A password will be e-mailed to you.

KASSEL- Beş yılda bir gerçekleşen dünyanın sayılı önemli çağdaş sanat sergisi Documenta 14, Kassel’da hassas bir başlangıç yaptı.

Hassasiyet pek çok konuya karşıydı.

Irkçılık, cinsiyetçilik, neo liberal kapitalizm, neo faşist liderler, iklim politikaları… Ve daha pek çok şey…

Küratöryal kadronun teker teker söz aldığı basın toplantısına Berlin’deki bağımsız sanat mekanının kurucusu Bonaventure Soh Bejeng Ndikung ve Paul B. Preciado’nun konuşmaları damgasını vurdu.

Ndikung’un konuşması duygusal ve derin, Preciado’nunki samimiyeti, içtenliği ve teoriyi hayatla buluşturmasıyla iz bıraktı profesyonel izleyicinin üzerinde…

Büyük bir sergi, gezegenimizin içinde bulunduğu pek çok soruna merhem, şifa olamaz çözüm öneri getiremez elbette lakin küratöryal ekibin konuşmaları en azından daha iyi bir dünya için bir sergiliğine birlikte bir duruş sergilemenin ve bu duruşun pekala çoğulcu bir duruş olabileceğinin sinyallerini verdi.

Ndikung’un mültecilerden, hiçbir yere ait olmayan, pasaportunu tanımadığı bir ülkenin otel odasında yakmak zorunda kalanın dramından dem vurdu.

Bununla kalmadı. Küratör, Savy çağdaş sanat merkezinin direktörü, içinden geçtiğimiz dönemi “belirsizlikler çağı” olarak değerlendirdi. Ve bu belirsizliklerin neoliberal politikalar tarafından birer kesinlik gibi gösterildiğini ifade etti. Belirsizliğin, müphemin taşıdığı potansiyelden bahsetti.

Adeta Cemil Meriç’in meşhur “evrensel olan müphemdir” sözlerini hatırlatırcasına Ndikung, bu çağın belirsizlikler çağı oluşundan, hiçbir yaptırımı, tarih yazımını, kesinliği kabul edemeyecek kadar elle tutulur olamayışının içerdiği umudu görmeye davet etti Documenta 14 basın toplantısı izleyicilerini.

Belirsizlik Çağı’nı, kesinlikler çağı olarak göstermeye çalışanların, bunu beyaz, şöven, ayrımcı, cehaleti yücelten bir tavırlar bütünü içinde yaptığını anlattı.

Belirsizlikler çağı, sanat deneyimlemek üzere Kassel’da bulunan her birimizi, bilinmeyene karşı meydan okumaya çağırıyordu.

Bütün farklı etimolojileri kucaklayabilirdik.

Ve belirsizliği kesinlik olarak işleten yöneticilerin, beyazların, ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi, baskı rejimi uygulayanların stratejilerini çökertebilirdik.

Bu baskı rejimlerini uygulayan ülkeleri sayarken küratör, Amerika’nın hemen ardından Türkiye’yi de ekledi.

“Ucube”den aidiyete

Bir zamanlar kadınken erkek olmayı seçen Paul B. Preciado da basın toplantısının en anlamlı konuşmalarından birini yaptı.

Preciado, bugün kendisini transseksüel olarak tanımlarken düne kadar “canavar” olduğuna dikkat çekti.

Sahip olduğu kimliğin tarihinin Documenta sergileri kadar bir tarihi olduğuna da…

1950’lere kadar patalojik hasta, sakat, doğa tarih müzesinde sergilenecek bir ucube’yken bugün bir aidiyeti olmasına da…

Eski cinsiyet rejimi yanlılarının tekrar türetmeye çalıştığı cinsiyetçi, milliyetçi politikalara karşı duruşun öneminden söz açtı.

Bu patriyarkal, kolonyalist rejime karşı mücadelenin devamlılığı açısından o da içinden geçtiğimiz çağı “geçiş çağı”, Documenta 14’ü de “Geçiş Çağının Kurumu” olarak tanımladı. Herkesin evet yerli ama hiç kimsenin yabancı olmadığı, sayılmadığı…

Preciado’nunki de bir çağrıydı Ndikung’unkine benzer bir şekilde.

Bu anlamlı sözler, Suriyeli sanatçı, yolu savaştan kaçarken Türkiye’den de geçen Ali Moraly’nin kemanıyla çaldığı modern besteleriyle dramatik bir tona taşındı.

Ses çıkarmadan dinlediğimiz bestelerdeki duyarlı yükseliş ve alçalmalar, basın toplantısını bir sığınağa dönüştürdü bir süreliğine ya da 1940’larda sürrealistlerin toplaştığı ve artık bastırdıklarını sanat aracılığıyla geri çağırmakla yetinmeyen dünyayı da değiştirmeye kalkıştıkları politik bir toplantıyı anımsattı.

Yunanistan Kültür ve Spor Bakanı Lydia Koniordou‘nın konuşması da bir diğer olumlu anlamda afallatıcı öğesiydi Documenta 14’ün açılışının.

Kadın bakanın entelektüel seviyesiydi afallatan.

Documenta 14’ün tüm arşivini sergiye taşıdığı ünlü avangard bestekar Yannis Christou’nun hem müziği hem de felsefesinden etkilendiğini ifade etti. Onun Continium/ Süreklilik kavramına bugün ne kadar ihtiyacımız olduğunu da. Bu sonsuz bir yoldu. Estetik ve toplumsal açıdan süreklilik, akış demekti. Akış ise yeni imkanlar, sonsuz olasılıklar. En büyük değişmez değişimdi.

“Savaş zamanları”nda sanat

Dieter Roelstraete’nin  konuşmasına da biraz değinmek gerekiyor. Documenta 14’ün de bir post-war, savaş sonrası proje olduğunu dikkat çekmesine örneğin.

Zamanlarımızı savaş zamanları ilan etmesi ve savaş zamanlarında en çok sanata bakıldığını söylemesine…

Son sözü olan şef küratör Adam Szymczyk, beklenenin aksine kısa bir konuşma yaptı.

Okulsuz, ustasız, yorumsuz ve hiçbir şeyin öğrenilmediği bir Documenta 14’tü aktarmak istediği…

“Dil, mimari ve imgeler masum değil, bunlara karşı savaşılmalı” diyen küratoryal ekipten Candice Hopkins’i de eklersek sanatçıların yoğun katılımının olduğu enternasyonal yeni bir siyasi parti toplantısıyla şehirlere bombalar yağarken bir gece sığındığımız bir sığınağı andıran Documenta 14 basın toplantısı, bugüne kadar izlediğim belki en az snop ve belki de en çok ‘hakiki olamayacak kadar iyi kalpli’ olanıydı Documenta açılışlarının.

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 02:56:49