolan ne kadar inkâr edilirse edilsin şiddetin giderek arttığıdır. Sahabe Hangün’ün yaptığı değerlendirmeye göre de, dizide, “Bütün bu eleştirilerle birlikte yakılarak öldürülen bir kadının cinayetini anlatan bölümde televizyon programlarının kadınlar üzerinden reyting yarışı yaptığına, kadınların toplumsal düzen yüzünden şiddet gördüğü halde faili şikâyet edememesine, etse bile gereğinin yapılmadığına, mesleklerinde ne şekilde önyargılara ve mobbinge maruz bırakıldıklarına ve bir kadının şiddet gördüğünü çevredeki insanlara ne şekilde bildirmesi gerektiğine dair önemli işaret dilleri de dâhil olmak üzere birçok noktaya değinilmiş.”
“… kişinin ifadesi mi, yoksa davranışı mı asıl tutumu yansıtmaktadır? Aslolan davranış mıdır? “
Bir Nefes Kadar Yakın isimli ikinci bölümde ise bir çöp konteynırında bulunan kadın cesedi, bu kez gözleri hem maktulün çalıştığı mekâna hem de ailesine yönlendirir. Maktul, ailesi içinde büründüğü kimlik ve yaşamak istediği kimlik arasında bölünen genç bir kadındır. Bu bölümde dikkat çeken nokta; hem kutsal aile normlarının ne derece baskıcı olabildiği hem de İslam üzerinden bir yüzleşmenin ön plana çıkmasıdır. Buna rağmen genç nesil için bir umut da barındıran bu bölümde anne ile babanın dayattığı kimliğin karşısında kardeşlerin kendi içindeki dayanışma ve ayrı bir kimliğe dair başkaldırının varlığına da şahit oluruz.
Göldeki Kadın isimli üçüncü bölümde de, sosyo-ekonomik açıdan gelir durumu iyi olan yalnız yaşayan, boşanmış bir kadının cinayete kurban gitmesi işlenmektedir. Bu bölümde işlenen konu -ki özellikle otopsi sahnesi- tüyler ürperticidir. Kanaatimce dizinin bu bölümünü izledikten sonra yalnız yaşayan kadınların ne düşündüğü ve neler hissettiği aşağı yukarı aynı olmuştur. Kaldı ki sosyo-ekonomik düzeyi iyi olan bir kadının vahşice öldürülmesi; esasen herkesin bir biçimde zımni\aleni şiddete maruz kaldığının\kalabileceğinin en açık göstergesidir. Yaraman’a referansla, kadınların özgürleşmesi ve iktidarı ele geçirmeye başlaması konusu, dizinin bu bölümünde karşımıza çıkmaktadır. Cinsiyetçi ikiyüzlülük dâhilinde, iktidarın ‘başarılı bir rövanşı’ olarak değerlendirilebilecek bu durum; dizilerde ilk kez işlenmeye başlamıştır. Dolayısıyla egemenlik ilişkileri içinde mağduriyeti/şiddeti daima bir başkasının başına gelmiş ya da gelirmiş gibi bir ön yargıya haiz olmak, yanıltıcıdır; bunun deşifre edilmesi mühim olandır. Yaraman’ın ifade ettiği üzere, “Mağduriyetin ilgası (ortadan kaldırılması) sadece talebe değil, bedel ödemeye bağlıdır. Cinsiyetçi ikiyüzlülük talep ettiğini hayata geçir(e)memek ve bununla bağlantılı olarak bedel ödemeye yanaşmamakla doğrudan ilişkilidir.”
“Cinsiyetçi ikiyüzlülük dâhilinde, iktidarın ‘başarılı bir rövanşı’ olarak değerlendirilebilecek bu durum; dizilerde ilk kez işlenmeye başlamıştır. Dolayısıyla egemenlik ilişkileri içinde mağduriyeti/şiddeti daima bir başkasının başına gelmiş ya da gelirmiş gibi bir ön yargıya haiz olmak, yanıltıcıdır; bunun deşifre edilmesi mühim olandır.”
Düğüm isimli son bölüm ise, şimdiye kadar ki yapılan eleştirilerin, gösterilen çabanın karşılıksız kaldığı gerçeğiyle yüzleşildiği bölümdür. Bu bölümde cinsiyetçi ikiyüzlülüğün ne denli kök saldığı ve artarak ilerlediği anlaşılmaktadır ki zaten bu bölümde öldürülen gazetecinin hakkı arandığında kapitalizmin\sermayenin nasıl da sessiz kaldığı, bir kez daha anlaşılmaktadır. Cinayetlerin nasıl hasıraltı edildiği, şiddetin artan -hem de herkes için- boyutu, hiç kimsenin güvende olmadığı ve herhangi bir takım elbise ile indirilen cezalardan taciz ve tecavüzlere yok sayılan birçok konuya cesurca değiniyor dizi. Neticede dizide de yer aldığı gibi “hiç kimse güvende değil”; bu güvensiz ve belirsiz ortamda -Yaraman’a referansla- cinsiyetçi ikiyüzlülüğün derinliği ve heryerdeliği/herkesdeliği deşifre edilmelidir.
Kaynaklar
Ayşegül Yaraman, 2020, Cinsiyetçi İkiyüzlülük, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Sahabe Hangün, 3 Ağustos 2022, Koca bir yüzyılın özeti: Mezarlık, Evrensel, https://www.evrensel.net/haber/467234/koca-bir-yuzyilin-ozeti-mezarlik (23 Ağustos 2022 tarihinde erişildi).
Zeynep Güven Ünlü, 26 Haziran 2022, Mezarlık dizisi önce Emniyet’i yerden yere vuruyor, sonra kadınlardan ‘özür diliyor’, Diken, https://www.diken.com.tr/mezarlik-dizisi-once-emniyeti-yerden-yere-vuruyor-sonra-kadinlardan-ozur-diliyor/ (24 Ağustos 2022 tarihinde erişildi).