A password will be e-mailed to you.

Shakuhachi, Ney, Kalimba, Zither ve Shō gibi farklı kültürlerden onlarca yerel enstrümanı şimdiye kadar çıkardığı 25 albümde başarıyla bir araya getiren Alman asıllı müzik dehası Stephan Micus, bu yıl ilk kez gerçekleştirilecek Zorlu PSM Caz Festivali kapsamında, 10 Mayıs’ta müzikseverlerle buluşuyor. Enstrümanlara yepyeni boyutlar katan ve yeri geldiğinde kendi tasarımlarını yaptığını dile getiren santçı 1986’dan beri çalıştığı kayıt şirketi ECM’nin, Spotify ve Youtube’un da dahil olduğu tüm dijital platformları boykot etme kararını desteklediğini belirtiyor ve bir gece vakti İspanya’daki evinden sorularımın hepsine açık sözlülükle cevap veriyor.

 

Geçmiş röportajlarınızda müziğinizin sezgisel bir düzeyde dinleyici ile bağlantıda olmasını istediğinizi dile getirmişsiniz. Söz gelimi, herhangi bir dilde karşılığı olmayan kelimelerle vokal yazıyor ve kaydediyorsunuz. Dinleyici bakir doğada, duyduğu kelimelerin bile aidiyetsizliğinde kendisiyle başbaşa kalıyor. Dinleyeni iç dünyası ile başbaşa bırakmak gibi bir amaç var mı müziğinizde?

Aslında tam tersi var. Şöyle açıklayayım: Eğer şarkılarımı Türkçe söyleseydim beni Türkçe bilmeyenler anlamayacaktı, hatta belki bazı Türkler bile anlayamayabilirdi. Benim müziğimde kullandığım dil ise evrensel bir dil, herkes biliyor zaten. Ben saz çaldığımda o enstrümanı hiç duymamış birisi de o duygu boyutunda sizinle buluşur. Müziğin en güzel tarafı kelimeler üstü olmasıdır.  Öğrenmişlikle, entelektüalite ile bağlantılı bir şey değildir bu. Bu sebeple şarkılarımdaki hiçbir dilde karşılığı olmayan kelimelerin dinleyiciyi yalnız başına bıraktığına katılmıyorum, tam tersine kolektif bir bilinç altında birleştiriyor.

 

Spotify’da sadece Behind The Eleven Deserts albümünüz olduğunu görünce müzik dünyasında yaşanan dijital değişim hakkındaki yorumlarınızı almak istedim. Sizce niceliğin bu kadar fazla olması bize nitelikli eserlerin detaylarını unutturuyor mu yoksa bazılarının dediği gibi müzikte Rönesans mı yaşanıyor?

Spotify’da sadece bir albümün olma nedeni aslında prodüksiyon şirketimle alakalı. Bu tip dijital platformlarda müzisyenlere adil bir ücret verilmiyor ve şirketimin aldığı boykot kararını destekliyorum. Bence günümüzde müzik piyasası felaket durumda. Özellikle yasadışı internet sitelerinden müzik indirip dinleyenler müziğe büyük ihanet ediyorlar. Çünkü müzisyenler de yemek yemeli ama ne korsanlar ne de Spotify gibi bunu yasal olarak devam ettiren şirketler müzisyeni umursuyor. Eğer temel ihtiyaçlarını kazanamazsan müzisyen de olamazsın. Piyasaya girdiğimde durum bir nebze daha iyidi, şu an ise genç müzisyenlere üzülüyorum. Artık kayıt şirketleri yok, kayıtları satan dükkanlar da yok. ‘’23 yaşındaki bir müzisyen nasıl yaşayacak nasıl yaptığı müzikten hayatını kazanacak’’, bu çok geri planda. Şirketim ECM Records, sadece benim albümlerimi değil, bugün duydum ki tüm albümlerini Youtube dahil tüm dijital platformlardan çekmiş.

Nitelikli eser kavramı özellikle gençlerin nezdinde zaten kaybolmuş durumda. Aslında müziğin kendisine verilmesi gereken değer hakkında yanlış bir algı oluştuğunu görüyorum. Bir örnek vereceğim: geçenlerde İspanyol bir genç adam bana e-mail atmıştı. Hayranım olduğunu, Youtube’a yüklediği bir videosunda benim müziğimi kullandığını ve bu videoya reklam aldığını yazmış. Bunun benim için uygun olup olmadığını sormaya cüret edebiliyordu, üstelik çoktan iznimi almadan müziğimi kullanmışken! Bu tip platformlarda müzisyenin emeğini çalmak çok kolay. Düşünün bir müzisyen, hatta bir insan, bir şey üretiyor ve ürettiği şeyden başkaları para kazanıyor ama bundan kendisinin kazancı olmuyor, hatta haberi bile olmuyor. Şu an bu aşamadayız ve bence müziğin bittiği yer burası.

10 Mayıs’ta Stephan Micus Zorlu PSM Caz Festivali’nde

Peki özellikle bu aralar dinlediğiniz müzikler arasında birinin sizi diğerinden daha çok etkilemesini sağlayan nedenler neler oluyor? Dinlerken keyif aldığınız müzisyen veya grupları merak ettim açıkcası?

Aslında ben çok fazla müzik dinlemem. Günümün çoğunda stüdyomda çalışıyor oluyorum. Boş zamanlarımda ise müzik dinlemektense farklı şeyler yapmayı tercih ediyorum. Bahçemle uğraşırım, uzun yürüyüşler yaparım ya da plaja giderim. Tabii müzik dinlemek istediğim zamanlar da oluyor. Öyle zamanlarda Asya ve Afrika müziklerini tercih ediyorum, Avrupa klasik müziğinden pek haz etmiyorum, Avro Part gibi hayran olduğum kompozitörleri saymazsak tabii. Türkiye’den ise örneğin Erkan Oğur’u biliyorum, onun perdesiz gitarını biliyorum. Bence harika bir müzisyen.

 

Acaba siz de keni müziğiniz için yeni enstrümanlar tasarlıyor musunuz?

Dünyanın farklı yerlerinden özellikle Asya, Afrika ve bazı Avrupa bölgelerinden oldukça fazla sayıda  geleneksel enstrumana sahibim ve arayışım devam ediyor aslında. Tabii bu durum beni bazen yepyeni bir enstruman yaratmaya kadar götürebiliyor ya da enstrumanların üzerinde bazı modifikasyonlar yapabiliyorum. Örneğin müziğim için on dört telli gitar ve farklı türlerde sitarlar tasarladım.

 

Bahsettiğiniz enstrümanlarla kaydettiğiniz müziğinizi dinlediğimizde kendimizi hızla enstrümanların ait oldukları yerde bulmamız albümlerinizin dağ başında ıssız bir stüdyoda kaydedilmiş olduğunu düşündürüyor bana. Müziğin üretildiği herhangi bir aşamada, mekanın sanatçının ortaya çıkarmak istediği duyguya hizmet ettiğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle öyle düşünüyorum; Aya İrini Kilisesinde birkaç yıl önce verdiğim konser bunun kanıtı olabilir mesela.

Evet o konseriniz hala konuşuluyor aslında ama ben daha çok mekanın sizin üretim sürecinizdeki etkisini merk etmiştim. 

Eğer pencereleri olmayan gün ışığı görmeyen bir stüdyoda beste ya da kayıt yapmaya çalışırsam kendimi zihnen de hapsolmuş hissederim. Bu durumun yaratıcılığımı engeller. Eğer sabit duygulara çakılı kalmak istemiyorsanız kendinizi özgür ve huzurlu hissedeceğiniz yerlerde üretmelisiniz.  Bu arada, gerçekten de gün ışığı alan, dağların eteğinde bir stüdyoda kaydediyorum müziklerimi.

 

Aslında müziğinizin kafamızın içinde bir atmosfer yaratmakta çok başarılı ve müzisyen değil de ressam olsaydınız hangi tarza daha yakın eserler verirdiniz gibi bir soru geldi aklıma. Söz gelimi izlenimci mi olurdunuz yoksa şarkılarınızdaki -özellikle üflemeli çalgılarda- hissettiğimiz bir dışavurumculuğa sahip olur muydu o resimler. Sizin görsel dünyanızdan neler çıkardı?

Tarzım ne olurdu onu kestiremiyorum ama resimlerim yine doğa ile alakalı olurdu. Sadece manzara resimleri yapardım anlamında söylemiyorum, soyut resimler de yapacak olsam yine ilhamımı doğadan alırdım.

 

Müziğiniz ‘’dünya müziği’’ olarak adlandırılıyor fakat bu tanım dinleyici için çok geniş bir başlığı kapsıyor aslında. ‘’Sound’’ denilen ve sürekli yenileri türeyen bu isimlerden hangilerine denk düşüyor yaptığınız müzik?

Dünya Müziği doğru bir anlamda kullanılmıyor. Belki başlarda daha doğru bir anlamda kullanılıyordu: Benim gibi deneyerek müzik yapmayı seven müzisyenleri de kapsayan, farklı dünya müziklerindeki, farklı kültürlerdeki elementleri birleştiren özgün bir müzik türünü ifade ediyordu. Şimdilerde ise bu terim dünya üzerindeki tüm müzikler için kullanılabiliyor. Örneğin geleneksel Hint müziğine veya Japon müziğine ‘’dünya müziği’’ diyorlar. Beethoven ya da Bach neden dünya müziği değil o zaman. Bu kelime Avrupalı şovenistik bir aklın ürünü artık. Her şeyin temelinde Avrupa olduğunu düşünen, geri kalan tüm müziklerin ‘‘dünya müziği’’ olduğunu kabul eden bir akıl. Neden Türk klasik müziği dünya müziği sayılsın ki, o klasik Türk müziğidir, nokta. Klasik müzik tanımında da sadece Avrupa müziğine klasik müzik diyoruz halbuki Japon Klasik müziği, Hind Klasik müziği de var. ‘’dünya müziği’’ gibi tarz tanımlarının belki ilk başta orijinal olan bir şeyi simgelediğini ama hızla içlerinin boşaltıldığını düşünüyorum.

 

Daha önce İstanbul’da bir çok kez konser verdiniz. 10 Mayıs’ta ise İstanbul’da ilk defa düzenlenen bir festivalde; Zorlu PSM Caz Festivali’nde sahne alacaksınız.  Festivallere dahil olma sürecinizde hangi detaylar sizde o organizasyona katılma isteği uyandırıyor, bu konuda belli kriterleriniz var mı?

Farklı konser salonlarında, kiliselerde, Budist tapınaklarında, Yunan amfitiyatrolarında çaldım, fakat konserin iyi gitmesini sağlayabilecek profesyonel bir ekiple çalışmak en önemlisi. Aslında benim için nerede çaldığımın bir önemi yok ama daha önce konuştuğumuz gibi mekanın artı getirileri oluyor. Ya da bazı mekanların akustik gibi problemlerden dolayı köstek olduğu anlara da denk geldim açıkcası. Eğer profesyonel bir organizasyon, doğru bir mekanla birleşirse aslında bir çok müzisyenin tercih ettiği bu oluyor.

 

Cevaplarınız için çok teşekkür ediyorum Sayın Micus. Sizi İstanbul’da tekrar dinlemek için sabırsızlanıyoruz.

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-24 02:10:35