Dünyanın En Kötü İnsanı’nı mizojin buldum… Yönetmen, başka bir erkeğin evine taşınmasa, annesinin evine dönmekten başka ne yapar kız başına Julie? Daha sofistike, Batılı ve varoluşçu bir anlayışla da olsa evin direği erkektir! Ekmeği erkek kazanır…. Bu kadınlar da fazla serbest kalınca ne isteyeceğini şaşırdı diye bakıyor duruma. Baba meselesini de eksik etmiyor. Babasıyla sorunlu kadın işte, çözmesi lazım ki evlenebilsin, yerini yurdunu bilsin.
Dünyanın En Kötü İnsanı kimdir? Joachim Trier’e söyleşilerinde sormuşlar, “Julie değil tek başına, üç ana karakterin hepsi ve hiçbiri” demiş. Çevirmiş kazı yanmasın. Filmi pek beğenenler bana yakıştırabilir bu sıfatı, sakıncası yok. Norveçli yönetmenin Sessiz Çığlık / Louder Than Bombs filmi gibi Dünyanın En Kötü İnsanı’nı da mizojin buldum. Başrol oyuncusu Renate Reinsve’ye bu yıl Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandıran bir performans sunma olanağı vermesine rağmen… Hatta o anlamsız Bechdel testini bile geçemez… Cannes’da jüri üyesi olsam Dünyanın En Kötü İnsanı’nı izledikten sonra ben de Altın Palmiye’yi Titane’a verirdim, panzehir niyetine!
Reinsve, Julie rolünde gerçekten çok iyi bir performans veriyor. Enerjisi, gençliği ve güzelliğiyle (yüzü Leighton Meister’ı andırıyor, genel havası Anna Karanina’yı) 12 bölümden oluşan filmi izlenmeye değer kılıyor. Yaşı 30’a yaklaşan, hayatta kendine bir hedef koymamış, duygularına kapılarak yaşayan bir genç kadın. Senaristler Eskil Vogt ve Trier yarattıkları fanteziyi seviyor besbelli, yine de özgür ruhlu değil de uçarı, iyi bir adam bulmuşken çocuk yapmayan zamane genç kadını olarak tanımlamışlar. Meslek edinmeye odaklanmak yerine aşık olduğu erkeklerle birlikte yaşarken harçlığını başka işler yaparak çıkarıyor, nasılsa evi geçindiren bir erkek var. Julie’nin ilgi alanları değişiyor. Tıp okurken psikolojiye geçiyor, fotoğraftan sonra yazmaya merak sarıyor. Kişisel aşk meşk yazıyor, kadınlar başka ne yazar değil mi ama?
Tipik bir refah ülkesi genci: İşsiz ve evsiz kalma kaygısı duymadan hangi yaşta ne eğitim almak isterse alabileceği için Julie’nin önünde hep uzun bir gelecek var. Julie hep hayatına yeniden başlayabilir… Ancak filmin başında birlikte yaşadığı, sonra Eivind’e aşık olup (Bana derler fındık kurdu / Çok aşıklar hapı yuttu) ayrıldığı Aksel’in kansere yakalanması üzerine Julie bir kez daha değiştiriyor hayatını…
Filmin hemen başında yalnız ve güzel Julie’yi üzerinde tipik bir seksi ‘kısa siyah elbise’ ile bir kokteylde görüyoruz. Belli ki o davetli topluluğuna yabancı ve kendini dışlanmış hissediyor. Oysa parti, çizer olan sevgilisinin onuruna verilmiş. Gerçekten bütün büyüleyiciliğiyle betimlenen bir Oslo yaz gecesinde eve dönerken bir düğünün davetlileri arasına karışıp Eivind ile tanışıyor… (Aldatırım ben aldanmam / Küçük beyler mantara basmam)
Joachim Trier, Aksel’den ayrılırken Julie’nin ilişkideki rolünü netleştiriyor:… başka bir erkeğin evine taşınmasa ne yapar kız başına, annesinin evine dönmekten başka… Daha sofistike, Batılı ve varoluşçu bir anlayışla da olsa evin direği erkektir, ekmeği erkek kazanır, bu kadınlar da fazla serbest kalınca ne isteyeceğini şaşırdı diye bakıyor duruma. Baba meselesini de eksik etmiyor. Babasıyla sorunlu kadın işte, çözmesi lazım ki evlenebilsin, yerini yurdunu bilsin.
Genellikle kasvetli olan Trier filmlerinde alışık olmadığımız bir mizahla yoğrulan, romantik komedi kıvamına gelmese de yeterince gülümseten Dünyanın En Kötü İnsanı, Julie’nin Aksel’in hastalandığını öğrendiği dönüm noktasından itibaren yine melodrama kayıyor. O ara filmin antagonistleri de çıkıveriyor sahneye. Aksel’in daha birkaç yıl önce çok beğenilen, animasyonu da yapılan çizgi romanını cinsiyetçiliği yüzünden eleştiren meymenetsiz feministlerin devri gelmemiş mi!
Yazar ve yönetmenin sesini Aksel’in ağzından duyuyoruz bir tartışma programında. Adamcağız daha kırklarında kanserle mücadele etsin, onlar da bir darbe daha indirsin. Ama Julie koşup geliyor, kadın dediğin şefkatli olur, Aksel’in erkek gururundan ördüğü duvarı fedakarlığıyla aşıyor, bu acıyla olgunlaşıyor…
Mor iğneleri batırdım ama dünyanın en kötü filmi değil, nihayetinde. İyi görüntülenmiş, iyi kurgulanmış, iyi oynanmış, mekanı iyi kullanmış, müziği güzel… Kendini erkeklerle duygusal ilişkilerine kaptıran, aşk ilişkilerinde enerjisi, gençliği ve güzelliğiyle filmi izlenir kılıyor.