A password will be e-mailed to you.

Cemil Ağacıkoğlu’nun ilk gösterimini İstanbul Film Festivali’nde yapan ve orada En İyi Müzik (Doğan Duru) ödülünü alan son filmi Tarla festivalin ilk iki gününde izlediğimiz filmler arasında yol temasını işleyen üçüncü yapım. 

Bu kez tam anlamıyla bir yol filmi yok karşımızda gerçi ama kesinlikle içinden yol geçen bir film var. Şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yarışmanın açılış gününde izleyiciyle buluşan film günün en iyisiydi.

Tarık (Serkan Ercan) kızının adını verdiği bir gömlek markası yaratmış ve iyi kötü düzenini kurmuş bir aile babasıdır. En azından görüntüde böyle. Filmin henüz başında otomobiline atlayıp gittiği baba ocağında anlarız ki Tarık ailesine ait olan tarlayı elden çıkarmak ve hayatında muhtemel bir yeni kapı açmak niyetindedir. Babası önce yanaşmaz ama sonra eşinin de baskısıyla boyun eğer ve tüm haklarını noter huzurunda Tarık’a devreder. Karşılığında Tarık da kardeşi Emre’yi yanına alacak ve İstanbul’da ona gömlek firmasında iş verecektir. Ne var ki işler hiç de o kadar kolay değildir. Tarık büyük bir borcun altına girmiştir ve zor bir kararın eşiğindedir.

Cemil Ağacıkoğlu basit bir hikayeyi alabildiğine yalın ve yumuşak çizgilerle anlatma yoluna gitmiş. Karakter derinlikleri belki arzu ettiğimiz seviyede değil ve yan öyküler yok derecek kadar silik ama en azından sarkmayan, oyunculuk açısından açık vermeyen ve görsel üslubunda özenli bir çalışmanın izlerini sürdüğümüz bir film. Belki bir iki sahne biraz daha kısabilirdi (örneğin Tarık ile kardeşi Emre’nin ilk tartışmaları biraz fazla uzuyor ve tekrara düşüyor) ve fasıla fasıla açılan hikayenin altı biraz daha zengin olabiirdi. Akla yine son derece basit bir hikayeyi anlatan Rumen filmi Hazine (y: Corneliu Porumboiu) geliyor. İzleyenler hatırlayacaktır, yalın, dingin ama gerilimi ve mizahı da dozunda bir filmdi Hazine ve izleyicinin hem aklında hem yüreğinde iz bırakıyordu. Başta Serkan Ercan ve Emre rolünde Ilgaz Kocatürk olmak üzere tüm oyuncu kadrosu üst düzey performanslar sergiliyor ama eğer filmin yan karakterlerine daha fazla özen gösterilseydi (hikayeleri ve diyalogları anlamında) daha boyutlu ve derinlikli bir bütün ortaya çıkabilirdi. Nihayetinde izleyicinin aklında yer eden, ele aldığı dünyanın sert yanlarını ifşa eden ama çok da derin izler bırakmayacak bir film izlenimi veriyor Tarla. Öte yandan filmin her karesinde yer alan ve hikayenin asıl yükünü sırtlanan Serkan Ercan bu yılın En İyi Erkek Oyucu ödülü için güçlü bir aday kanımızca. Nüansları dozunda veren, farklı duyguları ustalıkla izleyiciye geçiren, yaşadığı maddi sıkıntıları ve içine düştüğü çaresizliği abartmadan yansıtan Serkan Ercan sinemada daha fazla görmek istediğimiz simalardan biri.  

Tam bu noktada, görmek istediklerimizden söz ederken, filmdeki kadın karakter eksikliğine de bir dikkat çekmekte yarar var sanki. Annenin kısacık iki üç sahnesini saymazsak tüm filmde tek bir kadın karakter veya tipleme bile yok. Telefonun diğer ucunda olduğunu anladığımız ve kocasının canını sıkan klişe problem kadın tiplemesi de kısaca dahil oluyor filme, hepsi o. Tüm film erkekler arasında, erkekler dünyasında geçiyor ve bu  her ne kadar ilk bakışta bir problem gibi görünmese de özellikle erkek sinemacılarımızın yaygın bir alışkanlığı ve belki de rahatlığı haline geldi bu durum. Kötü çizilmiş kadın karakterlerle uğraşmaktansa tüm kadınları yok saymayı tercih eden bir yönetmen tipi var, ki sinemacı sıfatıyla ne kadar usta olsalar da bunun rahatsız edici bir tercih olduğu açık. Festivalde şimdiye kadar izlediğimiz filmlerde kadın karakter sıkıntısı çekmemiştik doğrusu (en azından varlıkları anlamında), ama en çok beğendiğimiz filmin bu denli kadından arındırılmış olması bizi üzdü. Bunu da belirtmeden geçmeyelim. 

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 05:39:02