Onu ilk olarak TRT’nin siyah-beyaz ekranında gördüğümü hatırlıyorum. Olağanüstü yeteneklere sahip Arjantinli genç bir futbolcudan söz ediliyordu haberde. Neredeyse vücudunun tüm yüzeyiyle top sektirebiliyor, raket gibi kullandığı sol ayağıyla inanılmaz çalımlar, goller atıyor ve bu hareketleri adeta nefes alırcasına rahat bir şekilde yapıyordu. İsmi uzun ama akılda kalıcıydı: Diego Armando Maradona.
Sırf içinde 10 saniye maç gözüküyor diye dost ve kardeş ülke Kuveyt’in tanıtım filmini 3-4 kez izleyecek kadar futbol meraklısı olduğumdan bu oyuncunun adını derhal hafızaya aldım. Zamanla daha çok duyar olduk onun ismini. Kısa süre içinde de mahalle maçlarında Maradonalar türedi. Ali Kemal’in, Selçuk’un pabucu dama atılmıştı. Çocukların yeni idolü memleketimizden çok uzaklarda yaşayan bu Arjantinliydi.
Maradona’yla ilk ciddi randevumuz 1982 senesindeydi. Gazetelerin artık mazide kalan Dünya Kupası eklerinde Arjantin’in yıldızı olarak fotoğrafları yer alıyordu. O zamana dek kıtası Güney Amerika’da kendini çoktan ispatlamıştı. Ülkesini zafere taşıdığı Japonya’daki Dünya Gençler Şampiyonası’nda da Asya’yı fethetmişti. Şimdi sıra İspanya’daki Dünya Kupası’nda hünerlerini Avrupalılara göstermeye gelmişti. Buenos Aires’in gecekondu mahallesinden çıkan Maradona’nın iki büyük hedefi lig şampiyonluğunu kazanmak ve Dünya Kupası’nı havaya kaldırmaktı. Kulübü Boca Juniors ile ilk amacına ulaşmıştı. İkincisi için ise beklemesi gerekecekti. İspanya 1982’de yeteneklerinden parıltılar sunsa da yediği tekmeler nedeniyle kendini tam anlamıyla gösteremedi. Futbol onun için yoksulluğa isyanın bir yoluydu biraz da. Meşin yuvarlak sayesinde fakirliği aşmış daha iyi yaşam koşullarına kavuşmuştu. İspanya’daki isyanı ise ona yapılan kasıtlı sertliklereydi. Ama mücadeleyi kaybetti. Brezilya maçında bu kez o savurdu rakibine tekmeyi ve kupayı oyundan atılarak tamamladı.
Kupa sonrası transfer rekoru kırarak Barcelona’ya transfer oldu. Katalan ekibinde işler çok yolunda gitmedi. Çok iyi maçlar çıkarmasına karşın sakatlık etkisiyle de gerçek Maradona’yı izletemedi. İspanya yine yaramamıştı ona. Tıpkı 1982’de olduğu gibi attığı bir tekme Barcelona kariyerinin noktalanmasına sebep oldu.
Bir sonraki durağı İtalya’ydı Diego’nun. Yine bir transfer rekoruyla Napoli’nin yolunu tuttu. İspanya’da merkezle her daim çatışan Katalanların kulübü Barcelona için ter dökmüştü. Çizme’de ise paranın merkezi kuzeyin ezeli düşmanı güneyin fakir kenti Napoli olmuştu tercihi. Bu kulüpte geçirdiği 7 yılda kazanmadığı başarı kalmadı Maradona’nın. Mavi-beyazlılar tarihlerinde ilk kez lig şampiyonluğuna ulaşırken bu zaferin mimarı Diego’ydu. Adeta tek başına şampiyon yapmıştı Napoli’yi 1986-87 sezonunda. Zaten onu farklı kılan da bu özelliğiydi: İmkansızı başarmak. 1989-90’da bir kez daha İtalya’nın zirvesine çıkardı Napoli’yi. Hem de Gullit- Van Basten ve Rijkaard’a sahip Milan’ı geride bırakarak. UEFA Kupası ile Avrupa’nın da tepesine taşıdı mavi-beyazlıları. O artık Napoli’de halk kahramanıydı.
İtalya yıllarında asıl hayalini de gerçekleştirdi Diego. 1986’da Meksika’nın ev sahipliği yaptığı Dünya Kupası, bir futbolcunun gezegenin en büyük futbol organizasyonunda gerçekleştirdiği en müthiş bireysel performansa sahne oldu. Maradona ülkesi Arjantin’i şampiyonluğa taşırken her maçta resital sundu. Özellikle İngiltere karşısında… Bu maçta attığı iki gol de dünya futbol literatürüne geçti. İlki eliyle kaleci Shilton’u avladığı gol. Diğeri ise unutulmaz slalomunu ağlarla buluşturması. Diego bu maçta ülkesi Arjantin’i Falkland Savaşı’nda bozguna uğratan sömürgeci İngilizlerden de intikamını almıştı. Ona göre, ölümünden sonra dahi tartışılan ilk goldeki el tanrının eliydi.
1990 Dünya Kupası’nda eski formunda olmasa da yine klastı Diego. Yugoslavya karşısında kaçırdığı penaltıyla şaşırttı, Arjantin’in Brezilya’yı elediği maçtaki slalomu ve sonrasında Caniggia’ya verdiği öldürücü gol pasıyla 1986’yı hatırlattı. Bu kupadaki asıl şovunu ise yarı final öncesinde saha dışında yaptı. Arjantin’in rakibi kupanın ev sahibi İtalya, karşılaşmanın adresi ise Maradona’nın ikinci evi Napoli’ydi. Maçtan bir gün önce Napoli halkını Arjantin’i desteklemeye çağıran Diego bunda büyük ölçüde başarılı oldu. İtalya’yı penaltılarla eleyen Arjantin finale çıktı. Şampiyonluk mücadelesinde Almanya’ya boyun eğdi Maradona ve arkadaşları, futbolseverlerin pek de içine sinmeyen bir penaltıyla. Dakikalarca gözyaşı döktü maçın ardından alkol ve uyuşturucuyla iyiden iyiye dost olduğu ülke İtalya’da. Eskisi kadar görkemliydi değildi oyunu, kilo da almıştı ama hâlâ tutkuluydu.
1991 onun için dönüm noktası oldu. Girdiği test sonucu kokain kullandığı ortaya çıkınca 15 ay men cezası aldı. Futbola döndükten sonra İspanya’da Sevilla ve ülkesi Arjantin’de Newell’s Old Boys’da forma giydi. Artık eski günlerinden çok uzaktaydı. Buna karşın Arjantin’in 1994 Dünya Kupası kadrosunda yer buldu. Tangocular kupadaki ilk maçında Yunanistan’ı yenerken harika bir gole imza attı. Ancak bu maçın ardından yapılan testte dopingli çıkınca Milli Takım ve Dünya Kupası kariyeri son buldu. Futbolculuğa vedası ise Boca Juniors’da gerçekleşti. Çalıştırıcılık kariyeri oyunculuğundan çok uzaktı Diego’nun. 2010’da Dünya Kupası’nda Arjantin’in teknik direktörüydü. Sıkça karşılaştırıldığı Messi ise öğrencisiydi. Arjantin’i çeyrek finalde eleyen Almanya, 1990’ın ardından Maradona’ya bir darbe daha vurdu.
Maradona, futbol tarihinin belki de en sıra dışı ismiydi. Sahada yaptıkları etkileyiciydi. Olağanüstü bir çalım repertuvarına sahipti, duran top ustasıydı, kısa boyuna karşın yeri geldiğinde kafasını da ayakları kadar iyi kullanırdı. Peki ya futbol dışındaki yaşamı… İşte bu alan gelgitlerle doluydu. Bazen hayata soldan bakıyor, bir devrimci gibi davranıyordu. Kimi zaman da bugünün moda tabiriyle endüstriyel futbolun tüm enstrümanlarından faydalanıyor Çarkıfelek’te göbek bile atabiliyordu. Castro ile de dosttu, Mafya ile de. Hasta bir çocuğa yardım maçı düzenlemek için varını yoğunu ortaya koyan da oydu, gazetecilerin üzerine ateş açan da. Paranın, şöhretin altında ezildiği de oldu, yoksul günlerini hatırlayıp Vatikan’ın saf altından çatıları nedeniyle Papa’ya isyan bayrağını açtığı da. Belki de en ilginci Meksika’nın uyuşturucu başkenti Sinaola’nın imajını düzeltmek için şehrin kulübü Dorados’un başına getirilmesiydi.
Bana göre onun sergilediği güzelliklerin altında Diego’nun imzası vardı. Yaramazlıkları yapan Maradona’ydı. Sırlarını taşıyan ise Armando. Son golünü Corona’ya attı. Öyle büyük bir yıldızdı ki ölüm haberiyle dünya birkaç saatliğine de olsa pandemiyi unuttu.