“Sözden Öte” başlığıyla 3 küratörün seçtiği işlerle ve onlara ait alt başlıklarla açılan bienalin açılışından sonra bienalin Mardinlilerin deyişiyle “bıraktığı” en önemli soru turistik deneyimin ötesine bir bienalle geçmenin mümkün olup olamadığıydı.
“Sonsuz Bakış” dedi Fırat Arapoğlu. “Beden Dili” dedi Nazlı Gürlek. “Sınırlar ve Eşikler” dedi Derya Yücel. Döne Otyam’ın direktörlüğünde üç küratör kendi alt başlıkları ve seçtiği sanatçılarla bir sergi yaptı. Bu ilginçti çünkü her birinin kendi sergisini yapacağını düşünüyorduk.
Oysa onlar, seçtiklerini “tek bir sergi”ye yerleştirmeyi tercih etmiş.
Güzel çünkü izleyici, işle karşılaştığında sanatçının kim olduğu kadar hangi alt başlıkta yer aldığına da bakıp onu kavramla ilişkilendirebiliyor.
Bu bakımdan orijinal bir tavrı var 4. Mardin Bienali’nin.
Üstelik böylelikle Mardin kentine öykünüyor.
Bir sürü farklı mimari, din, anlayış, lehçe ve dilin bir arada yaşayabildiği Mardin’e çoğulcu çok küratörlü bir sergi tesis ediyor.
Cengiz Tekin’in mavi halıları çarşının orta yerinde tam da güvercin yetiştiricilerinin bulunduğu mekanın önünde serili. Revaklı Çarşı’da bu halıların ne olduğunu anlamadan yürümek de mümkün. Ya turistik deneyimi aralayacak ya da pekiştirecek.
200 metreye yakın protokol halısının aralayacağı daha pek çok şey var.
Özel ve kamusal alanı melezleştirmede örnek mimari yapı, Mardin’e özel Abbara’larla birlikte düşünmeli bu halıları çiğnerken ayaklarımızla.
Mahremiyle birlikte şehirde yaşamayı örgütleyen Abbara’ları güncelliyor adeta.
Çağrı Saray da bunu yapıyor. Sonsuz Mesafe’de “yabancı” şehrin abbaraları içinde dolaşıyor. Bu gezintiden ortaya bir Mardin-Abbara haritası çıkıyor.
CANAN, Yıldız Hamamı’nda. Artık kullanılmayan hamama astığı tül perdelerinin üzerleri hayvan işlemeleriyle dolu. Sözden Öte, başlığına direk referansta bulunan bu yerleştirme Gönül Dili’yle konuşuyor. Gölge ve ışık oyunuyla perdelerden hepimize yansıyan bu dile dokunabilme, hepimizin içinde uyuyan bu dilin konuşmasına verdiğimiz ve vermediğimiz fırsatları hatırlatıyor. Son dönemde Jung felsefesine onun kolektif bilinçaltı tezine duyduğu ilgiyle işlerini ilişkilendiren CANAN öte yandan Mardin kentinin geçmişiyle özgün bir ilişki kuruyor.
Mardin’de eskiden hamamlar kategorik olarak ayrılırmış. Kadın seks işçileri için bir hamam olduğu kadar sadece askerler ya da yöneticiler için de hamamlar varmış. Ve her birini de bir hayvanın koruduğuna inanılırmış. Mesela yılanların mesela ineklerin…
CANAN da hayvanlarıyla Yıldız Hamamı’nı, arınmanın, buharın, sıcaklığın aslında bedenimizi dışarıda bırakmadan yaptığımız fiziksel ve kişisel yolculuk mekanı hamamı, geçmişten bugüne korumaya devam ediyor.
İnsel İnal, Dumansız Hava Sahası’nda, yine bienale özel olarak ürettiği video yerleştirmesinde Kızıltepe Xurs vadisinde dededen kalma tütün işi yapanlarla bir belgesel çekmiş.
Yeni tütün yasasıyla birlikte yerli üreticilerin sahneden silineceği gerçeğinin endişesi, tütün üzerinden gelenek üzerine düşünmemizi sağlıyor. Kanunla yok edilen geleneğin kaderi üzerine… Bunun yeraltında devam etme ihtimali ve aslında bastırılmayacak denli büyük köklere nice toplumsal ve şahsi öyküyü içerdiği için ne derece güçlü olduğuna…
Bir başka Mardin’e özel ve belki de bu anlamda hem hikayesi, hem formu açısından çok kıymetli iş, bir şarkı, müzikolog sanatçı Mustafa Avcı’ya ait.
Bu çoksesli kente bir şarkıyla öneride bulunan Avcı curcuna formunda bir şarkı üretmiş ve bunu da Mardinli müzisyen kanuni Abdülkadir Gökbalı nam-i diğer Asi Baba’ya okutmuş.
TRT’nin bir zamanlar ancak kendi kurallarıyla uyarlandığında yayımladığı halk türkülerini de anımsatırcasına Avcı, bu otoriter ve yine geleneğe müdahale içeren jesti tersine çeviriyor.
Senem Gökçe Oğultekin de bienale özel, bienalin bulunduğu coğrafyaya özel video işiyle Mardin Müzesi taş evinde.
Oğultekin’in Ani harabelerinde yaptığı iki kişilik dans performansı, 1940 ve 50’li yılların bugün video-art formuna öncülük etmiş işleriyle tanıdığımız Maya Deren’in avangard işleriyle büyük bir bağ taşıyor. Ani’de taş, ot ve manastır mekanlarının içi ve dışında yapılan performansın kaydı, şiirsel ve yapıldığı anın performatif izlerini unutturmayacak aksine izleyiciyi orada bulunmamasına rağmen oradaymışçasına etkileyen bir kurguya sahip. Bu da önemli ve son zamanlarda çok ihmal edilen bir video yaklaşımı.
Ve Fırat Bingöl’ün videosu. Yine Mardin bienaline özel olarak üretilen ve şehrin bulunduğu coğrafya üzerine eğilen işlerden. Konusu su. İlhamı Vanlı Kürd şair Feqiye Teyrani’nin bir şiirinden ve Japon bir biliminsanının suyla ilgili tezlerinden alıyor.
Bilim insanına göre insan bilincinin suyun moleküler yapısı üzerinde etkisi var.
Her daim aşk diye fısıldadığı filmini Bingöl, Hasankeyf’te çekmiş.
Sular altında kalacak Hasankeyf’te zamana karşı yarışmış adeta.
Zamanın üstünü suyla örtmenin, kapatmanın kesintiye uğratmanın mümkün olup olmadığını soruyor. Ey Su, Mardin bienalinin en mistik ve edebiyatla ilişki kurması açısından biricik işlerinden.
Emre Zeytinoğlu’nun “araştırmacı sanatçı” işi de biricik. Karnik Derbekyan’ın kim olduğuna, bir sanatçı, zanaatkar mı yoksa sanatçılara sipariş veren bir sanayici mi olduğuna ilişkin kısa ama ilginç araştırması, sanat tarihinde Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’ intikal edemeyen Ermeni ressamlarını, sanat tarihinin dışladığı 1914 kuşağı içinde yazmadığı, yok saydıklarını hatırlatıyor. Yazılmamış olanı araştırmaya davet ediyor.
Hasan Pehlevan’ın kentsel olarak dönüştürdüğü taş levhaların sokaklarda duvarlarda asılı olduğu Mardin bienalinde işiniz zor. Turist olmanın ötesine geçmek bir bakıma sözden öte değil tam da sözün içine, hikayenin, şehrin gerçeklerine, sesine geçebilme hassasiyetini gerektiriyor.
Bir bienal yapıldığı şehrin turistik imgesini aralayabilir, onu sözünün, kıymetinin tam da içine taşıyabilir mi?
Sıcak bir soru.
Hem sanatçılar hem Mardinliler hem izleyici küratör ve turistler ve aslına bakarsanız hepimizin içinde pek güzel yaşayan turistler adına sıcak bir soru.