Arter’de 24 Ocak ve 7 Nisan tarihleri arasında görülebilecek sergide üç kavram, farklı sanatçıların farklı okumalarına açık olarak değerlendirliyor.
Düşünsel çerçevesi haset, husumet, rezalet kavram üçlüsüyle belirlenmiş serginin içeriği, çoğunlukla, sergiye katılan sanatçıların son dönem yapıtlarınca oluşturulsa da sanatçıların önceki dönemlerinde ortaya koydukları yapıtlar da yeniden sergileniyor. Selim Birsel, Hera Büyüktaşçıyan, CANAN, Aslı Çavuşoğlu, Merve Ertufan & Johanna Adebäck, Nilbar Güreş, Berat Işık, Şener Özmen, Yusuf Sevinçli, Erdem Taşdelen, Hale Tenger ve Mahir Yavuz’a ait yapıtın yer aldığı Haset, Husumet, Rezalet, daha Arter’in kapısından girer girmez sizi içine alarak, ani bir tanıklığa maruz bırakıyor. Hale Tenger’in, röntgen filmi görünümündeki fotoğraflardan oluşan labirent benzeri yerleştirmesi, mekanın içine girebilmek için sizi içinden geçmeye, bu sırada da çeşitli vakıf ve haber ajanslarından derlenmiş bir fotoğraf arşivine tanıklık etmeye zorluyor.
Tenger, 1992 tarihli Böyle Tanıdıklarım Var II adlı yerleştirmesinde olduğu gibi, Böyle Tanıdıklarım Var III’te de iktidar, şiddet, tabi olanlar/maruz kalanlar ilişkisini mercek altına almış. Ancak bu yerleştirmede, Priapos ve üç maymun gibi simgesel unsurlar yerine, gerçeği gözler önüne süren belge niteliğindeki fotoğraflar kullanılmış. Hale Tenger, Böyle Tanıdıklarım Var II’de Priapos heykeliyle simgelediği iktidarın şiddeti karşısında, istemli, kabullenilmiş ve sessiz bir biat içinde üç maymunu oynayan; ama söz konusu şiddete maruz kalmaktan kurtulamayan bizlerin tavrını ve iktidarın şiddetini sorgulamaya açmıştı.
Bu girişimden on bir yıl sonraysa sanatçı, Böyle Tanıdıklarım Var dizisinin üçüncü çalışmasıyla bizleri gözlerimizi açmaya, iktidarın şiddetini tüm çıplaklığıyla ortaya koyan fotoğrafları incelemeye ve bir tür sorgulama içine girmeye itiyor. Fotoğrafların özgün halleriyle değil de röntgen filmleri şeklinde sunulması da arzu edilen inceleme edimini tetikliyor.
Hale Tenger’in yerleştirmesinin size gösterdiği yoldan ilerledikten sonra karşınıza Şener Özmen’in Bayrağından Kaçan Direk adlı yapıtı çıkıyor. Bayrağı olmayan, çelik iki bayrak direğinden oluşan bu çalışma, giriş katının zemininden tavanına kadar yükseliyor. Arter’in bir üst katına çıktığınızda direklerin, kaçışlarını bu katta da sürdürdüğüne tanıklık ediyorsunuz. Özmen, sürmesi olası kaçış sürecinin belirli bir bölümünü ziyaretçilerle paylaşmış gibi. Süreç sırasında direklerin, biçimlerinde meydan gelen değişikliklerle, sarmal bir yapı kazanması da dikkati çeken bir diğer nokta. Giriş katında yer alan üçüncü çalışmaysa, Hera Büyüktaşçıyan’ın Kayıp Guguk Kuşu adlı yerleştirmesi. Olmuş ya da olası bir kaçış serüveninin izlerini taşıyan yerleştirme, saatin kapalı kapısı ardında ne olduğu; ya da bir şey olup olmadığı gibi sorular sorduruyor. Ancak Büyüktaşçıyan’ın sergideki asıl dikkat çekici çalışmaları, sergileme mekanının ikinci katında yer alıyor. Köklerine bağlılık, aidiyet ve kimlik gibi meseleler, Büyüktaşçıyan’ın daha ön planda tuttuğu meseleler. Sanatçının, birbiriyle ilişki kurulmasını talep eder biçimde konumlandırılmış Arada Bir Yerde ve Ada adlı iki yerleştirmesi, tuhaf bir karşıtlık oluşturuyor gibi.
Arada Bir Yerde’de, birbirine yakın boyutlarda iki masanın üst üste konulmasıyla oluşturulmuş dengeye karşılık Ada’da yer alan sandalyenin dengesinin her an bozulacakmış gibi durması… Ada‘da dikkati çeken diğer bir öğe, sözü edilen dengesizliğe kaynaklık eden ve halının altında yer alan tedirgin edici yükselti. Bu yükseltinin bir anda mı, yoksa bir süreç ürünü olarak mı oluştuğunu ya da o yükseltiye neyin kaynaklık ettiğini bilemiyoruz. Söz konusu olan üstü kapatılmak istenen bir şeylerin görünür olmaya yönelik çabası da olabilir; yıllar boyunca halı altına süpürülerek oluşturulan bir dengesizlik de. Hera Büyüktaşçıyan’ın iki yerleştirmesi dışında bu katta, üç de video yerleştirmesi yer alıyor. İkisi de 2012 yılına ait Delik II ve Kelebek Etkisi adlı iki video çalışmasıyla sergiye katılan Berat Işık’ın Kelebek Etkisi başlıklı videosu da Büyüktaşçıyan’ın Ada adlı yapıtına benzer bir dengesizlik durumuna göndermede bulunuyor. Yanaklarını şişirip, soluklarını tutmaya çalışan insanlar, belirli bir süre sonra, kaçınılmaz olarak ve şiddetle tuttukları soluklarını geri salıyorlar. Berat Işık’ın videosu, soluk verildiğinde yaşanan rahatlamanın, soluk tutulurken yaşanan sıkıntı ve gerilimi ne kadar dengelediği sorusunu sorduruyor.
Erdem Taşdelen’in Endişeci adlı beş ayrı videodan oluşan yerleştirmesiyse bu kattaki diğer bir video yerleştirmesi. Taşdelen’e ayrılan ve her biri ayrı bir renge boyanmış beş odacığa ayrılmış alanda beş ayrı video gösterimi yapılıyor. Bir terapistle birlikte yürütülen bir tür içe bakış edimi olarak değerlendirilebilecek videolar, sanatçının, sanatsal pratikleriyle birlikte kendine de sorgulamaya açtığı bir sürecin aşamaları olarak sunuluyor. Beş videonun üçünde sanatçının kıyafetliyle, odanın ve odanın ortasında duran ziyaretçi taburesinin aynı renkte olması ilginç bir estetik öğe olarak dikkat çekiyor.
Ayrıca odacıkların labirent benzeri düzenlenmesi de sanatçının, kendi içinde yaptığı yolculuğu konu edenin içeriğin biçime yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu noktada mekanın birinci katına geri dönecek olursak, bu katta en dikkat çekici çalışma, CANAN’a ait Yalvarırım bana aşktan söz etme adlı yerleştirme. Söz konusu çalışma, duvarları yerden tavana kadar, 1970’li yıllarda Türkiye’deki sinema sektörüne damgasını vurmuş erotik film afişleriyle dolu bir odada, cam bir vitrin içinde adeta koruma altına alınmış çiçek işlemeli beyaz bir bornozdan oluşuyor. Tıpkı tarih müzelerinde önemli kişilere ait giysilerin vitrinlerde sergilenmesi gibi bu vitrin de bornoza sahip olan kişinin önemli ya da tarihe mal olmuş bir kişi olduğu izlenimini yaratıyor. Vitrinin arkasına dolaştığınızdaysa bornozun arkasına bir takım ifadelerin el yazısıyla işlenmiş olduğunu fark ediyorsunuz. Çıplak kadın bedenlerinin ön planda olduğu afişler, kadın bedenin nasıl nesneleştirildiğinin tüm açıklığıyla belgelerken; bornozun arkasına işlenmiş ifadeler, bu nesneleştirmenin bedelinin nasıl ödendiğini gözler önüne seren başka bir belge olarak ön plana çıkıyor. Bornoza el yazısıyla işlenmiş olan ifadeler aslında, dönemin erotik filmlerinde rol almış bir oyuncu olan Seher Şeniz’in intihar etmeden önce yazmış olduğu mektuba ait. Mektupta, kendisinin Müslüman geleneklerine göre değil; fakat beyaz bir bornoza sarılarak gömülmesini vasiyet eden Seher’in hiçe sayılmış olan vasiyetinin altı bu bornozla çiziliyor. Aynı katta bulunan ve CANAN’ın yerleştirmesine karşıt bir çerçevede değerlendirilebilecek, İltifatlar başlıklı video yerleştirmesi Merve Ertufan & Johanna Adebäck ortak çalışmasının bir ürünü. CANAN’ın yerleştirmesinde güzelliğin adeta bir lanete dönüştüğü bir durum izleyiciye aktarılırken; İltifatlar’da iki kadının bir saat boyunca birbirlerine ettikleri iltifatlara tanıklık ediyoruz. Yüzleri birbirlerine değil de izleyiciye dönük olan bu iki kadının iltifatlarının izleyiciye değil de aslında birbirlerine yönelik olduğunu bir süre sonra anlıyoruz. Ve bu durum izleyiciyi de işin içine dâhil eden belirsiz bir durum yaratıyor. Sanatçıların iltifat ederken yazılmış bir metin yerine; doğaçlamadan yola çıkmaları, yapacakları bir sonraki iltifatı düşünürken ve ifade ederken ortaya koydukları mimikler doğallıkla yapaylık arasındaki sınırı belirsizleştirerek çalışmaya yeni boyut daha ekliyor.
Bu katta yer alan diğer çalışmalar, Nilbar Güreş’e ait İkiz Tanrıça: Bir Karşılaşmanın Eskizi adlı kolaj, Aslı Çavuşoğlu’nun Gordion Düğümü başlıklı heykeli ve Stendhal Sendromu adlı yedi saniyelik videosuyla CANAN’ın Şeffaf Karakol adlı 1998 tarihli yerleştirmesi. Haset, Husumet, Rezalet sergisinin en dikkat çekici yerleştirmesiyse sergileme mekanının üçüncü katında yer alan ve Selim Birsel’e ait olan Arka Bahçede Yetiştirilir adlı on dört parçadan oluşmuş yerleştirme. Adeta sergi içinde sergi niteliğinde olan bu işte, Birsel’in bazı eski çalışmalarıyla yenileri anlamlı bir bütünlük oluşturan bir düzenleme içinde sunuluyor.
Sergi mekanının giriş kat merdivenlerinden başlayan ve takip ettiğinizde sizi üçüncü kattaki yerleştirmeye götüren, ıstampayla basılmış “karınca” tanklar bir koloni gibi alanı sarıyor. Aynı kişinin farklı yaşam alanlarından oluştuğu izlenimini veren yerleştirme, izleyiciye soğuk ve tekinsiz bir dünya sunuyor. Döner testerelerden oluşmuş Çelik Çiçekler ile Halfeti Siyah Gülü arasındaki karşıtlık, karınca benzeri tank imgesi ve Beslenme başlıklı fotoğraftaki karıncalar arasındaki ilişki, eski bir ilkokul sırası olan Çalı Okulu’ndan çıkan ağustos böceği sesleri, duvara asılı ıstampa ve dizili tebeşirler, yerleştirmeye ilişkin farklı okumaların önünü açıyor.
Bu katta ayrıca, Yusuf Sevinçli’nin, tahribata uğramış heykel ve anıtları konu edinen Put adlı fotoğraf dizisi, Hera Büyüktaşçıyan’ın büyükbabasının 1960’lı yılların sonlarında çektiği görüntülerden oluşan yaklaşık bir saatlik video çalışması ve Mahir Yavuz’un info-grafik tarzdaki heykeli yer alıyor. Haset, Husumet, Rezalet, farklı mecralarda yapıtlar içermesi, katılan sanatçıların yeni ve eski işlerinin bir arada sunulması ve farklı kavram ve sorunları geniş bir bağlamda ele almasıyla son dönemde dikkati çeken sergiler arasında.