A password will be e-mailed to you.

Alman sinemacı Maren Ade’nin Cannes’da gösterildiğinden bu yana yerlere göklere sığdırılamayan filmi Toni Erdmann bu yılki Filmekimi’nin yıldızlarından.

 

Son yıllarda festival çevrelerinde çok az filmin Toni Erdmann kadar yüceltildiğine şahit olduk. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan ve sadece FIPRESCI ödülüyle yetinen film kısa sürede öyle bir şöhrete ulaştı, öyle büyük bir beklenti yarattı ki, ömrü hayatımızda benzerini ne gördük ne işittik. Bilenler bilir, dünyanın belli başlı eleştirmenlerinin takibini yapan ve sinemenın amatör olsun profesyonel olsun tüm ciddi meraklılarının takip ettiği Metacritic diye bir online platform vardır, işte Toni Erdmann orada 93 puan ortalama aldı. 100 üzerinden. Criticker’daki (sinemaya meraklı herkesin üye olup not verdiği bir site) notuysa 98! Haliyle insan meraktan çatlıyor, nedir, ne oluyor diye, değil mi?

Bir filme yapılacak en büyük kötülük övgüde sınır tanımamaktır diye düşünürüm naçizane. O yüzden sizden ricam, gidip filmi görün, sonra hakkında yazılanları okuyun. Aksi takdirde film ağzıyla kuş tutsa size yaranamaz. Bunun en bariz örneğini İngiliz eleştirmen David Thomson’ın Red Riding üçlemesi için yazdığı eleştiride gördük. Dünyanın en önemli sinema yazarlarından biri olduğuna şüphe uymadığımız ve görüşlerine her daim büyük önem verdiğimiz Thomson aslen TV için çekilen ama birçok ülkede sinemalarda da gösterilen Red Riding için “Godfather’dan bile iyi” diyerek filmin bütün şansını öldürmüştü. Açık söyleyeyim, ben de aynı fikirdeyim. İzlediğim en iyi suç filmlerinden biriydi (hatta üçüydü diyelim) diyebilirim Red Riding için. Ama siz tutup da çıtayı olmadık bir yere yerleştirirseniz ne film bu rekoru kırabilir, ne de izleyici kabullenir. Toni Erdmann için de endişem biraz budur anlayacağınız.

Gelelim filme. Toni Erdmann temelde bir baba kız ilişkisini ele alıyor. Orta yaşlı, eşinden boşanmış, muzip bir baba ile onun 30’lu yaşlarını süren, iş dünyasının vahşi ortamında tek başına ayakta durmaya çalışan kızının belli ki yıllar sonra tekrar tesis etmeye çalışılan ilişkisini izliyoruz. 60’lı yaşlarını süren Winfried öğretmenlik yapan, yaşlı köpeğiyle aynı evi paylaşan ve herkesi biraz açığa düşüren espri anlayışıyla tanınan ilginç bir adamdır. Gömleğinin cebinde hep bir sahte diş taşır (hani şu şaka dükkanlarında satılan cinsten) ve olmadık anlarda onu takarak bir anda farklı bir karaktere bürünür. Bunun bir savunma mekanizması olduğunu anlamak zor değildir gerçi ama Winfried o denli agresif olabilmektedir ki, karşısındakiler ona anlayış göstermek yerine yanından hızla uzaklaşmayı tercih ederler. Peki böyle bir adamın kızı olsanız siz ne yaparsınız? Winfried’in kızı, Bükreş’te üst düzey bir danışmanlık şirketinde önemli bir mevki üstlenmiş olan Ines, önce çalıştığı şirketin lobisinde beklemediği bir anda babasını takma dişleriyle karşısında bulduğunda soracaktır bu soruyu. Sonra bir barda, yine hiç ummadığı bir anda bu kez kafasında perukla ve etraftaki herkese Toni Erdmann adıyla kendini tanıştırdığında soracaktır. Aslında film boyunca hep bu soruyu soracaktır ve izleyiciyi de bir yanıt bulmaya zorlayacaktır. Filmin ve Ines’in güzel bir cevabı var finalde ama izleyici olarak sizler bu sorunun yanıtını filmi izledikten günler sonra bile hâlâ arıyor olacaksınız.

Görünüşte bir baba ile kızın ilişkisini irdeleyen ama biraz izlediğinizde aynı meseleyi dert edinen filmlerden bir hayli farklı olduğunu kavrayacağınız Toni Erdmann öncelikle güçlü senaryosuyla puan kazanıyor. Hemen ardından da oyunculuklar ve haliyle oyuncu yönetimi geliyor. Maren Ade stilize bir görsellik tercih etmediği gibi açılarını, çerçevelerini ve kamera hareketlerini mekanın ve oyuncuların lehine kullanmış; onların rahatını, oyunculuklarının kesintisiz bir şekilde akmasını gözetmiş. Hem duygusal hem de ironisi alabildiğine güçlü bir mizah duygusuyla örülü bir film için muhtemelen en doğru yöntemi tercih etmiş gibi görünüyor zira duygu geçişleri çok belirgin ama bir o kadar da yumuşak gerçekleşiyor. Kahkahaların ve durum komedisinden doğan küçük çaplı şokların da bu kesintisiz anlatımla daha iyi sonuç verdiğini görmek zor değil. 160 dakikalık bir filmin, özellikle de hemen her anının diyaloglarla bezeli olduğunu düşünürseniz, ne denli sağlam bir senaryoya sahip olması gerektiğini tahmin edersiniz. Bu anlamda Maren Ade birinci sınıf bir işe imza atmış ve Cannes’da en azından bir senaryo ödülü almayışı bir hayli şaşırtıcı doğrusu (Farhadi yine bir mucizeye imza attı anlaşılan). Zengin, şaşırtıcı, ilham verici ve son derece komik bir senaryosu var Toni Erdmann’ın. 

Sevgili Ahmet Tulgar bir öyküsünde “Aileyi aile yapan trajik nüanslarıymış” der. Alman sinemacı Maren Ade’nin filmi için Tulgar’ın bu müthiş saptamasını ödünç alıp hafifçe değiştirirsek trajikomik nüans nitelemesini yapabiliriz sanıyorum. Ama bu da yetmeyecektir inanın. Bazı filmler vardır, üzerine yazı yazmaktansa hakkında konuşmayı, kafa dengi bir dostunuzla (ya da dostlarınızla) uzun uzun tartışmayı tercih edersiniz. Sahneler, durumlar, diyaloglar, kısacası filme dair her şey övgüyle, hayranlıkla karışık bir zihin egzersizine dönüşür böylelikle ve izlerken farkına bile varmadığınız çıkarımlar, saptamalar, buluşlar yapasınız. İşte Toni Erdmann öyle filmlerden. O yüzden mümkünse bu yazıyı da filmi izledikten sonra okuyun (ya da tekrar okuyun) ve daha da önemlisi toplaşıp bol bol konuşun. 

Konuşurken şu konulara da değinmeyi düşünebilirsiniz: 

Son yılların en sağlam komedilerinden birinin Alman bir sinemacıdan gelişi

Oyuncuların muhteşem performansları ama Ines rolündeki Sandra Hüller’in akıllara seza oyunculuğu

Freikörperkultur hadisesi

Whitney Houston’ın en iyi ve en kötü şarkıları

İş dünyasının aşırı ciddi dünya algısının kırılganlığı

Kaçamak seks!

Babanızın (ya da annenizin) sizi en çok utandırdığı an ya da anlar


Daha fazla yazı yok
2024-11-22 06:06:08